Oktay Candemir: 300 Kürdün Sınırda ‘Münferit’ Ölümü

İbrahim Baykara ve Şefik Bağa çocukluktan başlayan dostluklarını 50 yaşına kadar sürdürmeyi başardılar. İkisi de Çaldıran’ın İran sınırındaki Yücelen Mahallesi Çilli mezrasında yaşıyorlardı.

Birlikte gittikleri İstanbul’da inşaatlarda çalıştıkları sırada şakadan boks maçları yaptıklarında biri Muhammed Ali, biri Mike Tyson olurdu.

Hatta İbrahim Baykara can dostu Şefik Bağa’nın 15 yaşında ki oğlunu görünce ‘Yeğenim gel buraya’ çağırırdı.

Azat’ta onu çok sever İbrahim Amca diye hitap ederdi…

Bu dostluk ve yakınlık bir ay içinde aynı yerde yaşanan üç ayrı felaketle sonuçlandı.

Daha 15 yaşında olan Azat Bağa, 16 Temmuz 2020 tarihinde Yukarı Çilli’ye (Çilla Jor) bölgesinde açılan ateşle ağır yaralandı. Azat Bağa, yaşadıklarını Mezopotamya Ajansına şöyle anlatıyordu:

“ Koyun otlatmaya çıkmıştım. Askerler beni görüyorlardı, zırhlı araçtan ateş açıldı. Buna rağmen arkalarına bakmadan çekip gittiler. Ben de yaramın sıcak olması nedeniyle ağrı hissetmiyordum. Yürüyerek amcamın evine gidip vurulduğumu belirttim. Amcam beni özel aracıyla Çaldıran Hastanesi’ne götürdü.“

Van Valiliği Azat Bağa için açıklama yapma gereği bile duymadı. Olay devlet kayıtlarına ‘Münferit bir hadise’ olarak geçti.

Azat belki de şans eseri kurtulmuştu ama ‘Amca’ dediği İbrahim Baykara onun kadar şanslı değildi.

Azat Bağa’nın vurulmasının üzerinden daha 20 gün geçmeden 4 Ağustos 2020 tarihinde amcam dediği İbrahim hudut hattında açılan ateş sonucu öldürüldü. Van Valiliği derhal açıklama yaptı. “ Hudut hattında kalaşnikof tüfekten açılan ateşle öldürülmüştür. Hudut birliklerimizde kalaşnikof tüfek kullanılmamaktadır.”

Valilik için önemli olan yoksul köylünün ölümü değildi. “ Ben vurmadım, İran askerleri vurmuşsa onu bilemem” mealinde bir açıklamaydı bu. Bir devlet kendi yurttaşlarının başka bir devletin askerleri tarafından öldürülmesine ‘Gık’ bile demiyordu.

Azat’ın amca dediği insan ‘Dağların kuytuluk bir boğazında’ kafasına isabet eden kurşunlarla öldürülmüştü.

Bu olayın üzerinden 2 ay geçmişti ve acılar hala tazeyken bu defa da Azat’ın babası Şefik Bağa oğlu Azat ve can dostu İbrahim Baykara’nın vurulduğu yerde İran askerlerinin açtığı ateşle öldürüldü.

33 Kurşun katliamı yaşandığı sırada 11 yaşında olan Bedile Ana ile 2014 yılında yaptığım röportajda bana şunu söylemişti: Devlet 33 kurşunda babamı, 2006’da kaçakçı diyerek oğlumu öldürdü.

Kuşaktan kuşağa, nesilden nesile yaşanan ve hiç değişmeyen bir trajedidir bu. Sınırda korkunç bir durum yaşanıyor ve bunu kimse önemsemiyor. O sınır boylarında ölen yiğitler haber bile olmuyorlar ajanslara.

Son 20 yılda İran sınırında bulunan Özalp, Çaldıran, Saray ve Başkale köylerinde 300’den fazla Kürt, ‘Kaçakçı’ oldukları gerekçesiyle öldürüldü. Bütün bu cinayetler yargıya taşındı ama hiçbirinden sonuç alınamadı.

