Müslüm Yücel: Tiran ile Kurt hikâyesi

Freud, son eserlerinde sıkça ölüm içgüdüsünden söz etti. Bunun nedeni I. dünya savaşıydı; bir “uygarlık” çözülüyordu, bir “uygarlık” yükseliyordu; çözülme ve yükselmenin de tek bir temeli vardı: Barbarlık! Kimse feragat etmiyor. Kibir, kendini beğenme, ukalalık almış başını gidiyor. Öldürerek yaşayan kimselere, kahraman deniliyor. Freud, “sidik ve bok arasında doğmuş” insanlara bakıyor. Stendhal’in kahramanıydı sanki, birileri ölüyor, birileri bu ölüme gidenler üzerinden kendini var ediyordu, meselenin aslıyla kimse ilgilenmiyor. Öte yandan kişi kendini sevmeden, başkasını sevemezdi kimse ama kendine tapma, kişilik bozukluğuydu.

Günümüzde kişilik bozukluğu, narsist kimseler en çok siyaset adamları arasından çıkıyor. Bunlar kendilerini diğer insanlardan üstün görüyorlar; empati eksiklikleri, kendilerine hayran tavırlarıyla sürekli bir şeyler bekliyorlar: Çok talepkarlar. Gerçek olmayınca, kendilerine bir gerçek uyduruyorlar, fantezi dünyaları üzerinden geçmişi, geleceği ve bugünü istedikleri gibi eğip bükme hakkını kendilerinde görüyorlar.

Kendilerinin bir emeği yoktur; birinin kardeşi, birinin abisi vs olma dışında bir özellikleri yoktur, parlatılmışlar ama bunun ezikliğini de yaşarlar, çok yetenekli olduklarını düşünürler; en iyi şiiri onlar okur, yazar, en iyi bağlamayı onlar akort eder, en yakışıklı onlardır, en zeki çocuklar onlardan doğmuştur, en güzel kadın onların eşidir, bütün enler, onlarda birleşir, aile yakınları da birer çalışanlarına döner; olmayan bir auranın peşinden gidip, sürekli göz önünde olmaktan ne oldum delisi olurlar… Pop starlarların menajerleri, Türk filmlerindeki konak sahiplerinin birinci elden yakın akrabaları; havaları Neriman Köksal, emir verdikleri kimseler, garibim bahçıvanlardır…

Bunlar eşsizdirler, benzersizdirler, yetenekleri tartışılmaz zaten; dindar olanlar, Allah’ın kendilerine bunu lütuf olduğuna inanırlar, olmayanlar bu yetenekleri kazandıklarını düşünür ve insanları da buna ikna ederler; öyle bir ilişki ağı kurarlar ki, sanırsın dünya onlar gibilerin eseridir- başkaları onların metresidir, işe böyle başlarlar ve sonra, herkesi ölçüp biçme işine girerler; kendilerinin olmadığı bir masayı dağıtırlar; mundar etmede üstelerine yoktur, bir gün ilgi gösterilmese kıyameti koparırlar; her gün, her saat birileri onlardan söz etsin isterler, her gün onların adı gazetelerde çıksın isterler… Böylece saygınlık kazanırlar; yapay bir saygıdır bu ama onlar buna inanırlar; eleştiriye, yenilgiye tahammül etmezler. Bir kadına ya da bir erkeğe kendilerini “irdirmezler.” Kadının da erkeğin de bir fazlasıdırlar.

Eşsiz olan onlardır. En basit sözlerini, eylemlerini, şiirlerini, şarkılarını, yazdıkları kitapları sınırsız başarı olarak görür, yayar ve insanları da buna alet ederler; popüler oldukları için de birileri de onlardan nemalanır; büyük adamların yanında adlarının görülmesi, küçük bir gövde gösterisidir, bunun için can atan zavallılar vardır. Öyle ki bunlar narsiste taze kan verirler; narsisti besleyen şey, hayran olunan kimselerin olmasıdır, gece gündüz bunu düşünür, buna inanır: “Ben hayran olunacak biriyim” der bizimki. Bunun başkalarını sömürmek olduğunu düşünmez, sömürüden beslenir. Dünya onun gibiler sayesinde ayaktadır. Siyaset yaptığı ülke onun önerileriyle ayakta kalabilir, o yoksa hiçbir sorun çözülmez, o yoksa sorun büyür; büyük kıskançlıktır bu, başkasının tırnakla geldiği yere, paraşütle geldiğinden yükselmenin basitliğine inanır ve bugün, bir şey varsa, yapılmışsa, söylenmişse, her şey onun eseridir, herkes onun sözünün altındadır, herkes ona uymak zorundadır; partisi onunla yükselmiştir, mecliste onun sesi sayesinde diğerlerinin sesi çıkmaktadır, başarısız olduğunda, bu sefer, çamur atar, karalar, yaralar, kendini kurtarmak için, bulamaca sığınır, doğrunun hiçbir anlamı yoktur, bir tek, onun günü kurtarması vardır. Bir süre sonra da ortaya çıkar, birkaç laf eder, sahte bir alçak gönüllülük üzerinden gönül almasını bilir; zekasını hep böyle heba ettiğinden, en olmadık mağduriyetleri kendine yem eder, temize çıkartır kendini, bunu da şunun için yapar: Yetki duygusu, etki duygusu…

