Sibel Özbudun: ‘Özgürlük’ Mü Dediniz!!

 “Özgürlükten daha önemli bir şey yoktur.[1]

 Havaya benzer, varlığı anlaşılmaz, yokluğu dayanılmazdır özgürlüğün, ya da Özdemir Asaf’ın deyimiyle, “Varlığı kaybedilince anlaşılan”dır.

Albert Camus’nün ifadesiyle, hem olasının, hem olanaksızın tanımlandığı bir dünyada bulunabilen özgürlük; Nâzım Hikmet, Sait Faik okurken bariz hissedilen duygudur; kaybedildikçe değerlenir… 

Bazen 2 kere 2’nin 4 ettiğini söyleyebilme cüretiyken; ona dair “Özü şeytani olan etik bir ilkedir,” diye ekler Emil Michel Cioran.

Jean-Paul Sartre’ın, “İnsanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir,” vurgusundaki üzere özgürlük en büyük ütopyadır; sınırlamalardan, sınırlardan arınmaktır; daha da ötesi olmayan.

Yaşamı anlayıp, algılayabilerek zorunlulukları kavrayabilmek ve farkında olmaktır özgürlük.

Sınır tanımaz; Orhan Veli Kanık’ın “Heeey/ Ne duruyorsun be, at kendini denize:/ Geride bekleyenin varmış, aldırma;/ Görmüyor musun, her yanda hürriyet;/ Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;/ Git gidebildiğin yere…” mısralarındaki üzere…

* * * * *

Evet hakkında durmadan söz edilendir özgürlük; “Ne olduğu?” ya da “Olmadığı!” ıska geçilerek!

Televizyonun karşısına geçip, programdan programa atlayıp zapping yaparak, saatlerce “dinlenmek”, “hoş ama boş vakit geçirmek” değildir. Aptallık özgürlük değildir çünkü. 

Özgürlük, iki televizyon programı arasında, balık lokantasıyla kebapçı arasında, entel barla türkü bar arasında, Tekel 2000’le Marlboro Light arasında, iki otomobil markası veya hazır giyim mağazası arasında yapılan bir seçim de değildir.

Özgürlük, insanî dünyayı var edenlerin insanlar olduğu bilinciyle, yerkürenin soru(n)larını tükenmez bir enerjiyle anlamaya, çözmeye uğraşmaktır.

İnsan(lık)ın her şeyi yapmaya muktedir olduğunun; ama her şeyi yapmaması gerektiğinin bilincinde olmaktır. 

Özgürlük sadece bir sınırsızlık değil, aynı zamanda bir sorumluluktur. 

Sümerce “Amargi” olarak telaffuz edilen özgürlük, tarihi boyunca fedakârlığı, acı çekmeyi, göze almayı gerektirmişken; ben “Özgürüm!” diyebiliyor musunuz?

Hayır özgür falan değilsiniz; sadece zincirleriniz uzun.

Özgür değilsiniz! Borçlarınızla köleleştirildiniz…

Özgür değilsiniz! Özgür olmak bedel ödemeyi gerektirir ve o kadar da kolay, sıradan değildir çünkü..

Özgür değilsiniz! Yaşamlarınıza kölesiniz…

“Özgürlük” deyince önce insan olmayı hatırlayın; o, son model bir arabayla hız yapmak falan değildir!

Özgürlük çamurlu ayaklardır; dağınık saçlardır; ter kokar; uğruna dövüşülen, düşülendir veya zindandır büyük olasılıkla…

* * * * *

Burada durup; uzun bir parantez açalım… 

“Virüs, kara kargalar, tabut gibi bir çatı… Her şeyin ölümü hatırlattığı bir ortam…” (s.5) Bolu F Tipi’nden bizlere ulaşan bu satırlar; içerinin, içeride olmanın yani neyin ne olduğunu ve en önemlisi de özgürlüğün ne kadar elzem olduğunu anlatıyor anlayanlara![2]

* * * * *

“Özgürlük göreceli bir kavramdır,” (s.7) diyorlar. Ancak bu kadar ya da sadece bu kadar değil elbette. Özgürlük, mücadele ve başkaldırılarla tanımlı değiştiren/ dönüştüren bir hakikât.