Ne garip ama değil mi?… (Yanlış anlaşılmasın,. Onlar da ölsün) diye söylemiyorum ama her gün yüzlerce Afgan, Pakistan, Bangladeş uyruklu mülteci o sınırdan ellerini kollarını sallayarak giriş yapıyorlar. O sınırı sadece Kürtler mi ihlal ediyor?

Buradan devleti yöneten herkese şu soruyu sormak istiyorum: Yunanistan sınırında askerlik yaptığım için biliyorum. O sınırın nasıl ihlal edildiğine defalarca şahit oldum. Sınır ihlalinde bulunduğu gerekçesiyle bir tane T.C vatandaşı (Trakyalı) o sınırda Yunan askerleri tarafından öldürülse böyle sessiz kalır mıydınız?

‘Hayır, asla sessiz kalmazdık’ diyen iç sesinizi duyar gibiyim. Evet, sessiz kalmazdınız biliyorum ama neden 300 kişinin İran sınırında öldürülmesine sessiz kalıyorsunuz?

Kaçakçılığın cezası ölüm müdür, hudut kanununda böyle bir madde mi var? Hudut ihlalinde bulunmuşsa eğer, askerler o kişiyi beş dakikada yakalar ve yargıya teslim edebilir.

Zaten 1988 yılında çıkan ‚Kara Sınırlarını Koruması ve Güvenliği hakkında ki kanun’un 2. Maddesinde aynen şunu söylüyor:

“ Gümrük hattındaki giriş ve çıkış kaçakçılığı ile kara sınırları boyunca tesis edilen birinci derece askeri yasak bölge içerisinde suç teşkil eden eylemleri önlemek, suçluları yakalamak, bu bölgede işlenen meşhut suç faillerini ikinci derece askeri yasak bölgede de takip etmek ve yakalamak, failler hakkında zorunlu yasal işlemleri yapmak, yakalanan kişi ve suç delillerini ilgisine göre mahalli güvenlik kuvvetlerine teslim etmek”

Kanun bu kadar açıkken neden İran sınırında uygulanmıyor? İran askerleri tarafından öldürülen bunca insanımız için İran devletine tek bir kınama gönderildi mi?

İran devleti nasıl bu kadar pervasız davranabiliyor?

Ben şu ana kadar “ sınırda kaçakçılık yaptıkları tespit edilen bir kişi yakalanarak yargıya teslim edildi” diye bir haber duymadım. Bakmayın öldürdükleri için ‘Kaçakçı’ demelerine, o insanların İran tarafında akrabaları var, dostları var.

Aslında iki tarafın bu konudaki suskunluğun ve uzlaşmanın temeli 1649 Kasr-ı Şirin antlaşmasına dayanıyor. Dolayısıyla arada kalan Kürtler de en ufak bir sınır ihlalinde iki tarafından açılan ateşle öldürülüyorlar.

Aslında iki devlet için mesele şudur: Sınırın İran tarafında da, Türkiye tarafında da Kürtler yaşıyor. Ve Kasr-ı Şirin antlaşması ile bu insanlar birbirinden koparılmıştır. Bunun devamı için de ‘Gereken tüm tedbirler’ alınmaktadır.

Keza 33 kurşun katliamının İran’da Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin ilanının hemen öncesinde gerçekleşmesi birbirinden bağımsız olarak değerlendirilemez. 33 Kurşun katliamı devletin İran sınırında yaşayan Kürtlere ‘Ayağınızı denk alın’ mesajıdır.

Evet, 20 yılda 300’e yakın Kürt, İran hudut boylarında vurularak öldürüldü. O kadar öldürdüler ki herkes bunu gayet normal bir durummuş gibi algılamaya başladı. Bu durum normal görüldüğü sürece daha çok İbrahim, Şefik gibi insanlarımızı kaybetmeye devam edeceğiz. Şefik Bağa sınırda öldürülen ilk Kürt değildi ama öyle anlaşılıyor ki son da olmayacak.

Tüm bu olaylar resmi kayıtlara ‘Münferit bir hadise’ olarak geçmeye devam edecek.

İlginizi çekebilir