Nuri Fırat: HEP’ten Yeşil Sol Parti’ye; Kürt Siyasetinin 33 Yılı 

Erdal İnönü’nün liderliğini yaptığı Sosyal-Demokrat Halkçı Partinin (SHP) İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Eren, 19 Ocak 1988’de Mecliste gündem dışı söz almış ve “Kürt sorunu bütün yönleriyle ele alınarak, gerçekçi çözüm önerileri üreterek, sorunu tüm detaylarıyla tartışmak gerekir. Kürtlerin varlığı sürekli yadsınmıştır. Yasalarımız Doğu’da farklı, Batı’da farklı uygulanmış ve yorumlanmıştır” demişti. Eren konuşmasının devamında, “Kürtlerin kendi dillerini konuşmalarının ve yazı yazmalarının yasaklandığını, Yunanistan ve Bulgaristan’da Türk azınlığına karşı yapılanların kınanmasına karşın Türkiye’deki azınlık haklarının hiçe sayıldığını” da dile getirmişti. 

Eren Meclis kürsüsünde bu konuşmayı yaptıktan sonra, bugün de pek alışık olduğumuz manzaralar yaşanmıştı; partisindeki arkadaşları dahil Meclisteki iktidar-muhalefet milletvekilleri sert sözlerle Eren’i protesto etmiş ve hatta kavga bile çıkmıştı. Bazılarına göre de Eren’in bu konuşmayı yaptığı gün Meclis tarihinin en karanlık günü olmuştu. 

Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, “Bu sözleri tasvip etmek mümkün değildir. Çünkü o Türk milletinin vekilidir, bölgenin değil” demişti. Başbakan Turgut Özal ise, Eren’in konuşmasını dış güçlere bağlamış ve “Aynı ayrımı bir milletvekilinin yapması ve dış güçlere alet olmasını üzüntü ile karşılıyoruz” demişti. 

Eren’in üyesi olduğu SHP’nin lideri Erdal İnönü de bu sözlerin kabul edilemeyeceğini belirtmiş ve fakat Eren’in sözlerinin yanlış anlaşıldığını da eklemişti. Nitekim Eren de ertesi gün tekrar Meclis kürsüsüne çıkmış ve Meclisi yöneten kişinin bir kez daha bölücü sözler söylememesi gerektiği yönündeki uyarısını da dikkate alarak, sözlerini tekzip etmişti. 

1990’lara doğru gelinirken Mecliste bir anlığına yaşanan bu korku filmi fragmanı aslında sonraki yılların bir habercisiydi de. Ve Kürt meselesi kabusu günümüze dek bu Meclisin yakasını bırakmayacaktı; en hararetli tartışma konularından biri Kürt meselesi olagelecekti. Bu bir sonuç doğurdu mu, yani bir çözüm falan getirdi mi, bu ayrı bir tartışma, fakat Kürt meselesi Türk Meclisinin en önemli gündemlerinden biri olmaya başlamıştı. 

1990’lardan sonra Kürtlerin Türk Meclisine olan ilgisi, önceki dönemlerden tamamen farklı nedenlere dayanır. Daha net bir tarih aralığından söz edilecek olursa; Mustafa Kemal’in liderliğini yaptığı 1920-1923 aralığındaki Birinci Meclis hariç, 1923-1990 aralığında faaliyet yürüten Türk Meclisinde bir şekilde yer almış olan Kürt vekillerin ya da “Kürt kökenli” vekillerin doğrudan Kürtlerin hak ve özgürlükleriyle ilgili oldukları söylenemez. Zaman zaman Kürt kimliğini dile getirenler, Kürtlerin yaşadıkları bazı sorunlardan söz edenler olmuştur. Ancak bu kişilerin doğrudan Kürt muhalefetinin bir temsilcisi olarak Türk Meclisinde bulunduklarını ve buna göre hareket ettiklerini ileri sürmek gerçekçi değildir. Bununla birlikte 1960’lardaki kısa süreli Türkiye İşçi Partisi (TİP) deneyimini muhtemelen bir nebze bu varsayımın dışında tutmak gerekebilir. Ancak 1990’lara gelindiğinde ise, bizatihi Kürt muhalefeti olarak konumlanan, Kürtlerin hak ve özgürlüklerini temel gündemi olarak belirleyen ya da Kürt meselesinin çözümünü her şeyden daha öncelikli bir siyasi meşguliyet olarak ele alan partiler ve bu partilerin Kürt temsilcileri Türk Meclisinde boy göstermeye başlamıştı. Bugüne kadar süregelen bu geleneğe göre, Türk Meclisi Kürtler adına söz söyleyebilmenin, siyaseten etkili olabilmenin ve haliyle Kürtlerin hak ve özgürlük meselelerinin çözülebilmesinin önemli bir mecrasıdır. Sözünü ettiğim bu gelenek, Halkın Emek Partisi (HEP) ile başlayan ve bugün Yeşil Sol Parti ile devam eden gelenektir. 