Bu konuda Elbistan E Tipi’nden Serdar Koç, “Özgürlük bilinçtir./ Bilinci kadar özgürdür insan// İnsan bilinçle, yapıp ettikleriyle, kendini gerçekleştirdiğine göre,/ ‘özgürlük’ de kendini gerçekleştirebilmektir…” (s.46)

Tokat T Tipi’nden Seyit Oktay, “Özgürlük, içindekini sakınımsız söyleyebilme cesaretidir…” (s.47)

Bafra T Tipi’nden Şemsettin Özer, “Özgürlük/ bazen Bruno gibi/ ateşte yanabilmeyi/ göze alabilmektir/ bazen de bir çocuğun/ ağzındaki mızıka sesi kadar/ şen ve hür olabilmektir…” (s.51)

Tekirdağ 2 No’lu F Tipi’nden Tayyar Eroğlu, “Özgürlük;/ karanlığın en koyu anında,/ şafağın kızıllığına kanat açmaktır,” (s.52) derlerken ekler özgürlük için Kandıra 2 No’lu F Tipi CİK’den Abdullah Kalay da: “Rüzgârın tınısıyla şarkılar bestelemek/ Toprağa dokunmak, avuçlamak/ Ve sonra/ Nasırlı milyonlarca el ile buluşmak”! (s.9)

Böyle tarifleniyor, nasıl realize edileceği ile özgürlük…

Aksi mümkün değil! Kim özgürlüğü, uğruna cezaevlerine girmeyi göze alanlar kadar iyi anlatabilir ki! Bir insandan, özgürlük tutkusu/ iradesi dışında her şeyini alabilirsiniz; ama o kadar işte. Çünkü özgürlük insan(lık)ın içindedir, tutkulu bir iradedir özgürlük zindanın zifiri karanlığında olsan dahi.

Bedeli ödenmesi gereken özgürlük, düşünmek, sorgulamak ve harekete geçmektir; bazen de nefes aldığında gökyüzünü görmek, çimlere dokunabilmektir.

Ya da Clement Duval’ın, “The policeman arrested me in the name of the law, i struck him in the name of liberty/ Polis beni kanun adına tutukladı, ben de ona özgürlük adına vurdum,” diye tarif ettiğidir.

Veya George Orwell’in, “İnsanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleme hakkı”dır.

Özgürlük bir oluştur; hedeftir. İnsan(lık)ın durumunun yetersizliğini aşmaya uğraşan sonsuz bir praksis veya Oruç Aruoba’nın, “Özgürlük budur belki de:/ Sürekli bir yersizlik;/ Sürüp giden bir yol…”[3] diye formüle ettiğidir…

Nihayetinde Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin, “Yaşamakla yaşamamak arasında hiçbir fark kalmadığında özgürlüğüne kavuşur insan,” düzlemde özgür irade ile ilintilidir özgürlük.

Öncelikle bilinç düzeyinde başlayıp; irade ile taçlandırılan özgürlük, tarihin kaybolmayan, uğruna devrimler gerçekleştirilen aslî değeridir. 

Virginia Woolf’un, “Kadının özgürleşmesine erkeğin direniş tarihi, özgürleşme hareketinden bile daha ilginç,” uyarısındaki üzere özgürlük başkalarının, tüm ötekileştirilenlerin özgürlüklerine de sahip çıkmaktır; “Sevdiğimin özgür olmasını isterim, benden bile,”[4] vurgusundaki üzere Anne Lindbergh’ın!

Yani uğruna birçok şeyden vazgeç(ebil)mektir; “Bunu ben seçtim” diyerek sorumluluk alabilmektir.

Bu bağlamda özgürlük, özgür olabilmek için mücadele etmekte; kaybedecek hiçbir şey olmadığının bilincinde hareketlenmekte somutlanan William Wallace’ın iki dudağı arasındaki “son” sözcüktür.

Ve de başkaları tarafından engellenmeyip, zorlanmadan nefes almak.

Özcesi devrimlerin “gerekçesi”, “ereği”dir O![5]

* * * * *

Elbistan E Tipi CİK’den Ahmet Bilge’nin, “Özgürlük, tanımlanamaz. Onu tanımlamak, ona bir kimlik vermektir,” (s.11) deyişi oldukça (hadi postmodern demeyelim!) agnostik bir soru(n)dan malûl.

