Oktay Candemir: Ve kan akardı derelerimizden

Türkiye’nin batısında, ‘Dere geliyor dere, kumunu sere sere, al beni götür dere, yarin olduğu yere’ diyerek sevda türküleri yakılan, bulaşık ya da çamaşır yıkanan dereler,  ülkenin doğusunda ise ‘kanlı dere’ oluyor ve içinden  ‘kan akan derelere’ dönüşüyordu.

Çünkü doğu coğrafyasında dereler katliamlarla özdeştir. Bu yüzden şiirlerde, klamlarda hep neval, Türkçe adıyla dere ismi sık geçmektedir. Dereler Kürtler için ağıttır, çığlıktır ve üzerine kan sıçramış toplumsal hafızadır.

Türkiye’nin ünlü siyaset ve devlet adamlarından İhsan Sabri Çağlayangil, Dersim Katliamı’nda Munzur deresinde öldürülenler için “ Uzun boylu, insan güzeli, göğüslerinden kıllar sarkmış, kumral, koyu kumral kişiler; heybetli adamlardı.” diye yazmıştı.

Ahmed Arif, ’33 Kurşun’ şiirinde, “Vakitlerden bir sabah namazında/ Tenhaydı, tenhaydı vakitler/ Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı/ Vurulmuş dağların kuytuluk bir boğazında (derelerinde) vakitlerden bir sabah namazında” dizeleriyle Kürtlerin en yakın dereye götürülüp kurşuna dizilmesini anlatmıştı.

1930 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nin ‘ Zilan deresi lepalep cesetle doldu’ manşeti ile duyurduğu Zilan katliamının üssü olan Zilan Deresi bugünlerde yapılması planlanan HES ile gündeme geldi. 

Ama bizim konumuz Kürt coğrafyasında bulunan derelerin tanıklık ettiği katliamlar ve derelerin bu anlamda Kürtler için neyi ifade ettiğidir…

Kürtler tarihte birçok katliam gördü… 1930’da Zilan, 1943’te Sefo Deresi, 1990’larda Siirt Kasaplar Deresi, 1938’de Munzur Deresi katliamları bunlardan birkaç tanesi… Ortak özellikleri ise derelerde yaşanması… ‘Bir kuşluk vakti’ en yakın derelere götürülen Kürtler kurşuna dizilirdi.

Hatta Kürt coğrafyasında katliamların yaşandığı bazı küçük derelere ‘Cenderme Deresi’ dahi denilmektedir.

Kürt derelerini 1961 yılında henüz 12 yaşında iken gözaltına alınan ve bir derede kurşuna dizilmekten tesadüf eseri kurtulan Cemil Candemir’e sordum…

Onun anlattıkları bize derelerin Kürtler için ne anlam ifade ettiğini net bir biçimde ortaya koyuyor.

1960 yılında yaşanan askeri darbenin ardından Van’ın Özalp ilçesinde son yılların en sert kışı yaşanmaktadır. Hem asker baskısı hem soğuk havalar nedeniyle köylüler evlerinden dışarı bile çıkamamaktadır. 

1960 darbesinden 17 yıl önce yaşanan 33 kurşun katliamının izleri henüz silinmemiş ve askerlerin sık sık yaptığı köy baskınları da yeni katliamların yaşanacağına dair toplumsal bir endişeye ve travmaya dönüşmüştür…

MAMEDİK DERESİ

33 kurşun katliamının azmettiricisi Orgeneral Mustafa Muğlalı, Cumhuriyet tarihinde Kürt katliamları ile ilgili yargılanan ve idam cezasına çarptırılan tek askerdir. Muğlalının Demokrat Parti iktidarı döneminde idam cezasına çarptırılmasını ve cezaevinde yaşamını yitirmesini bir türlü unutamayan askerlerin amacı ise Özalplı köylülerden Muğlalı’nın intikamını almaktır.

Özalp’ta çete kuran ve yasa dışı işlere bulaşan ilçe kaymakamı Ali Öztök ise yargılanmaktan çok korkmaktadır ve derhal işlediği suçların üstünü örtmesi gerekmektedir. Bunun en kolay yolu da ilçede devlete karşı bir isyan tertibinin olduğunu Ankara’ya iletmektır. 

Molla Mustafa Barzani’nin bazı köylülere mektup yazdığını ve bu köylülerin ‘Kürtçülük’ faaliyeti içinde olduğunu jandarma komutanı ile paylaşan Öztök, durumu derhal Ankara’ya da bildirir ve ardından da ‘görülen lüzum’ üzerine operasyon başlatılır.

Askeri darbenin yarattığı iklimden de yararlanan askerler Çaybağı köyünde dört, Sarıköy’de üç, Mollatopuz köyünde üç, Çılık köyünde dört, Kapıköy’de üç, Saray’da bir, Kurucan’da iki olmak üzere toplamda yirmi bir köylüyü, “Barzani’nin faaliyetlerine destek verdikleri” gerekçesiyle gözaltına alır.