Bir gün etkilemese kıyamet kopar! Necip Fazıl’ın konusu iyi ama yazımı berbat olan bir oyunu vardır: Oyunda, Hüsrev sürekli insanları, tehdit eder, “ben kendimi şu incir ağacına asacağım” der. Sonunda aile büyükleri, incir ağacını keserler… Oyunun bildirisi şudur: Bir insan kendini öldürmesin diye bir incir ağacının kesilmesi doğru mudur?

Bu tür siyaset adamları her şeyden rahatsız olur. Sigara içerler ama birileri onların yanında sigara içti mi rahatsız olurlar. Çok konuşurlar, birileri onların yanında konuştu mu? Birden ona, geveze derler. İstedikleri şey, kendi konuşmalarıdır, kendi zevk ve sayılırsa fikirleridir; onların dışında kimsenin fikri de zevki de olamaz… Örnek adamdırlar!

Yeme içme bahsinde ailelerinde olmayan ama duydukları aristokrat- burjuva alışkanlıkları komik olma pahasına taklit ederler; restoranlarda yemek beğenmezler, garsonlara kızarlar, garsonla muhatap olmamak için “mekanın sahibini” çağırırlar. Maçolar, onlara aval aval bakar; maçoları bu halleriyle geride bırakırlar…

Kılıktan kılığa girebilirler. Bazen büyüklemeci ve bazen savunmasız, gizli, mağdur olurlar; büyüklemeci oldukları zaman güvenleri, dikkatleri, saldırganlıkları tavan yapar, hiçbir şey gözlerinden kaçmaz. Savunmasız oldukları zaman, birden hassas olurlar, her yerde, her şeyde bulunma dertlerinden dolayı çekilirler; bu çekilme, “ben söyledim, dinlemediniz, ben yaptım beğenmediniz” demek içindir; amaçları, bir şey yapmak değildir, amaçları kendi dediklerinin olmamasıdır; kendi dedikleri olmayınca, bozguna neden olurlar, bozmaktan çekinmezler ama bunu da lehlerine çevirirler: Kurban rolü oynarlar.

Kurban nedir ki? Kurban komedidir. Bunu Hegel söylüyordu: Kurbanda, kurban edilen öldürülen hayvanla özdeşleşiyor. Nitekim kendi ölümünü izliyor, kendi iradesiyle de olsa kurban silahıyla ölüyor; ancak bu komedidir.

Zavallılardır, depresyon, kaygı yüzünden kendilerine zarar verdiklerinin farkında değildirler.

Unutulmak en büyük korkularıdır. Bir gün başka birinin başarısını gördüklerinde delirmenin eşiğine gelirler. Unutulmak ölüm gibidir. Haset duyguları azar. Onları düşünürken, birbirine yakın olan iki kavram (haset, kıskançlık) bile çelişir. Hasette aç gözlülük vardır, kıskançlıkta yıkım; yıkarak, ayakta kalırlar, yıkarak, yeniden yapılanan bir şeye de göz koyarlar, kendi piyasasını yaratan bir mala kendini dönüştürmekten çekinmezler, pazar arar, pazar yaratırlar; müşterileri de dar zamanlarda çoktur. İnsanların sahibi odur, o nereye isterse istesin insanlar oraya gelir, buna inanır.

İşin kötüsü, bu siyasetçi bizim eserimizdir. Onu bizden bu kadar nefret eden biri haline biz getirmişizdir…

Narsizmden, narkozu bulan bilimden payımızı siyasetçi de bulmuşuzdur. Ben olmayan bu ben; kendisinden başka bir gerçek bilmeyen bu bene dünya gözlerini kapatırken, gözlerimizi açmışızdır. Parlatmışızdır. Kendimiz bir hapishane, o da bizim gardiyanımız olmuştur. Devlet nedir ki?

Platon’un Devlet’inde, Tiran ile Kurt hikâyesi ne kadar da günceldir. Kişi nasıl tirana döner? Kaç bin yıllık sorudur bu… İnsanların iç organlarını yiyen herkes, kurda döner… Bunu bilen siyasetçi ya düşmanlarını öldürecek ya da bir tiran olup kurda dönüşecektir ve buna benim, senin ciğerinden başlayacaktır. Kurt siyasetçi denilen kişi budur…

İlginizi çekebilir