Agnostik özgürlüğün tarif(sizlik)leri kadar, negatif kullanım düzlemlerinden de uzak durmak gerek; mesela Kandıra 1 No’lu F Tipi CİK’den Deniz Tepeli’nin satırlarındaki üzere:

“Özgürlük, fantastik denilenbilecek kadar şaşkınlık verici ilginç bir kavram. Suratımıza sert bir yumruk olarak inen bu gerçek, her an her yerde bedenimize, ruhumuza, kişiliğimize saldıran erkek egemenliğinin eseri! (…) Yani şu barbar erkek egemenliği kadınlara, erkeksiz hava sahası olarak zindanı arzulanır kılıyor.” (s.15)

Maksadını aşan bu tür bir “abartı”, “negatif özgürlük”e aitken; ister istemez zindanı “estetize” ediyor; hem de Angela Davis’in, “Ben, hapishanenin olmadığı bir toplumun gelecekte bir ihtimal olabileceğini ama bunun ancak itici gücün, kâr değil insanın ihtiyaçları olduğunu, dönüşmüş bir toplumda mümkün olabileceğini düşünüyorum. Günümüzde hapishanenin ortadan kaldırılmasının ütopik bir fikir gibi görünmesinin sebebi, tam da hapishane fikrinin ve onu destekleyen ideolojilerin çağdaş dünyamızda bu denli derinden kök salmış olmasıdır,” saptamasına rağmen…

Benzer bir “abartı” da Nâzım Hikmet ustanın, “Yaşamakta ayak direteceksin/ Belki bahtiyarlık değildir artık/ Boynunun borcudur fakat, düşmana inat bir gün fazla yaşamak” dizelerinin malumu olduğundan şüphe duymadığımız Gebze Kadın Kapalı CİK’den -24 yıllık- Gülazer Akın’ın “Bir gün cenaze arabası dediğimiz ringde hastaneye gidiyordum. Çok üşüyor, zangır zangır titriyordum. Ringin küçük penceresinden dışarıyı görmeye çalışıyordum. Ötede bir mezarlık gördüm. Güneş bir mezara mertçe vuruyordu. Işıl ışıldı orası, belliydi, üşümüyordu, etrafında da duvarları, gardiyanları yoktu. Benden daha özgür ve şanslı gördüm o mezarı. Gıpta ile baktım, tek istediğim şuydu; keşke o mezar olsaydım… Bazen özgürlük bu oluyor,” (s.27) satırlarıyla dikiliyor karşımıza!

İnsana zindanda ya da mezarda olmayı özletecek koşullarda özgürlükten nasıl söz etmeli? Yanıtı Tekirdağ 2 No’lu F Tipi CİK’den Emre Ünlü’nün şu satırları veriyor: “Özgürlük,/ dört duvar arasında, demir parmaklıklar arkasında olunsa bile umudun ışığını taşıyabilmektir.” (s.16)

Çünkü özgürlük, “Cesaretin korkuya baskın gelmesidir, ” (s.17) Elazığ 2 No’lu Yüksek Güvenlikli CİK’den Ercan Binay’ın belirttiği gibi…

Kolay mı? Tam da Kandıra 2 No’lu F Tipi CİK’den Erkan Karataş’ın ifadesiyle, “Yaşam sevgisini harlamak/ umudu büyütmektir.” (s.20)

Veya yine Kandıra 2 No’lu F Tipi CİK’den Esat Naci Yıldırım gibi, “Üç adım hücremde/ uçsuz bucaksız düşlerimde/ adımladığımdır özgürlük.” (s.21)

Evet, evet “Zalimin zulmü varsa mazlumun da özgür iradesi var,” (s.22) Elbistan E Tipi CİK’den Felemez Erdem’in altını çizdiği üzere!

Hasılı özgürlükten anladığımız hiçbir zaman “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler,” boyutunda olmadı ve “Yetmeze de Evet” tarzında olmadı. 

Çünkü V. İ. Lenin’in, “… ‘Özgürlük’ gösterişli bir kelimedir, fakat özgür ticaret adı altında, en acımasız savaşlar gerçekleşmiştir. ‘Özgür iş’ adı altında, köpek gibi çalışanlar soyulmuştur,” tümcesiyle tarif edilen negatif özgürlüğün sınıflı-sömürüyle, devreye soktuğu zihniyetle ilintili olduğunu hiç unutmadık; durmadan da altını çizdik.