Öncelikle legal Kürt partilerinin ortaya çıktığı 1990’ların biraz önce de özetle değindiğim geçmiş deneyimlerden oldukça önemli farkları vardı.

Her şeyden önce 1990’larda ilk kez doğrudan Kürt meselesiyle ilgili partiler kuruldu ve kısa süreliğine de olsa Mecliste temsil edildi. Bu partiler Kürt meselesinin çözümü konusunda federasyondan halkların kaderlerini tayın hakkının tanınmasına, bölgesel özerklikten demokratik birliğe kadar çeşitli siyasi yollar önerdi; bununla birlikte bütün bu partiler Türkiye’nin demokratikleşmesi görüşünü de korudu. 

Legal Kürt partilerinin kurulması ve Mecliste temsil edilmeleri Kürtlerin şiddet hareketiyle ortaya çıkan ayrılıkçı eğilimlerinin dışında da bir tercihe sahip olduklarının göstergesi oldu. Her ne kadar 1990’lar boyunca bir yandan şiddete başvuran örgüt ve savunduğu eğilim varlığını koruduysa da, öte yandan Türkiye’nin bütünlüğü içinde demokratik siyasi yollardan da Kürtlerin haklarının savunulabileceğine ilişkin bir arayış olarak legal Kürt partileri sahneye çıktı.

Legal Kürt siyaseti Kürt meselesinin çözümü açısından önemli fırsat oldu. Mecliste yasal zeminde bulunmaları Kürt siyasetçileriyle diyaloğun geliştirilmesi ve şiddet ortamının durdurulması açısından önemliydi. Ancak bu önemli fırsatın en başta devlet tarafından değerlendirildiği söylenemez. Aksine Kürtleri şiddet yöntemleri dışında herhangi bir seçeneklerinin olmadığına ikna edercesine bu legal partiler sistematik baskıya maruz bırakıldı, bölücülükle suçlandı, kapatıldı ve siyaset sahnesinin dışına itildi.

Devletin klasik sert tepkileriyle karşılaşıp büyük bedeller vermek zorunda kalsalar da Kürtler legal siyaset arayışlarını durdurmadı; aksine 1990’da HEP’le başlayan gelenek geri dönüşü olmayan bir sürece yol açtı. Kürtler artık her şeye rağmen legal siyaset sahnesindeydiler. 

 

Halkın Emek Partisi (HEP)

12 Eylül 1980 Darbesi sonrasında mevcut sistem partiler açısından bile iyiden iyiye siyaset yapmak zorlaştırılırken, Kürtlerin haklarını gündeme getirecek bir partinin kuruluşu ise imkansızlaştırıldı. Bu nedenle 1980’lerin ikinci yarısında legal siyasette yer almak isteyen Kürt siyasetçiler, Kürtlerin haklarına duyarlı olduğunu düşündükleri siyasi partilerde yer almayı tercih etti. SHP bu açıdan en önemli adres oldu. SHP içinde demokrat, liberal veya solcu kimliklikleriyle tanınan ve Kürtlerin taleplerini dinleyebilen kadroların varlığı Kürt siyasetçilerin bu partiyi tercih etmelerinde etkiliydi. 1987’deki genel seçimde SHP listelerinden Kürdistan’ın çeşitli illerinden Kürt kimliğini önceleyen isimler seçilerek Meclis’e girdi. 

TİP gibi Kürt siyasetinin gelişmesi için platform işlevi görse de SHP’de Kürt meselesinin dillendirilmesi çok kolay olmadı. Bunun bir örneğini yazının girişinde verdim; SHP’li Mehmet Ali Eren Meclis’te Kürt meselesinden söz etmişti ve karşılaştığı linçin ardından bir gün sonra sözlerini geri almak zorunda kalmıştı. Bir yıl sonra ise daha dikkat çekici gelişmeler yaşanmıştı. 

1989’da Türkiye-Avrupa Ortak Parlamento Komisyonu’nda SHP’nin Malatya Milletvekili İbrahim Aksoy’un Türkiye’de Kürt meselesinin olduğunu söylemesi SHP ile Kürt siyasetçilerin karşı karşıya gelmesine yol açtı. Diğer siyasi partiler ile basın SHP’yi bölücülükle suçlayınca, Aksoy ihraç edildi. 

Aksoy’un ihracının, kısa süre sonra, yani 14-15 Ekim 1989 tarihleri arasında gerçekleşen Paris Kürt Konferansı’ndan önceye denk gelmesi dikkat çekiciydi. Çünkü bu konferansa parti lideri Erdal İnönü dahil SHP’deki Kürt milletvekilleri de davetliydi ve Aksoy’un ihracıyla bu konferansa katılacak vekillere gözdağı verilmek istendiği izlenimi ortaya çıktı. Ancak buna rağmen milletvekilleri Ahmet Türk, Mahmut Alınak, Adnan Ekmen, Mehmet Ali Eren, Salih Sümer, İsmail Hakkı Önal ve Kenan Sönmez ile ihraç edilen İbrahim Aksoy konferansa katıldı. Bunun üzerine 17 Kasım 1989’da bu 7 milletvekili SHP’den ihraç edildi. İhraçlara tepki gösteren 12 SHP’li milletvekili ise istifa etti. 

