Sirwan Rehim: Özgür olmadığım günleri özlemiyorum

“Suriye’nin hiçbir şeyini özlemedim.”

”Özlemiyorum!”

Suriyeli Arap bir kadının “Suriye için hüzünleniyor ve özlüyor musunuz?” sorusuna verdiği yanıt bu.

Birkaç kişiyiz, onunla konuşuyoruz… Sohbetimiz savaş, mültecilik ve diaspora ile ilgili.

Hepimiz burada dil, din ve kimlik ayrımı yapmadan Almanya’nın Köln kentinde birlikte yaşıyoruz.

Hepimizin sadece tek kimliğe sahip olması ne güzel, o da insan olmak!

Fakat maalesef insanlar henüz o yüksek mertebenin çok aşağısında ve bu üst kimliğe sahip olamıyor. Henüz ulaşamadığı gibi ne zaman bu kimliğe ulaşacağı da belli değil.

“Suriye’nin hiçbir şeyini özlemedim”

Alman arkadaşlarım bu cevabın ne anlama geldiğini anlayamadı. Fakat kadının yüzünü derin hüzün kaplamış. Sözlerine şöyle başlıyor:

“Neyin tasa ve endişesi? Neyin özlemi? Sadece savaşı değil, savaştan öncesini de kastediyorum, neden bahsedeyim, siyasi durumdan mı? Özgürlükten mi? İnsan ülkesini ebediyen terkettiğinde neyi özler? Havasını, suyunu, ağaçlarını veya insanın hayatını güzelleştiren bazı insani değerlerini özler.”

Sonra şöyle devam ediyor:

“Uzun yıllardır savaş var. Savaştan önce de özel savaş vardı. Silahla değil ama yine bir savaştı. Belimizi kıran bir savaş. Şimdi toplum farklı silahlı gruplar aracılığyla birbirleri ile konuşuyor. Fakat eskiden bir devlet ve onun başkanı tehdit ile insanlara karşı psikolojik savaş yürüyor ve onları sindiriyordu. Halkın canını almak için her zaman hazır ve nazırdılar.

Doktorları insanlara ne yapardı? Nasıl psikolojilerini yerle bir ederlerdi? Bunu yaşamayanlar asla anlayamaz. Anlasalar bile yüzeysel yaklaşır. Sadece içinde yaşayanlar savaş ve gözkorkusunun ne demek olduğunu bilir.

Baskı ve diktatöryal rejimler tüm bu zarar ve ziyanın yanı sıra insanlarda doğduğu topraklara olan sevgiyi de bitiriyor. Sadece egemenler ve diktatörlerin zulmü insanın yüreğinde ve kalbindeki vatan sevgisini de lime lime edip öğütüyor.”

Kadın karşısındakilere neden Suriye için taslanmadığını, neden özlemediğini kavratmaya çalışıyor.

“Şimdi tamam, savaş var, ölümler, felekatler var ve insanlar bunu özlemez” diyor sonra, “Ama savaştan önce de hoş olan birşey yoktu ki, özgürlük, eşitlik yoktu ki insanlar özlesin” diye ekliyor.

“Burada farklı bir hayat v eve ben rüyamda bile böyle bir hayatı görmemiş, tanımamıştım. Burada olan özgürlük orada yoktu. Ben özgürlüksüz geçen günleri özlemiyorum.”

İnsan uzaktan bölgeye baktığında sadece işgal altındaki devletsiz halkların psikolojilerinin altüst olduğunu sanır. Fakat gerçek şu ki, içeride devlet sahibi olan halklar da derinden böyle bir durumu yaşıyor. Hatta iktidarlara yakın kesimler bile bir huzursuzluk ve endişe içerisinde debeleniyor.

Doğuda kimse geleceğinden emin değil ve topraklarına karşı sevgi duyan insanların sayısı da oldukça az. Normal bir vatandaştan ülkenin başkanına kimse durumdan emin değil. Onlar sadece işgal altındaki halkları sömürmüyor, aynı zamanda kendi insanlarını da, kendi ülkelerinin ekonomisini, kendi askerlerini ve kendi topraklarını da bu hale getiriyor.

Orada sürekli tehlike ve güvensizlik içerisinde yaşayanlar sadece Kürtler değil, diğer milletlerdir de. Orada devlet başkanları, devletin savaşçı güçleri, güvenlik gücü olacaklarına kendi halklarına güvensizlik ve korku kaynağı olmuşlar.

Ben bu hanımın sözlerini çok iyi anlıyorum. Sonuçta biz de böyle bir örneğin kurbanlarıyız. Biz de savaş ve baskıcı iktidarlar altında çocukluk ve gençliğimizi yaşadık.

Öyle bir çocukluk ki, Kürt şair Goran’ın (1905-1962) dizelerinde dile getirdiği gibi; “Ömrümün her anı Mehdi (kurtarıcı) için döktüğüm çaresiz gözyaşları ile geçti.” Alman arkadaşlarıma yoğunlaştığımda ise ünlü Alman yazar Paul Keller’in (1873-1932) şu sözleri aklıma geliyor:

“İnsanın yüreği en aydınlık gurbette bile yüzü yine yuvasına dönüktür ve hüzünlüdür.”

Fakat burada Paul Keller’in sözleri bu hanımın duygularını ve içinde yaşadığı duyguyu kapsamıyor.

Çünkü hiçbir gurbet, biçbir durum ve hiçbir hayat şartı insanın kendi vatanına dönük tüm kapıları kapatmasına neden olacak kadar acı verici olamaz.

Hiçbir insan gurbette yaşama karşılığında, kendi ülkesinde bir diktatörün gölgesi altında yaşayarak hem ona alkış çalmayı ve hem de ondan korkarak yaşamını idame etmeyi tercih etmez.

Doğunun diktatörleri, iktidar ve zalim liderleri insanları ülke ve doğduğu toprakların sevgisinden uzaklaştırmaya çalıştılar. Nitekim bunu da başardılar.

/R/

İlginizi çekebilir