Hasan Hüseyin Korkmazgil’e, “Nesini anlatayım ben özgürlüğün/ Gün olur zincire vurulmaktır özgürlük/ Gün olur/ Göğsünü gere gere ıslık çalmak caddelerde,” mısralarını kaleme aldırtan; Cemal Süreya’ya, “Geldiği gün,/ O gün ölmek yasak!” dedirten özgürlüğün, kimsesizlerin sahip olabileceği, olması gereken biricik şey olduğundan şüphe duymadık.

Albert Camus’nün, “Her özgürlüğün ucunda bir yargı vardır; işte özgürlüğün son derece ağır bir yük olması bundandır,”[6] notunu düştüğü özgürlüğün taammüden davranabilme yetisi olup; duruşunuzla, bakışınızla sınırlandığının altını çizdik ısrarla.

Sonra asla unutmadık: Özgürlük asla iktidardan gel(e)mezdi! Aksine daima iktidarın köleleştirdiklerinden gelirdi. Çünkü direniş/ başkaldırı tarihinin eseriydi O. 

Yani ayağı yerde, başı bulutlarda meydan okumaktı. Kanatları(nız) kadardı. Yanmayı göze alıca inanılandı. Bedeli ödenen sözler kadardı…

Gerektiğinde her şeyden vazgeçmeyi göze almayı gerektiren özgürlük; sahip olduğumuz en önemli şeylerden biriyken; Marianne Williamson’un, “Korkularımızdan arındığımızda, diğer insanlara da özgürlük alanı bırakmayı ödevimiz belleriz,” betimlemesindeki var oluşun oksijeni; korkunun olmadığı yerdi.

‘Brave Heart/ Cesur Yürek’ William Wallace’ın, “Özgürlüğünüz olmazsa ne yaparsınız?” sorusuna kafa yormadıkça, uğruna kan dökülmedikçe ve doğru kullanılmadıkça hakkını veremeyeceğimiz hakikâtti özgürlük. Devrimden ayrı düşünülmemesi gerekendi.

Nâzım Hikmet’in, “Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,” dizeleriyle betimlediği mükemmellikti.

* * * * *

Dedik ya; özgürlük bir ısrar, bir inat, bir tutku, bir iradedir Menemen T Tipi CİK’den Ferhan Mordeniz’in şu ifadesindeki üzere: “İlk sevincidir var oluşun.” (s.23)

“Hayır”; binlerce kez “Hayır”; abartı falan değil bu. Çünkü “Özgürlük;/ sınırlandırılmış mekânlara, sınırsız düş doldurmaktır,” (s.25) Kandıra 1 No’lu F Tipi CİK’den Gazel Bulut’un satırlarındaki üzere…

Ya da Diyarbakır D Tipi CİK’den Halil Güneş’e, “Ve yaşamayı uğruna ölecek kadar seviyoruz./ Yaşıyor ve direniyoruz./ Çünkü özgürlük için direnmek yaşamaktır.” (s.28)

Buncası hem “kolay”, hem de değildir; Tekirdağ 1 No’lu F Tipi CİK’den Hasan Şahingöz’ün, “Toprağın derinliklerinde/ Tutsak yaşayan bir tohumun/ Özgürlüğüne kavuşması/ Sadece/ Birkaç damla yağmur/ Ve/ Bir parça güneşe bakar,” (s.29) betimlemesindeki gibi…

Veya “Geleceğin zapt edilemez ütopyasıdır” (s.33) O, Kandıra 2 No’lu F Tipi CİK’den Kamil Turanlıoğlu’nun saptamasındaki üzere…

Bir de; Şakran 1 No’lu T Tipi CİK’den Murat Türk’ün altını çizdiği limit bir hâldir: “Ulaşmak için değil/ yakınlaşmak için yürüyorsan/ Bataklıkta da tertemiz kalıyorsa vicdanın/ Yapacak bir şey kalmadı demiyorsa.” (s.37)

İnsana yaşadığını hissettirir özgürlük. Bunun ille de bedensel özgürlük olmasına gerek yoktur. Örneğin bedeninizi tutsak edebilirler ama zihninizi asla!

Korkak insan özgür olamaz. Korku tutsak edip, umut özgür kılarken özgürlük korkunun girdiği yerde eksilendir. Eksilirse ol(a)mayandır. Kaldı ki, farklı olma hakkımızı kaybettiğimizde, özgürlüğü(müzü) de kaybederiz!