Kürt milletvekilleri bazı sol ve liberal görüşlü kişilerle birlikte yeni bir siyasi oluşum için arayışlara başladı. Bu amaçla Yeni Demokratik Oluşum adıyla bir araya geldiler. Ancak bu oluşum uzun ömürlü olmadı, özellikle Kürt meselesine ilişkin ayrışan tavırlar nedeniyle dağıldı. 

SHP’den ihraç edilen milletvekilleri ile Kürt milliyetçiliğine yakın kişiler bu oluşumun ardından siyasi parti kurma yoluna gitti. Nihayetinde ilk legal Kürt partisi olan HEP 7 Haziran 1990’da kuruldu ve SHP’den istifa eden 19 milletvekilinden 11’i HEP’e katıldı.

Kürt yanlısı kişiler ağırlıkta olmasına rağmen HEP Kürtçü görüntüsü vermemeyi ve Türkiye kamuoyuna seslenmeyi tercih etmiş olacak ki partinin genel başkanlığına solcu kimliğiyle tanınan Fehim Işıklar getirildi. Ancak bu durum HEP’in Kürt meselesine mesafeli olduğu anlamına gelmiyordu, aksine Kürt meselesini ana gündemi olarak belirleyen bir partiydi. 

HEP’in parti programında Kürt meselesinin var olduğu, Kürtlerin asimilasyona ve ayrımcılığa uğradıkları belirtildi. Hatta HEP’in programında halkların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesine bağlılık bildirildi ve Kürt meselesinin çözümü için federasyon ve benzeri yolların destekleneceği kaydedildi.

Bununla birlikte pratik siyasette HEP’in Kürt meselesine bakışını ortaya koyması açısından somut bir örnek vermek isterim. Bu örnek, aynı zamanda HEP’ten bugüne bu parti geleneğinin Kürt meselesindeki yaklaşımının ne derece değiştiğini veya değişmediğini de ortaya koyacaktır. Aynı şekilde genel olarak da Türkiye’de Kürt meselesi çerçevesinde ne kadar yol alındığı da bu örnekle anlaşılabilir. 

HEP, 20 Ekim 1991’de yapılan seçimin ardından SHP ile kurduğu ittifak sonucunda Meclis’e milletvekili gönderebilmişti ve bu seçimden sonra 5 Kasım 1991’de Kürt meselesine dair pozisyonunu “Acil Talepler Deklarasyonu” ile duyurmuştu. Bu deklarasyondaki bazı maddeler şöyle: 

“Türkiye’nin sosyolojik gerçekliğine uygun olarak Kürt ulusal kimliğinin anayasa ve yasalar düzeyinde kabul edilmesi. 

“Kürt ulusal varlığının kabulü temelinde, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalara konmuş bulunan bütün çekincelerin geri alınması. 

“Kürt ulusulun çağdaş anlamda ifade edilmesi için dilini ve kültürünü yazılı ve sözlü olarak hayatın her alanında özgürce kullanabilmesi. 

“Anadilde eğitim hakkının sağlanması. 

“Radyo ve tv’de Kürt diliyle yayın hakkının sağlanması. 

“Kürt ulusal sorunu ve çözümünün bütün boyutlarıyla özgürce tartışılabileceği demokratik bir ortamın sağlanması. 

“Özel Tim’in bölgeden çekilmesi. 

“Kontgerilla örgütünün açığa çıkarılması ve dağıtılması. 

“Köy koruculuğu sisteminin kaldırılması. 

“Anti-terör yasasının yürürlükten kaldırılması. 

“Koşulsuz bir genel affın çıkarılması. 

“Cezaevlerinin insan hak ve onuruna yakışır bir duruma getirilmesi… 

“Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması ve sorumlularının cezalandırılması. 

“Adil bir seçim yasasının düzenlenmesi. 

“Boşaltılan, yakılan, yıkılan köylerin yeniden inşası ve sahiplerinin uğradıkları zararın tazmini.” 

Ana hatlarıyla esasında HEP’in nasıl bir Kürt siyaseti izlediği bu Acil Talepler Deklarasyonunda yer alan maddelerden de anlaşılabilir. 

HEP’in kuruluşundan bir yıl sonra erken genel seçim kararı alındı. 20 Ekim 1991 tarihi olarak belirlenen seçim kararı HEP açısından iyi olmadı. Çünkü siyasi partiler yasasının belirlediği biçimde bu tarih itibariyle HEP’in kurultayının üzerinden altı ay geçmemiş olacaktı ve bu nedenle HEP parti olarak seçimlere katılamayacaktı. İlginç olan ise şu, eğer seçim tarihi iki hafta daha geç olsaydı, HEP parti olarak seçime katılabilecekti. Bu arada parti olarak seçimlere katılsa bile HEP’in yüzde 10 barajını aşıp Meclise girmesi de mümkün görünmüyordu. 

