Müslüm Yücel: Siyasi Tutsaklar İçin Af

Bütün insanlık nefretin kıyısında yaşıyor. İki kişinin bir araya gelip konuşması mucizedir artık. 

Sanki başka ayaklarla yürüdük, sanki başka ellerle yemek yedik, sanki başka kulaklarla duyduk… Biri bize gelse geri çevirdik; biri bir merhaba verse, sanki bizden canımızı alacak duygusuna kapıldık, yüz çevirdik, biri bize mektup bile yazsa, mutlu olacağımız yerde, büyük bir böbürlenme aldı içimizi; hep biz büyüktük, güçlü olan bizdik; bilgiliydik, zeki ve çalışkan olan bizim çocuklarımızdı, onlar o kimdi ki, onlar neydi ki? Dilimiz bu oldu. 

Hayvanların evlerini başına yıkıp kurduğumuz evlere medeniyet dedik.

Suların evini başına yıkıp kurduğumuz santrallerle aydınlanan evlerde güneşin ışığını, ayın kederli ışıltısını hor gördük, bize yol gösteren yıldızları, aydınlıklarımızla yok ettik, şimdi yaşadığımız şehirlerde yıldızı nedir bilmeden yaşayan milyonlarca insan var…

Doğanın her mevsim bize verdiği otlar vardı, bunları hem yer, hem köpekler üzerinden kokularını anlar ve hastalandığımız zaman tedavi olurduk; şimdi büyük ecza depolarımız, büyük hastanelerimiz var ama birinci gün yakalanıyor, iki hafta içinde de ölüp gidiyoruz, kim bilir leşimizle toprağa neler veriyoruz, bizimle büyümüyor toprak…

Ve denizler vardı, engin denizler, sonsuzluğu karşısında şairlerin dillerini yuttuğu denizler… Köyler vardı, kasabalar ve şehirler, denizin yanı başında bitmiştiler, tıpkı toprak gibi denizi ekip biçerek yaşayan insanlar vardı… Ama şimdi deniz yok olup gidiyor, binalar yapılıyor ve bu ruhsuz evler için deniz yeniliyor; dünya, son kırk yıl içinde denizin ne kadar tarlasını yok etti…

Düşünmedik bile, bizi besleyeni yok etmek ne kadar acı?

Meyve ve sebzeler biçim değiştirdi. İlaçla büyüyor, ilaçla küçülüyor. ABD’de, 1893 yılında bir mahkeme kuruluyor, konu da şu; domates meyve mi sebze mi? Karar: Domates, sebzedir! Şimdi ise domates ikiye ayrılıyor: Hormonlu, hormonsuz. Doğaya ait olan hangisi bilmiyoruz ve dahası, bizde yiyip içtiklerimize döndük; içtenliğimiz, tıpkı meyve sebzeler ilaçlandı, yapay ruhlar içinde yaşamaya başladık. Her birimizin bir maskesi var ve kimle karşılaşsak bir maske takıyoruz… 

Bundan en fazla zararlı çıkan da gözlerim oldu. Bir gün bütün gücümüzü toplayıp aynanın karşısına sanki geçmeyeceğimizi düşündük, öylece aval aval bakıyoruz aynaya. 

Çünkü artık gülmemiz gülmek değil, surat asmamız surat asma değil, o kadar korkuyoruz ki sesimiz çıkmıyor; çünkü bir sesimizin olması için, kibri yutmuş bir dilimizin olması gerekiyor ve sahiden kalbimizden çıkan kelimelere ihtiyacımız var… Bu kelimeler nereye gitti. 

Herkes gibi bende gözlerim diyorum, keşke şimdi, birden gözlerim ateş kesilseler ve başımla birlikte bütün gövdemi yaksalar… Ama yok! Bakışım bile yok oldu. 

George Eliot, Adem Bade’de, “Duygu bilgidir” diyordu. Bilgim, yok oldu, duygum ipotek altında çünkü. 

Çok uzağa gitmeye gerek yok, son yüz yıldır, savaşlarla biçim aldı içimiz, dışımız ve bu gün, bir salgınla, yeni bir yüz yıla girdik. 

