Nurten Ertuğrul: Diyanet’in Fethi veya Laf-ı ziyan

Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşadığı sosyal çalkantı, toprak kayıpları ve işgaller; dönemin aydınlarını bir araya getirmiş ve ortak mücadele kararı aldırmıştı. Karar doğrultusunda verilen mücadele başarıya ulaşmış ve Cumhuriyeti kurma aşamasına gelinmişti.

 “Üç Tarz-ı Siyaset” (Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük) ile yola çıkanlar bir süre sonra yarı yolda kalmış “ortaklık buraya kadar” demiştiler. Bu karar o dönem çatlayan zeminden bir yaralı bilinç ortaya çıkarmıştı.

Yaralı bilinç (Şuur) Sadi Şirazi’nin söylediği gibi ak sütün içinden ak kılı çıkartacak hassasiyete sahip olmalıyken, siyah ipi ak sütün içinde göremedi.

Batıcılık, Milliyetçilik ve İslamcılık kararları bu toprakların ruhuna uygun olmadığı için bir asırlık savrulmayı da beraberinde getirdi.

O Anadolu ki binbir dil, ırk ve milleti bağrında yaşatırken “tek millet” özünde asla kabul edemedi, çünkü “Görgülü kuşlar gördüğünü işler.” cümlesini şiar eden herkesin hayat tarzı olmuştu.

Bundan dolayı Hırvat ve Sırp’ların yaşadığı kanlı bıçaklı durumlar çok şükür ki yaşanmadı. Çünkü şuurlarda olan “Allah’ın yarattığını reddetmek kimin haddine” bilinciydi. Bu da toplumun temel tutkalıydı.

“Üç Tarz-ı Siyaset”in diğer bir ayağı da Batıcılık’tı. Batı dünyası kendi tarihini koruyup “iyiye” dair tüm hayat normlarını hayata geçirmişken, Müslüman dünyası batının sadece teknolojik araç gereçlerini almakla kaldı.

Batı kendi Ortaçağını yaşarken, talan ederken, din savaşlarının başını çekerken, Müslüman dünya  binlerce kitaba sahip kütüphaneler kuruyor, tercümeler yapıyor ve filozof yetiştiriyordu.

Müslüman dünya bir dönemin altın çağını yaşarken, dünyaya yön verirken birden bire hurafenin gölgesine, bilimin ötesine savruldu.

Korona süreci ile yeni bir teknolojik döneme geçen dünya, yeni dünya düzenine hazırlık yaparken, bizim diyanet ise camileri fethetmeye kalkıyor.

“İslamcı Türkçü, Osmanlıcı Üç Tarz-ı Siyasetin’’ de gerisine savrularak, mevzuyu çok yanlış bir yerden okuyor. 

Cuma günü Ayasofya’da fetih suresi okunmasına karar veriyor. Peki neden? Bu nerden icap etti? Bunun korona ile ne alakası var?

Aslında her şey gelip dolaşıp Üç Tarz-ı Siyaset e dayanıyor. Milliyetçi İslamcı duygulara hitap eden her yol mubah oluyor. Diyanet İslamın emrinden çıkıp “Üç Tarz-ı Siyaset”in buyruğuna giriyor.

Batı dünyası, Hristiyanlar mı korona sürecinde camilerimizi kapattı da siz Ayasofya’da fetih suresi okuma kararı alıyorsunuz. Bu neyin cevabıdır? 

Aslında cevap belli.. Ülke yıkılsa, ekonomi batsa, camiler kapansa da verilecek cevap klişe bir ezberdir:

“Ezanlar susmayacak, bayrak inmeyecek”

Bu cümlenin kullanışlı konforuna iman eden güruhlara koronadan,sorumluluktan, alınan tedbirlerden bahsetmeye ne gerek var? 

Ne de olsa Ayasofya’da fetih suresi okunacak..mesele hallolmuştur.!!

Diyanet şu soruya cevap vermelidir: “Camiler şimdiye kadar kimlerin işgalinde idi ki şimdi fetih ediliyor..?”

Aslında bunun cevabı belli .Diyanet bugüne kadar nasıl milli fetvalar verdiyse bugünkü tavrı da bu geçmişteki tavrın tezahürüdür..

Diyanetten beklenen toplumsal sorunlara çare olacak tutum içinde olması ve Cuma namazı ayeti ruhuna uygun fetvalar vermesidir.. Mehmet Görmez gibi emekli olduktan sonra hak dairede konuşmanın bi faydası yoktur. Önemli olan “makam”da iken bunları söylemektir. 

Söz kuvvetli iken, esas olan tavır almaktır. Yoksa gerisi laf salatasıdır.

Gerisi lafı ziyandır…

İlginizi çekebilir