Mecliste siyasete devam etmek isteyen HEP erken seçim kararı üzerine arayışlara girdi. Bir süre önce HEP’lilerin ihraç edildikleri SHP ile ittifak, bulunan yol oldu. SHP seçimde yüzde 20 oy aldı ve 88 milletvekilli çıkardı, bunlardan 22’si HEP adaylarıydı. Kürt meselesini ana gündemi olarak belirleyen ve şiddet ortamı devam ederken bir bakıma Kürt meselesinin siyasi yollardan da çözülebileceğinin adresi olan bir partinin bu kadar milletvekiliyle Meclis’e girmesi bir ilkti ve Kürtler için olduğu kadar Türkiye için de önemli bir fırsattı. Ancak kaybolan bir fırsat olacaktı.

Seçimden sonra Meclis açılınca HEP’in varlığı hiç de iyi karşılanmadı. 6 Kasım 1991’deki yemin töreninde Hatip Dicle Türklük vurgusunun olduğu yemin metnini baskı altında okuduğunu açıkladı. Leyla Zana ise, başındaki sarı – kırmızı – yeşil örgüyle yemin metnini okuduktan sonra “Min ev sond bo gelên Tirk û Kurd xwend” (Bu yemini Türk ve Kürt halkı için okudum) dedi. Mecliste sert tepkilere maruz kalan bu iki isim daha sonra SHP’den istifa etmek zorunda kaldılar. 

SHP ile ittifak devam ederken HEP’in genel başkanı kongresinde değişti, Kürt milliyetçiliğine yakın olan Feridun Yazar yeni genel başkan oldu. Yazar’dan sonra Ahmet Türk de bu görevi üstlendi. 

SHP’de Kürt kimliğine odaklı siyaset yapmak HEP’liler açısından oldukça zordu. Kürt meselesinden kaynaklı çatışmalar tüm şiddetiyle devam ediyordu, ağır can kayıpları yaşanıyordu, OHAL yürürlükteydi, her türlü hukuksuzluk yaşanıyordu, Kürtlerin haklarının tanınmasına yanaşılmıyordu ve bütün bunlar olurken HEP’lilerin de içinde oldukları SHP, Süleyman Demirel’in lideri olduğu Doğru Yol Partisi ile iktidar ortağıydı. Nihayetinde 1992 Newroz’unda Cizre, Şırnak ve Nusaybin başta olmak üzere birçok kentte devlet güçleri Newroz’u kutlamak isteyen Kürtlere saldırıp onlarca kişiyi öldürdü ve bu, HEP’liler açısından SHP ile kopuş için bardağı taşıran son damla oldu; 14 milletvekili istifalarını sunup HEP çatısı altında zorlu siyasete devam etti. 

HEP kurulduktan sonra Kürt meselesini öncelemesi nedeniyle sistematik saldırılara, karalamalara ve sert eleştirilere maruz kaldı. Bölücülükle suçlanan HEP’in çok sayıda mensubu gözaltına alındı, tutuklandı ya da faili meçhul cinayetlere kurban gitti. 1991’de Diyarbakır HEP İl Başkanı Vedat Aydın’ın öldürülmesi en iyi bilinen örnektir. Bütün bu yıldırıcı baskı ve saldırıların ardından HEP hakkında kapatılma davası açıldı ve HEP Anayasa Mahkemesi tarafından 14 Temmuz 1993’te kapatıldı. Böylece legal Kürt partilerinin aç-kapa dönemi HEP ile başladı. 

 

Demokrasi Partisi (DEP)

HEP’in kapatılacağının anlaşılması üzerine 7 Mayıs 1993’te DEP kuruldu. Nitekim HEP kapatılınca Meclisteki milletvekilleri DEP’e geçmişti. 

Yaşar Kaya ile Hatip Dicle’nin sırasıyla genel başkanlık görevini yürüttükleri DEP’in parti programı da HEP’inkinden farklı olmadı. Örneğin HEP’in yukarıda aktardığım 1991 tarihli deklarasyonunda yer alan maddeler neredeyse olduğu gibi bu kez 2 Ağustos 1993 tarihli DEP’in Barış Bildirisinde yer aldı. 

Kürt meselesine dair ısrar edilen söylem ve siyaset, Kürt siyasetçilere yönelik baskıların devam etmesi anlamına geldi. Üstelik baskıların dozunun neredeyse her zamankinden ve diğer bütün gelenek partilerinden daha fazla ve ağır olduğu da söylenebilir. DEP Milletvekili Mehmet Sincar Batman’da Hizbullah üyelerince öldürüldü, partinin genel merkezi devlet bağlantılı güçlerce bombalandı, birçok teşkilatı benzer saldırılara maruz kaldı, çok sayıda DEP’li zorla gözaltına alınıp kaybettirildi ya da faili meçhul cinayetlere kurban gitti ve çok daha fazlası da gözaltına alınıp tutuklandı. 