Yani özgürlüğün zıddı korkudur. Malum korkak insanın eli kolu bağlıdır. Özgürlüğün ilk şartı özgüvendir. Özgür insanın toplum gözünde statü kaybetme, ayıplanma korkusu yoktur. 

Özgürlük gerçeğin bilincinde dünyayı değiştirmeyi istemektir. “İmkânsızı işte gerçekçi ol” diyen özgür insan(lar) için gerçekleşmez yoktur. Belki zaman alır, o kadar!

Kendi özgürlüğünde yapabileceklerini sınırlandıran tek kişi kendisidir. (Kapitalist vahşetin yerküresinde, ancak “deliler” özgürdür!)

Kolay mı? Özgürlük, engellere karşı koyabilmektir. Yüzünü güneşe dönmektir. Özgürlük, mücadele etmektir; Erich Fromm’un, “Tarih itaat etmeyen insanla yazılmaya başlanmıştır. Bu özgürlüğün ve ilerlemenin başlangıcı olmuştur,” notundaki üzere…

Özgürlük, ona ihtiyaç duyanlara müthiş bir güç verir, hayalleri büyütür ve özgürlüğü yok etmek isteyenlerde de müthiş bir korku yaratır.

İllüzyon değil idealdir; korkuyu göğüsleme, korkuyla yüz yüze gelme cesaretidir; Che Guevara’nın, “İki şeye hakkım var: Özgürlük ve ölüm. Birine sahip olamazsam ötekini isterim, çünkü kimse beni canlı tutsak edemez,” ifadesindeki kararlılıkla…

Birinin sana tanıyabileceği bir şey olmaya özgürlük, kimsenin senden alamayacağı bir şeydir; “Eğer uğrunda ölmeye hazır değilseniz, ‘özgürlük’ kelimesini lûgatınızdan çıkarın,” uyarısındaki gibi Malcolm X’in.

Bir şey daha: Bağışlanmış her “özgürlük” tutsaklıktır ve otoriteye başkaldırmayan, onun bir parçası hâline gelir…

* * * * *

Özetle özgürlük, var olanı aşarak yaratılandır; en önemlisi de, “Özgürlük adına her şey/ anlamını insana kattığı değerde gizlidir,” (s.40) diye ekler Diyarbakır Kadın Kapalı CİK’den Özlem Seyhan.

Yani Bolu F Tipi CİK’den Ömer Ramadan Özdurak’ın ifadesiyle, “Ben ve biz olma hâlidir. (…) O ilk kucaklayış/ o ilk öpüşme demidir”dir! (s.41)

Sonra da Kocaeli 2 No’lu F Tipi CİK’den Resul Sarıgül (Ozan Veli) gibi, “Bir özgürlük nazlı mı nazlı/ gelip oturacak aramıza/ sen ben ve kızımız/ dünya bizim olacak” (s.40) diyebilmektir.

Veya “Özgürleşmek, kendi sınırlarını da aşmaktır,” (s.42) der Kırıkkale F Tipi CİK’den Resul Kocatürk

Ancak, elbette bu kadar da kolay, “basit” ve “çizgisel” olmadığını, olamayacağını, “Bu topraklarda özgürlük,/ büyülü haşin ve aman bilmez bir sevgilidir,” (s.44) diye hatırlatır Rojbin Perişan…

Kolay mı? “Özgürlük bilinçtir./ Bilinci kadar özgürdür insan,” (s. 49) diye uyarır Elbistan E Tipi CİK’den Serdar Koç…

Ve nihayet “Bir omuza (özgürlüğe) hasret/ hayat devam etmekte” (s.57) Elazığ Kadın Kapalı CİK’den Zeynep Avcı’nın altını çizdiği gibi…

Evet, özgürlüğe giden yol sınırsızlıktan geçer!

Sokrates bir gün derste öğrencilerine birer beyaz kâğıt dağıtır ve üzerine bir daire çizmelerini ister.

Dairenin tam ortasına da bir nokta koymalarını söyler ve “Büyük mü yoksa küçük mü bir daire çizdiniz,” diye sorar.

Bazıları küçücük bir daire çizerken bazıları tüm kâğıdı doldurmuştur… 

Sonra, “Dairenin, tam ortasındaki nokta sizsiniz. Daire ise, sizin yaşadığınız hayata koyduğunuz sınırlamayı temsil eder. Siz kendi dünyanızın merkezisiniz,” der.

