Sami Certel: Yürü Memed..!

Bitini kırmaya mecali olmayana, “Sen, Zaloğlu Rüstem’sin” derler, bu ona nasıl da güzel gelir. 

Tamtama hırsla indirirler tokmağı:

“Şan için, müreffeh bir gelecek için, çocuklarımızın ikbali için, soyumuzun üstünlüğü ve dahi tanrı’nın adı için !” 

Her şey, herkese nasıl da güzel gelir…

Zaten

yıkılmış kentlerin viran evlerinde, kesilmiş uzuvları, göç yollarını, kırılmış ırzları, el kapılarında dilenmeyi vaat eden bir savaş yoktur.

Ama

yıkılmış kentlerin viran evlerinde, kesilmiş uzuvlardan, göç yollarından, kırılmış ırzlardan, el kapılarında dilenmekten başka ne verebilir ki bir savaş ? 

Rusya’ya dönüp, “Lebensraum“ demişti Hitler, 41 baharıydı. Almanlar için yaşam alanı. 

Toprak, sahiplerini değil,  Almanya’yı besleyecekti. Hem Slav dediğin neydi ki.. köle. Almanlar için köle.

Ama

1945 baharının dalları daha yaprak açmadan, Mareşal Jukov, Stalingrad yıkıntılarından alıp getirdiği yaralı gölgesini, Berlin kapılarının üstüne hışımla düşürmüştü bile.  Yıkılmış kentlerden geliyordu Mareşal, kente yıkım yağdırıyordu. 

Ve

Alman ırkının üstünlüğü adına Volga kıyısına kadar gitmiş o adamların, cansız bedenleri üstünden rüzgar kar süpürürüken, ardında bıraktıkları kadınların her biri, çökertildikleri izbelerde çığlık çığlıktılar:

“Tepemizde bir müttefik uçağının olmasındansa, karınlarımızda, Rus piçlerine razı gelmiştik“ diye anlatacaklardı uğradıkları tecavüzleri.  

Tamtama hırsla indirdiler tokmağı: 

“Memed, Efrin’e !”

Memed’in babası, it bağlasan durmaz bir döküntüde, itten hallice, elin eskilerini giyerek

ve

yaz sıcaklarında kavrulup, kış soğuklarında tamı tamına bir it kadar titreyerek yaşar. Ağzı dişsiz, gözlerine perde inmiştir. Sofrada ekmeği bir parça ve de kurudur ve itin önüne atsan yemez.

“Yürü Memed, deden de gittiydi Yemen’e !”

Çorak tarlasından taş, yün şalvarından diken ayıklardı. El-ayak bi tamam gitti dedesi Memed’in,  tarlası avuç kadardı.

Döndü kol çolak, bir ayağı topal.  

Döndü, yarısına konmuşlar tarlanın, bir de karısını almışlar ocağından. Döndü, yöre beyleri alemlerde çengi diye oynatırlar kadını..

Giderken itten aç, yılandan çıplaktı, döndü, tok buldu itleri, yılanları giyinik. Bit kırardı Yemen’deyken, oturdu köhnesine, bit kırdı yine. 

“Yürü Memed Efrin’e, talan var !”

Çürümüş zeytin tanesini dişsiz ağzında bir o yan, bir bu yan geveleyip durur anası Memed’in, yiyemez. Ağrıyan boynuna ilaç diye, bir çay bardağı zeytinyağını kırk kapıdan dilenir, bardak boş döner gerisin geri.

“Yürü Memed Efrin’e,

yürü talan var ! Teneke teneke zeytin, varil varil  de yağ !” 

Taka reisi Ahmed’in harami oğlu, izzeti itibar için,  bir saray daha çıkacak,

yürü !

Gittiği seferden, bir tabut içinde döndü Memed. 

Öldü.

Zeytinyağını kimlerin sofrası için talan ettiğini bilmeden öldü. 

Aptallığı, babasının yoksulluğu kadar büyüktü; babasının yoksulluğu, muktedirin günahı kadar büyüktü; muktedirin günahını, ancak büyük bayraklar kapatırdı. Durduk yere çoğalmaz, durduk yere büyümez bayraklar; bilemeden öldü Memed.

Onu bir musalla taşına yatırdılar. Pahalı pardesüler içinde, bileklerinde rüşvetten saatleri,  bıyıklarında zeytinyağı, ayaklarında ayakkabıları pırıl pırıl parlayan adamlar, gelip saf saf durdular önünde. Büyüklük edip, ona haklarını helal ettiler.  Cennette köşk döşeyip, hurilerle başgöz ettiler. 

“inna lillahi ve minnetle inna ileyhi raciun. vatan sağolsun!” babasına da ellerini öptürüp, ayrıldılar oradan.

İlginizi çekebilir