Evet, Çin tek mermi atmadan, hatta ilaç dağıtarak üçüncü dünya savaşını tek başına kazandı. Amerika’dan daha fazla doları elinde tutarak da istediği zaman dünyayı satın alabilir… Fare yılı onlara uğur getirdi, öküzün sırtına binip değil bir sarayı, sarayları ellerine aldılar. 

Ve ABD, bugün yerlerde sürünüyor, petrolü, askeri ve siber mucizeleriyle yalnızca yalnızlığı söylüyor. 

Putin, artık sporcu ve değiştiren biri değil, Asya vitrininde camdan bir porselen, isteyen onu küçük bir taşla bile kırabilir. 

Spor evet, insanlara zindelik verirdi ve uluslar, beden ve gençliğin terbiyesi olarak her zaman sporu yedeklerine aldılar ama şimdi, sporcuların aldığı paralar bir işe yaramıyor. Bize huzur ve mutluluk veren bir doktorun hastanede son nefesini verirken hastasını vatsap üzerinden yakınlarıyla görüştürmesidir.

Dünyayı savaş alanına çevirip ülkelerinde birer kahraman gibi karşılanan askerler ve onların kazandığı cepheler, fethettikleri ülkeler, sarf ettikleri sözler ve mermiler, bir tuvalet kâğıdı değerinde bile değiller. Daha çok asker ve daha çok cephe diyen ve TV başlarında savaşları bir film gibi izleyenler, bugün cephe değil, hastane istiyorlar.

Ağladığı zaman, çocuğunun eline cep telefonu tutuşturan ve bu arada bir dizi film izleyen anne, artık bir parkın, internet üzerinden verilen bir saray karşısında nasıl ezilip büzüldüğünü görüyor ama elinden bir şey gelmiyor. 

Evet, büyüttüğümüz her şey bizi küçültüyor; biz olmasak Dünya dönmez diyen Avrupa boynunu bükmüş oturup kendi ölüsüne bile ağlayamıyor.

Ve biz, dünya bu haldeyken ve her gün ekranlardan ölüm haberleri arasında yemek yiyip, sabah kalktığımızda acaba kim öldü sorusuyla gazetelere sarılırken hala düşünce ve ifade özgürlüğünden söz ediyoruz. İran ve Afganistan’da bile hapishaneler boşaltırken, bizde telefonla görüşmeler bile kısıtlanıyor… 

Musa Anter, diyordu ki, “eğer hapse girersem, ilk işin bana satranç takımı almak olsun.” Mazlum Doğan gazete kâğıtlarını yoğurup satranç takımı yapıyordu. 

Bugün zor bir zamandayız, salgın almış başını gidiyor. Otuz yıllık arkadaşım Gültan Kışınak hapishanede yatıyor. Bu emsalsiz İnternet Çağı’nda Gültan’la mektuplaşıyoruz bile ve bu da yetmiyormuşçasına artık mektup bile yollayacak halde değiliz;  çünkü mektuplarımız bile mikrop taşıyabilirler.

Sağlık Bakanlığı, yaşamını yitirenlerin büyük bir kısmının hipertansiyon hastası olduğunu açıklıyor ve Gültan, hipertansiyon hastası. Yine yeğenim Mehmet Oymak, cezaevinde yatıyor, altmış yaşında ve kalp hastası…

Herkesin doktor diye çırpındığı yerde İdris Baluken ve Selçuk Mızraklı hapiste yatıyor… Ve bütün bu siyasi suçluların Kürt olması bugün insanlığı yaralaması gerekiyor ve HDP, bugün salt insanı değil, insanlığı da beslerken, suç hanelerinde görülmesi siyasal hayatımızda derin bir gedik açıyor. 

Her ölüm, benden bir hayat götürdü. Onlarca arkadaşım öldü. Ve şimdi, her siyasi mahkûm bizden biraz daha özgürlük götürüyor, giderek ruhsuzlaşıyoruz.

Genel bir af istiyoruz ve şimdi konuşulan infaz yasası dâhilinde tam bir eşitlik talep ediyoruz; evet, bu hastalık, elbet bir son bulacak ama bu hastalık bitince, birbirimize bakacak yüzümüz olsun… 

İlginizi çekebilir