Ömer Çiftçi: Saklı Öyküler

Medeniyetin beşiği Mezopotamya’da yüzyıllardır gözyaşı, zulüm ve ölümün eksik olmadığı bu topraklarda bir halkın yarım kalmış hikayeleri umutlarıyla yeşeriyor. Sancılı günlerin eksik olmadığı bir halkın dramı, sevginin o devasa gücünden koparılarak nefretin tohumları atıldı toprağımıza…

Sevdalar ve mutluluklar bir göç yaşamıştı kendince, hüzün ise bir put gibi işlenmişti yazgımıza. Tükenen yarınları yargılamak ve her defasında geçmişin aynasında tükenen yarınları yargılayarak seyrederiz kendimizi. Tarihi bir başka dilde yaşamak, gökkuşağından renkleri çalıp kendi türküsünü yakan ağıtlar, halen saklı dilimizde…

Her ne kadar Mezopotamya’nın kanla yıkanmış toprakları her defasında yaşartsa da gözlerimizi, sözlerimiz taşındı çeyiz sandıklarına gizlice… Dostluğa uzanmayan hoyratça ellerin sınırlara çekilmiş, işkenceci tellerin gölgesinde düşlüyoruz barışı ve yarınları…

Bir halk küllerinden doğacaktı elbette ve baharı hiç bitmeyecekti Dicle’nin isyanlarında… Bu halk bin bir derdin arasında umutlarını, yarınlarını zulmün karşısında defalarca muhafaza etmiş. Oysa birbirimize şah damarı kadar yakındık, ateşle biraz daha alev aldık.

Bir serçenin ötüşü nasıl rahatsız eder bu tabiatı. İnsan insana nasıl bu kadar tahammülsüz ve önyargılıdır halen…

Bir annenin ağıdı güvercinler duymaz olmuş, tarihin kanadı kırılmış, sayfalar kan kokusu… Kana bulaşan ellerle masum insanlar sevilemezmiş. Bir sevgiliye dokunulamazmış, bilemediler. Bir halkın barış elini uzatmasına kulaklar duyarsız, adımlar ise hep ürkek. Beyinler çoraklaşmış, farklı aidiyetlere tahammüller kalmamış. Kadim coğrafyada dile vurulan kilitler kırılmayı bekliyor.

Adaletin nehir olup akmadığı bu topraklara, uzunca bir zamandır zulüm kök salıp çölleştiriyor bedenleri ve zihinleri… Nedir bu kutsal inadın davası, hep zihninin kıvrımlarını yoran? Herkese yetecek genişçe topraklar üzerinde soluduğumuz hava mı azalacak?

Söyleyin… İçtiğimiz kahvenin tadı mı değişir?

Günbatımının o güzel kızıl görünümü solup gider mi?

Hayallerimiz farklı olmayacak mı hiç?

Kader bizi yan yana yaşamayalım mı dedi.

Sizi bir halktan büyük kılan o yüksek, ulaşılmaz zannedilen zeplin şişkinliğindeki egonuzu sorgulayın derim.

Bu topraklarda yüzyıllardır bitmeyen, tükenmeyen kanlı öykülerin sürüp gitmesine daha ne kadar gözler kör, kulaklar sağır, diller lal olacak.

Ölümü kapıya getirip kirli emellerine alet etmek, nefretin tohumlarını getirmekten başka nedir? Neden eşit olmayacakmışız.

Halkın gözyaşları Kürtçe aktığı için mi eşit olunamıyor.

Bu evrende herkese yetebilecek kadar soluyabileceği hava var.

Bırakalım bu bencilliği de vicdanımız iç muhasebesini yapsın.

Belki birbirini anlamayan kafalar, ideolojik kabuklarından çıkar umut ışığı olur…

Bir halkın saklı öykülerine kulak ver…

İlginizi çekebilir