DEP’in yaklaşık bir yıllık Meclis serüveni ise oldukça dramatik bir sonla bitti. 2 Mart 1994’te bölücülük ve PKK üyeliğiyle suçlanan DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı ve ardından DEP’liler Meclis çıkışında polislerce yaka paça gözaltına alındı. Kürt toplumunun hafızasında önemli yer tutan DEP milletvekillerine yönelik bu muamele, aynı zamanda 1990’lı yılların simgelerinden biri haline de geldi. DEP yaşananlardan dolayı 27 Mart 1994’teki yerel seçimleri boykot etti. 

Tutuklanarak Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde (DGM) yargılanan DEP milletvekilleri hakkında hapis cezaları verildi. Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak 10 yıl hapis yattıktan sonra serbest kaldı. DEP de 16 Haziran 1994’te Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.

DEP’in kapatılması ve milletvekillerinin atılmasıyla, Kürt kimliğiyle ve Kürtlerin haklarını gündemine alarak siyaset yapanlar Meclisten dışlanmış oldu. Bu süreç Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) bağımsız adaylarla yeniden Meclise gireceği 2007 yılına kadar devam etti. 

Bu arada HEP’in kapatılacağının anlaşılması üzerine iki parti daha kurulmuştu: 25 Haziran 1992’de Özgürlük ve Eşitlik Partisi (ÖZEP), 19 Ekim 1992’deise  Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP)…

ÖZEP’in kuruluşu ile kapatılması adeta bir oldu. Çünkü parti kurulduktan hemen sonra Anayasa Mahkemesi’nde hakkında kapatılma davası açıldı. Bunun üzerine ÖZEP, HEP’e dahil olma kararı aldı. 

ÖZDEP hakkında ise kısa süre sonra HEP’in yedek partisi olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası açıldı. Bunun üzerine ÖZDEP yaklaşık 6 ay sonra kendini feshetti. Buna rağmen Anayasa Mahkemesi 23 Kasım 1993’te olmayan bir parti hakkında kapatma kararı verdi. 

 

Halkların Demokrasi Partisi (HADEP)

 

DEP’in Meclisten çıkarılması, dönemin başbakanı Tansu Çiller’in sözleriyle “DEP’lilerin Meclis’ten atılması”, Kürtlerin legal siyaset arayışını sonlandırmadı. Bu kez de 11 Mayıs 1994’te kurulan HADEP sahneye çıktı. Uzun süre Murat Bozlak’ın genel başkanlığını yaptığı HADEP de kendinden önceki partilerin programlarını neredeyse tekrarladı. 

HADEP’in ilk seçim tecrübesi ise, Aralık 1995’teki genel seçimler oldu, ki PKK boykot çağrısı yapmıştı. HADEP “Emek Barış ve Özgürlük Bloğu” adıyla bazı sol çevrelerle ittifak halinde seçime girdi. Kendi başına seçime giren ilk Kürt yanlısı parti olma özelliğini de taşıyan HADEP yüzde 4,2 oranında oy aldı, yani 1 milyon 171 bin 623 kişi HADEP’e oy vermişti. 

Elbette bu kadar oy bile başarı kabul edilmeliydi. Çünkü HADEP’in esas oy bölgelerinde OHAL uygulanıyordu ve her şey güvenlik esasına göre belirleniyordu, çoğu yerde sandıklar tek merkezde toplandı ve askerin gözetiminde açık oy kullanımı dayatıldı. Türkiye’nin geri kalan kısmında da baskı az değildi. Üstelik Kürtçülükle suçlanan ve her türlü baskıya maruz kalan bir partinin örgütlenmesi, propaganda yapması, seçim bölgelerinde ve sandık başlarında bulunması neredeyse imkansızdı. 

HADEP ikinci seçim tecrübesini ise 18 Nisan 1999’da aynı anda yapılan milletvekilli genel seçimleri ile yerel seçimlerde yaşadı. Genel seçimde yüzde 4,8 oy aldı, yani 1 milyon 482 bin 194 kişi HADEP’e  oy vermişti, önceki seçime göre 300 bin civarında bir artış söz konusuydu. Ve fakat yüzde 10 barajını aşamadığı için Meclise milletvekili gönderemedi. Öbür yandan HADEP, yerel seçimlerde yüzde 3,4 oranında oy almasına rağmen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere 38 belediye başkanlığını kazandı. 

Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği ve milliyetçi partilerin yükseldiği bir dönemde HADEP için büyük başarı kabul edilen bu sonuç, 1990’lı yıllar boyunca her yolla engellenen legal Kürt siyasetinin Mecliste olmasa bile bir şekilde yeniden siyaset sahnesine dönüşü demekti. Bu arada hatırlatmakta fayda var; HADEP’in Diyarbakır, Bingöl, Van ve Ağrı belediye başkanları seçildikten kısa süre sonra tutuklandılar, daha sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar. 