Gözaltına alınanlar arasında 12 yaşındaki Cemil Candemir de vardır. Şu anda 72 yaşında olan Cemal Candemir, 60 yıl önce yaşadıklarını, sahte bir mektupla kendisinin de aralarında bulunduğu 21 köylünün nasıl gözaltına alındığını şu sözlerle anlattı:

 “Mart ayı başlarıydı ve oldukça sert bir kış geçiriyorduk. Sobalarımızı yakmış, sofrada oturmuş köylüler ile birlikte aniden gelen haberle irkildik. Köy askerler tarafından kuşatılmıştı. Köylülerden Süleyman Candemir ve Kazım Candemir askerler tarafından el ve ayaklarına zincir bağlanmış biçimde köy meydanına getirildi. Askerler mermiyi namluya sürdü, şarjör sesleri 33 kurşun katliamını yaşamış köylülerde paniğe neden oldu.

‘Teslim olun’ çağrısı yapıldı, köyün çobanını dövdüler. Ben de buna tepki gösterdim. Askeri cemsenin komutanı ‘Bu çocuğu da alın zincirleyin’ talimatı verince beni de aldılar. Köylüler birbirine zincirle bağlandı. Orada bulunan annemin, ‘Oğlumun ne suçu var’ şeklindeki itirazına asker şöyle yanıt verdi, ‘Herkes bu işin bedelini ödeyecek. Çocuk, kadın fark etmiyor, biraz daha konuşursan seni de alırız’  dedi ve Sonra da annemi kolundan tutup yere fırlattı…” .

12 yaşında kurşuna dizilme korkusu yaşayan Cemil Candemir, o günleri anlatırken şöyle devam etti:

“Köylülerin el ve ayakları zincirli köylülerin gözleri bağlandı. Askeri aracın içinde köy köy dolaştırıldık, dolaştıkça da sayımız artıyordu. Birbirimize doğru bakmak, fısıldamak yasaktı. Sabaha doğru tabur kışlasında indirildik. O kış ayazında karanlık ve buz gibi bir odaya konulduk. Tıpkı 33 kurşun katliamında olduğu gibi sabahın erken saatlerinde askeri araçla yola çıkarıldık. Herkes kurşuna dizilmeye götürüldüğümüzü söylüyordu. Grubun içinde en yaşlı ve deneyimli olan ise Şirin Bilmez’di. Bana, ‘Sen küçüksün askerler sana pek bir şey demez, şu çadırın altından bak bakalım ne yöne gidiyoruz’ dedi. Askeri aracın arkası bir çadırla örtülmüştü. Ben de çadırdaki bir boşluktan nereye gittiğimize baktım. Van yönüne doğru gittiğimizi söyleyince tekrar uyararak ‘Quro baş bırêne’ (İyi bak) diye sinirlenince, bir daha baktım ve emin olduğumu söyledim. Bunun üzerine Şirin Bilmez, ‘Demek ki bizi Mamedik Deresi’nde kurşuna dizecekler’ dedi.”

‘DEREYİ GEÇTİK Mİ KURTULURUZ’

Bir süre sonra yeniden baktığını ve Bilmez’e Mamedik deresini geçtiklerini söylediklerini aktarınca, Bilmez’in yüzünün gülümsediğini anlatan Candemir, ” ‘O zaman kurtulduk, bizi öldürmeyecekler’ dedi. Bunun üzerine Süleyman amcam Şirin Bilmez’e ‘Neden Mamedik deresini bu kadar soruyorsun Şirin’ diye sordu. O da şu cevabı verdi; ‘Çünkü Kürtleri hep derelerde öldürürler. Munzur Deresi, Zilan Deresi, Sefo Deresi… O yüzden dereyi geçtik mi kurtuluruz dedim’ sözlerini söyledi…”

‘DERE GEÇİLİR VE KÖYLÜLER KURTULUR’

Şirin Bilmez’in dediği gerçeğe dönüşür ve köylüler iki ay cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılır, çünkü iddia edildiği gibi bir mektup bulunmamıştır. Candemir, hedefin ikinci 33 kurşun katliamı olduğunu ancak İsmet İnönü’nün kendi görevlendirmesine rağmen sahip çıkamadığı için çok üzüldüğü söylenen “Mustafa Muğlalı vakasını yeniden yaşamak istememesi” olabileceğini ifade ediyor…

‘AMCAMIN OĞLU MUSTAFA DIŞINDA BAŞKA BİR MUSTAFA TANIMIYORUM’

Askerlerin sürekli olarak kendilerini ölümle tehdit ettiğini belirten Candemir, “Askerler sorguda bana Mustafa Barzani’yi tanıyıp tanımadığımı sordular. Ben amcamın oğlu Mustafa dışında başka bir Mustafa tanımadığımı söyleyince çok sinirlendiler. Oysa ben gerçekten tanımıyordum ve hiç ismini duymamıştım. 13 yaşındaki bir çocuk nereden bilsin Mustafa Barzani’yi…” diyor.

Candemir’in anlattıkları bana bir kez daha Apê Musa’nın dokunaklı sesiyle okuduğu şiirini hatırlattı:

Ve kan akardı derelerimizden/Zilan, Munzur, Sefo, Nevala kasaba/Ve ülkenin bütün derelerinde/O iklimde kalırdı acılar/ duymazdığı bir Allah’ın kulu çığlımızı (…)

Ve bir de Türkiye’nin batısında neşeli türkülere konu olan derelerin Kürt illerinde ‚yasak saha‘ ilan edildiği ve keyfi bir şekilde kurşuna dizilen köylülerin üst üste yığılmış kemiklerinin kurda kuşa yem edildiği gerçeği geldi…

İlginizi çekebilir