Daha sonra da, “Şimdi daireyi silin. Geriye sadece nokta kaldı. Şimdi sınırı olmayan bir dairenin merkezindesiniz!” diye ekler.

Yaşam da tıpkı bizim düşüncelerimizde yarattığımız kadardır. Sınırsız bir evreni düşüncelerimizle sınırlandırır ve öyle olduğunu kabul ederiz.

Zihnimizi ve düşüncelerimizi ortadan kaldırdığımızda ise evrenle bir oluruz…

Demiştik ya, “Yönetenler özgürdür, özgür olanlar yönetir. Yönetilenler özgür değildir, özgür olmayanlar yönetilir,”[7] diye tarif edilen dünyada özgürlüğe giden yol sınırsızlıktan geçer!

Tam da burada “Devlet varken özgürlük yoktur; özgürlük hüküm süreceği zaman devlet olmayacaktır,” vurgusuyla V. İ. Lenin’in, “Bir kimse köle doğdu diye suçlanamaz; ama özgürlük uğruna savaşımdan kaçmakla kalmayıp köleliğini haklı bulan ve onu öven bir köle, haklı olarak, öfke, tiksinti ve nefret duyguları uyandıran bir aşağılık parazit, bayağının bayağısı bir köledir,”[8] uyarısının altını çizerek!

* * * * *

Dediklerimizi toparlarsak: Cemil Meriç vari, “Özgürlük, kendini bir yere, bir şeye bağlamak değil ise, o zaman ne işe yarar ki!” retoriklerini bir kenara bırakırsak; saf bağlamaktır, yanlılıktır, tercihtir elbette özgürlük…

Malum “Özgürlük mutlaka paylaşılacak/ Suç ortağı bir sevgili ile,”[9] diye uyarır Attila ilhan…

Eklemeden geçmeyelim: “Özgürlük ağır bir yüktür, ruhun yüklenmesi gereken büyük ve garip bir sorumluluk. Kolay değildir. Verilen bir armağan değil, yapılan bir seçimdir; bu seçim de zor bir seçim olabilir. Yol yukarıya, ışığa doğru çıkar; ama yüklü yolcu oraya hiçbir zaman varmayabilir.”[10] 

Seyyid Kutub’un, “Özgürlük bütünüyle Allah’a teslim olmaktır. Bu eylemin dışında kalan her şey ise köleliktir,”[11] deyişine gelince; “ni dieu ni maitre/ ne tanrı ne efendi” demeden özgürlük mümkün mü? Hem gökyüzüne emanet edilen özgürlük yeryüzüne indirilemez ki!

Immanuel Kant’ın, “Yaptıklarımızda ve yapmadıklarımızda aklı kullanmamızı olanaklı kılan tek patikadır,”[12] tanımıyla müsemma özgürlük; insanın kaybedecek bir şeyinin olmamasıdır; inanarak, bilinçle yaşamaktır; Spartacüs’tür; herkesin taşımaya tahammül edemeyeceği yüktür.

Ve Montesquieu’nün ifadesiyle, “Yasalarca yasaklanmamış her şeyi yapabilmek” ise özgürlük; gardiyana aşık olan nasıl sever özgürlüğü? Mümkün mü!

Epiktetos’a, “Eğer aradığınız şey özgürlük ise, hiçbir şey arzu etmeyin ve başkalarına dayalı her şeyden uzak durun, yoksa her zaman yardım edilemez bir köle olarak kalırsınız… Senden alınan şeylere karşı, senden alınamayacak olanları koysana! Bu, senin iradendir. İradenin hürriyetine ise, Jüpiter bile müdahale edemez. İşte asıl özgürlük budur”; Emil Cioran’a, “Özgür olduğumu hissediyorum ama olmadığımı biliyorum,” dedirtendir.

“Özgür olmaktan korkmuyorum, başka türlü yapamam, öyleyse varım,” dedirten; insanı insan yapan; emek isteyen şeydir; bedava dağıtılmaz.

Leo Buscaglia’nın, “Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir; ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez. Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken, bedelini, özgürlüğünü kaybederek öder. Sadece, riski göze alabilen kişi özgürdür”…

Friedrich Nietzsche’nin, “Kendimizden sorumlu olma iradesidir”…

Nikos Kazancakis’in, “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm,” dedirten “çılgınlık”tır.

Malum: Alıştığın kadar esir, vazgeçebildiğin kadar özgürsündür nihayetinde…

Yani size sunulan şeylerden birini seçmek özgürlük değildir. Seçme zorunluluğu aksine köleliktir.