HADEP de önceki partilerle aynı kaderi paylaşacaktı. Anayasa Mahkemesi’nde 1999’da açılan dava 13 Mart 2003’te sonuçlandı ve HADEP de kapatılan partiler kervanına dahil oldu. 1994-2003 aralığında en uzun süreyle siyaset sahnesinde kalan Kürt partisi olma özelliğine de sahip olan HADEP’in üyeleri de baskı ve tutuklamalardan nasiplerini aldı. Örneğn HADEP’e yönelik en kapsamlı operasyonlardan biri 19 Kasım 1998’de yapıldı. Çok sayıda HADEP il ve ilçe binasına Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasını protesto ettikleri gerekçesiyle polis baskın düzenledi, 270’i yönetici olmak üzere 3 bin 215 kişi gözaltına alındı, bunlardan onlarcası tutuklandı. Ayrıca 1994-2003 arasında HADEP’in 33 üyesinin öldürüldüğü de kayıtlara geçti. 

 

Demokratik Halk Partisi (DEHAP)

 

HADEP’in Türk bayrağının indirildiği 1996’daki kongresinden sonra başlayan kapatma tartışmaları üzerine, bir tür alternatif olması amacıyla 24 Ekim 1997’de DEHAP kuruldu. Sırasıyla Mehmet Abbasoğlu ve Tuncer Bakırhan DEHAP’ın genel başkanlık görevinde bulundu. 

Her ne kadar 1990’larda kurulmuşsa da DEHAP’ın esasen siyaset sahnesine çıkışı 2002’den sonradır. Bu nedenle Türkiye’deki ana-akım Kürt hareketinin 1990’lı ve 2000’li yıllarda izlediği siyaset açısından bir tür geçiş dönemi özelliğine sahip olan DEHAP’ın 2000 sonrası programı ve siyaseti bazı bakımlardan öncekilerden ayrılır. Öcalan’ın İmralı’da dile getirdiği söylemlere uygun olarak DEHAP kadın haklarına, ekolojiye, Türkiye’nin demokratik birliğine ve benzeri konulara daha çok yer verdi ve Kürt meselesinde ise federasyon ya da ulus devlete dayanan çözüm yöntemlerini reddeden bir politik yaklaşımı ön plana çıkardı. 

Meramın anlaşılması açısından bu noktada DEHAP’ın parti programında yer alan şu maddeleri paylaşmak isterim: 

* Kürt sorunu; her şeyden önce, Türkiye’nin uzak ve yakın tarihi ile geleceğimiz açısından önemini, özgünlüğünü bugün de koruyan, ülkemizin en teme demokrasi ve özgürlük sorunu olmaya devam etmektedir.

* DEHAP, değişik etnik, kültür ve inançlara sahip vatandaşlarımızın barış içinde birlikte mutlu yaşamalarını amaç edinir. Farklı etnik yapı ve kültür kimliklerine sahip olmamız ve bu farklılıkların demokratik ortam içinde gelişme ve yaşam bulması demokrasimize güç katacaktır. Anadolu’nun etnik ve dinsel kültürel topluluklarını ortak bir üst kimlikle bir arada tutacak siyasi örgütlenmenin geliştirilmesi kaçınılmazdır.

* DEHAP, Kürt sorununda çağdaş, evrensel, uluslar üstü hukuk ilkelerine uygun olarak, eşit, anayasa yurttaşlık temelinde adil bir çözümü, ekonomik, politik, kültürel ve her alanda baskı ve eşitsizliği ret eden uygulamaları önermektedir. 

* Kürt sorunun demokratik çözümü, sistemin demokratikleşmesinin ön koşuludur. Bu nedenle Kürt Çözüm Projesini aynı zamanda Türkiye Demokrasi Projesi olarak görmek gerekir. 

* Çok kültürlü bir geçmişi ola n ülkemizde çoğulcu yaklaşım, resmi düzeye de yansımalıdır. Farklı kimlikliler, ‘Türkiye Vatandaşlığı’na sahip yurtseverler olabilme olanağına kavuşmalı, kendi dilleriyle okuma, yazma ve yayın yapma önündeki yasal ve pratik engeller ortadan kalkmalıdır. 

* DEHAP, ülkemizin belli başlı sorunlarından olan Kürt Sorunu nu çözmeye adaydır ve bu sorunun çözümünde de, demokratikleşme ve ekonomik kalkınma sorunlarının çözüm yaklaşımında olduğu gibi, yurttaşların siyasal karar alma süreçlerine katılımını esas alır. Devletin tüm kurumlarının bu doğrultuda demokratikleşmesini zorunlu görür. 

* Cumhuriyetin kurucu öğelerinden olan Kürtlerin, Cumhuriyetin demokratikleşmesi sürecinde de kurucu öge olarak yer almasını sağlayacak bir çerçeveye sahip olmak gerekmektedir. 

* Köye dönüş önündeki yasal ve fiili sıkıntılar kaldırılacak, mağdurların zararları tazmin edilecektir. 

* Faili meçhul cinayetler, kayıplar vb. hak ihlalleri araştırılacak ve sorumluları yargılanacaktır.

* Bununla birlikte Kürt kimliği ve dilinin kullanılmasının sağlanması için yeni yasal düzenlemeler yapılacaktır. Kürt kimliğinin anayasal olarak tanınması sağlanacak ve yasal düzeyde gerekleri yerine getirilecektir. 

* Kürtçe eğitim yapılmasına ilişkin yasal düzenlemelerin bir an önce pratikleşmesi sağlanacaktır. 

* Kürtçe radyo, televizyon v e diğer eserlerin yayınlanması önündeki engeller tümüyle kaldırılacaktır.

Bu maddelerden anlaşılacağı üzere, kısmen 1990’lı yıllardaki partilerin siyasetini tekrarlayan ve fakat daha vurgulu olarak Kürt hareketinin 2000 sonrası söylem ve siyasetini öne çıkaran DEHAP’ın Kürt meselesiyle ilgili programında yer alan maddeler böyleydi. 

DEHAP’ın ilk seçim tecrübesi 3 Kasım 2002’deki genel seçimlerde oldu. “Emek Barış ve Demokrasi Bloğu” adıyla çeşitli sol çevreleri de yanına alarak seçime giren DEHAP, yüzde 6,22 oranında oy aldı. Yani 1 milyon 933 bin 680 kişi DEHAP’a oy vermişti, ki bu bir önceki seçimde HADEP’in aldığı oylardan aşağı yukarı 500 bin civarında daha fazlaydı. 

Bu oran, DEHAP’ı Meclise taşımaya yetmese de, Kürt yanlısı partilerin her geçen seçimde oylarını sistematik biçimde arttırdığını gösterdi. Nitekim iki yıl sonra, 2004’teki yerel seçimlerde DEHAP 54 belediye başkanlığını kazandı. 

DEHAP hakkında da Anayasa Mahkemesinde kapatılma davası açıldı. Ancak 19 Kasım 2005’te DEHAP, yöneticileri tarafından feshedildi. Bu arada Özgür Parti adıyla başka bir parti de açılmıştı; DEHAP’ın kapatılması olasılığına karşı yedekte tutulan bu parti de 26 Haziran 2007’de feshedilmişti. 

 

DTP ve sonrası

 

2005’te Kürt siyasi çevrelerinde Kürtlerin kimlik ve hak talepleriyle sınırlı kalmayıp Türkiye’deki farklı toplumsal kesimlerin sorunlarına da çözüm üretmek amacıyla başlayan Türkiyelileşme tartışmaları neticesinde DEHAP geri plana çekildi; ki aslında bu tartışmalar, biraz önce aktardığım üzere DEHAP ile zaten başlamıştı ve DEHAP’ın programında da yer almıştı. Ancak yeterli bulunmamış olacak ki ve bu arada hakkındaki kapatma davası da varken DEHAP yerini Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) bıraktı. 

DTP bağımsız adaylarla girdiği 22 Temmuz 2007’deki genel seçimlerde 22 milletvekilini Meclise taşıdı ve böylece 1994’ten sonra yeniden Kürt meselesini ana gündemi olarak belirleyen milletvekilleri Meclise girebildi. DTP 29 Mart 2009’daki yerel seçimlerde ise 99 belediye başkanlığını kazandı. Legal Kürt siyasetinin hiç olmadığı kadar canlandığı bu dönemde DTP, 11 Aralık 2009’da Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. 

DTP’nin kapatılması üzerine, daha önce 2 Haziran 2008’de kurulan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) bu kez sahneye çıktı. BDP bağımsız adaylarla girdiği 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde 36 milletvekili çıkardı. 30 Mart 2014’teki yerel seçimlerde ise BDP, Mardin, Van ve Diyarbakır büyükşehir belediyeleri dahil 100’den fazla belediye başkanlığını kazandı. 

2013-2015 aralığında Kürt meselesinin çözümü için büyük umutlara neden olan ve fakat akamete uğrayan Çözüm Süreci ile birlikte Türkiye’deki ana-akım Kürt hareketi içinde yeniden başlayan Türkiyelileşme tartışmaları neticesinde BDP yerel temsilciliklerini koruyarak geri plana çekilirken, onun yerine Halkların Demokratik Partisi (HDP) genel siyaset sahnesine çıktı. 

 

Buna paralel olarak aslında BDP isim değişikliğiyle Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) haline geldi. Bu da Kürt siyasetinin bu dönemden itibaren ikili bir siyaset yolunu tercih ettiğini gösteriyor. BDP’li olan milletvekilleri HDP’ye geçerek Mecliste kurup Türkiye genelinde siyaset yaparken, yine BDP’li olan belediye başkanları ise DBP’ye katılarak yerelde siyaset yapmaya başladı. 

HDP, Çözüm Süreci’nin sonlarına doğru 7 Haziran 2015’te yapılan genel seçimlere parti olarak girdi ve 80 milletvekillini Meclis’e taşıdı. Böylece HDP ilk kez yüzde 10 barajını aşan Kürt yanlısı parti oldu. Aynı seçimde 13 yıldan beri tek başına iktidar olan AKP ise çoğunluğunu kaybetmiş ve tek başına iktidar olamıyordu. Birkaç aydan beri Kürt meselesiyle ilgili artan gerilim, AKP’nin seçim sonuçlarını kabule yanaşmaması, yeniden ve üstelik çok daha beter biçimde şiddetin devreye konulması ve nihayetinde Kürt meselesinin çözümü için tarihsel bir fırsatın bir kez daha heba edilmesi sonrasında erken seçime gidildi. 