Aksine, “Uçmak, uçmak böylece sonsuzluğa dek… Özgürlük bu olsa gerek. Kafam hep böyle hafif, hep böyle havadan sarhoş. Yemek, yutmak, sindirmek rüzgârı… Ve sonunda rüzgâr olmak. Rüzgâr gibi -hayır gibi değil, rüzgâr olarak- esmek, esmek…”[13] tanımı ile eşdeğer düşünebildiğindir, hayal edebildiğindir özgürlük, kanatlarının olmasıdır.

 N O T L A R

[*] Bu yazı Sibel Özbudun ve Temel Demirer tarafından ortak olarak kaleme alınmıştır. Kaynak: Kaldıraç, No:233, Aralık 2020…

[1] Ernest Hemingway.

[2] Görülmüştür Kolektifi-Red Fotoğraf Grubu, Özgürlüğün Sesi: 50 Mahpus-50 Fotoğrafçı, Ütopya Yay., 2020, 60 sayfa. 

[3] Oruç Aruoba, Yürüme, Metis Yay., 2014.

[4] “Gerçek aşk seni özgürlüğe götürür. Özgürlük en yüksek zirvedir, en yüksek değer. Ve aşk da özgürlüğe en yakın olandır; aşktan sonraki adım, özgürlüktür. Aşk, özgürlüğe karşı değildir; aşk özgürlüğe giden bir basamaktır. (Osho.)

[5] “Özgürlük zor ve baskının olmamasından çok daha fazla bir şey demektir. Özgürlük, yaşamı bütünüyle yaşama demektir; yeterli beslenme, giyinme ve barınma konusunda, bedenin gereklerini karşılamak için ekonomik olarak, ayrıca aklın etkinlik alanını genişletmek, kişiliği geliştirmek ve kişiliğimizi ortaya için etkin fırsat ve olanaklara sahip olmak demektir.

Bu özgürlük anlayışı, isteklerini daima tatmin etme ve zihinsel yetilerini geliştirme olanağına sahip olmuş kimseleri şaşırtabilir. Bunlar için özgürlük, yalnızca haklarına müdahale edilmemesi ile ölçülür. Oysa insanlığın büyük çoğunluğu için özgürlük haklarla değil, ekmek, tatil, ve dinlenme ve güvenlikle ölçülür. 

Bu daha geniş anlayışın geçerliliğini saptamak için bir kaç soru sormak yeterlidir. 

İşsiz ve aç bir insan özgür müdür? 

Kitap ve kültür dünyasının kapıları kendisine kapanmış, okuma-yazma bilmeyen cahil bir insan özgür müdür? 

Yılın 52 haftasında çalışmak zorunda olan, dinlenme, tatil, gezmek için bir kaç günü bir araya getiremeyen bir insan özgür müdür? 

Gece gündüz, iki yakasını bir araya getirme tasasında olan bir insan özgür müdür? 

Her an işini kaybetme korkusu içinde olan bir insan özgür müdür? 

Yetenekli ama yeteneklerini geliştirecek öğrenim olanaklarından yoksun bir insan özgür müdür?

Elbette değildir…” (Leo Huberman, Sosyalizmin Alfabesi, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1966.)

[6] Albert Camus, Düşüş, çev: Hüseyin Demirhan, Can Yay., 2000.

[7] Zygmunt Bauman, Özgürlük, çev: Kübra Eren, Ayrıntı Yay., 2015, s.34.

[8] V. İ. Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.

[9] Atilla ilhan, Ayrılık Sevdaya Dahil, İş Bankası Kültür Yay., 2003.

[10] Ursula K. Le Guin, En Uzak Sahil-Yerdeniz Üçlemesi 3, çev: Çiğdem Erkal, Metis Yay., 2000

[11] Seyyid Kutub, Fi Zılal’il Kur’an Tefsiri (10 Cilt Takım), çev: Salih Uçan-Vahdettin İnce, Tayf Yay., 2016.

[12] Immanuel Kant, Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi, Katkıda Bulunan: Harun Tepe-Yusuf Örnek-Gertrude Durusoy-Abdullah Kaygı, çev: İoanna Kuçuradi, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınevi, 2009.

[13] Pınar Kür, Yarın Yarın, Everet Yay., 2004.

İlginizi çekebilir