Şiddetin hakim olduğu bir dönemde gidilen 1 Kasım 2015’teki erken genel seçimde HDP yaklaşık beş ay önceki başarısını koruyamadı ve yüzde 10 barajını aşmasına rağmen 59 milletvekilliğini kazanabildi. 2018’deki genel seçimlerde ise HDP’nin Türkiye genelinde aldığı toplam oy sayısı 5 milyon 866 bin 309 olarak kayıtlara geçti, yani yüzde 11.7 oranında… 

Türkiye’de özellikle Kürtlerin Meclis dışında bırakılması üzerine bina edilmiş olan yüzde 10’luk seçim barajını üst üste 3 seçimde kazandığı oylarla anlamsız hale getiren HDP, 2015’ten sonra yeniden artan ve hala da devam eden şiddet ortamından fazlasıyla nasibini aldı. 

Örneğin HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Eş Sözcüsü Serhat Eren’in 2022’nin sonunda açıkladığı verilere göre, 2015’ten bu yana partilerine yönelik gerçekleşen siyasi operasyonlar neticesinde yaklaşık 16 bin kişi gözaltına alındı, bunlardan en az 5 bini tutuklandı. Bu rakam elbette her geçen gün artıyor. 

HDP’ye yönelik en ağır siyasi operasyonlardan biri milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve ardından 1994’ü hatırlatacak biçimde çok sayıda HDP’li milletvekilinin gözaltına alınarak tutuklanması oldu. 2016’nın son baharındaki operasyonlar sonucunda tutuklanan HDP’li milletvekilleri arasında partinin eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ da bulunuyordu. 

HDP’ye, daha doğrusu HDP’nin yerel yönetimlerdeki kardeş partisi olan DBP’ye yönelik kayyum atamaları da devletin Kürt siyasetine karşı devreye koyduğu bir başka baskı uygulaması oldu. Çözüm Sürecinin ardından Kürt hareketine yönelik topyekün saldırıya geçen devlet, bu kapsamda 11 Eylül 2016’daki Kanun Hükmünde Kararnameyle DBP’li belediyelere kayyum atamaya başladı. Bu dönemde DBP’li 106 belediyenin 95’ine kayyum atandı. Bununla birlikte belediyelere operasyonlar düzenlendi, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri ve çalışanları gözaltına alındı. Neredeyse tutuklanmayan HDP’li ya da DBP’li belediye başkanı yok gibi. Bunlar arasında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak ve Van Büyükşehir Belediye Başkanı Bekir Kaya da yer alıyordu. İkisi de, diğer pek çok belediye başkanı ve milletvekili gibi hala tutuklu. 

Bu ağır baskı koşullarına ve bu arada 2016’da ilan edilen ve 2018’deki genel seçimlerin sonrasına kadar devam ettirilen Olağanüstü Hal koşullarına rağmen, Kürt siyaseti yoluna devam etti. 31 Mart 2019’daki yerel seçimlerde HDP ve DBP Diyarbakır, Van, Mardin büyükşehir belediyeleri dahil 65 belediyeyi kazandı. Ancak seçimden kısa süre sonra yeniden kayyumlar atandı ve birkaçı hariç diğer tüm belediyeler AKP tarafından gasp edildi. 

Bu dramatik tarihi ve ağır baskı koşullarının yaşandığı günceliyle birlikte Türkiye’deki ana-akım Kürt hareketinin legal siyasetteki temsilcileri yeniden seçime hazırlanıyor. 14 Mayıs 2023’te yapılacak seçime HDP’nin girmesi bekleniyordu. Ancak öncüllerinin başına gelen HDP’nin de başına geldi ve hakkındaki kapatma davası devam ediyor, muhtemelen seçimden önce kapatma kararı çıkabilir. Bu nedenle riske girmek istemeyen HDP’liler, daha önce bir tür yedekte tutmak amacıyla kurulmuş olan Yeşil ve Sol Parti ile 14 Mayıs’taki seçime girmeye karar verdi. Aynı tarihte bir de Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak ve HDP’de kümelenen Kürt oylarının kilit rolde olacağı genel kabul haline gelmiş durumda. HDP’nin yeni adresi olan Yeşil Sol Parti ile ittifak ortaklarının cumhurbaşkanlığı seçiminde destekleyecekleri aday Kemal Kılıçdaroğlu olacak, şayet sürpriz bir değişiklik olmasa… Öbür yandan anketlere göre Yeşil Sol Parti’nin oy oranı yüzde 11 ila 14 arasında değişiyor. Bu oranın yeni Meclis aritmetiğinde nasıl bir değişikliğe yol açacağını ve yeni dönemde Türkiye siyasetine nasıl etki yapacağını ise önümüzdeki aylarda göreceğiz… 

 

İlginizi çekebilir