Müslüm Yücel: Mutlu hoca; Vaaz verenler, yalnızca kendi seslerine aşıktır

Mutlu birkaç aydır içerde ve 21 Şubat’ta kadar da sevenlerinden, öğrencilerinden uzak kalacak. 21 Şubat diyorum ama, bu tarihte çıkar mı? O da belli değil. Mahkemeler uzun sürüyor. Davalar uzadıkça da herkes Schopenhauer’in kirpilerine dönüyor, kimse selamete kavuşmuyor, kötülük de bize şunu söylüyor: “Tilkilerle kurtların arasında yaşayan onlarla beraber ulumalıdır.”  

Mutlu, adı üstünde mutlu bir adamdı, dahası insanı mutlu etmeyi de sanki görev edinmişti. Her karşılaştığım da elinde bir çanta olurdu ve bende çanta da ne var ne yok diye sorardım, bakardım sonra: Kitap!

Kitaplara bakardım ve o da “birini seç” derdi. Kitap almayı hiç sevmem, o da bunu bilircesine, aradan bir defter çıkartıp uzatırdı. Benim defter tutkumu bilirdi. Böylece küçük bir mutluluk anı başlardı. Şimdiyse o mutlu, ben de onunla yaşadığım küçük anılardan dolayı mutsuzum. 

Bir suçu da yok Mutlu’nun. Onun için hazırlanan dosya da şu söyleniyor: “Beklemek suretiyle örgüt propagandası.” Nasıl bir suç bu, bilmiyorum. Böyle bir suçla, adalet nasıl yerine gelir bilmiyorum. Üstelik Mutlu bir tarihçi, hem de sıradan bir tarihçi değil, onun kişisel ve ülkenin tarihinde bekleme suçu diye adlandırılan suçun karşılığı ne bilmiyorum… 

İnsanlar, bütün dünyada adalette güvenirler ama Türkiye’de insanlar adaletten korkuyorlar. Adalet, Türkiye’de zamanı uzatıyor, insanlara ait olan süremi kaybettiriyor ve adalet isteyen kimselere, bir tek şey veriliyor: Boşluk!

Evet, Türkiye’de büyük bir güç var ve Mutlu, bu büyük güç karşısında, yüzde on beşin içinde yer alıyor. Evet, çoklar- çoksunuz ama, bu azı yutmak anlamına gelmiyor- gelmemeli.

Karl Jasper kitleler için, onlar diyordu, “onlar varlık değil, jesttirler.” Türkiye’de, kitleler, kitle olmaktan çıktılar, birileri için jestte döndüler. Her yerde, bize dayatılan bir tek şey var: Tahkim. Bize, tahkim edilmiş bir içsellik dışında bir şey bırakmıyorlar.

Nedir tahkim? Thomas Mann, buna “apolitik adamın medeniliği” diyordu. Biz diye bir şey yok, her yerde, o var ve biz, onunla birleştiğimiz kadar, bir iç dünyaya sahibiz. Devletler, hükümetler, insanlar içindir. İnsan, devlet ve hükümet için değildir.

Devlet insanlar arası ilişkileri sağlamak zorundadır ve hükümet, burada bir aracıdır. Hiçbir hükümet kendini var etmek için ötekini kapatma hakkına sahip değildir; yasaklamak, hapse attırmak şiddet bile değildir, Hamit Bozarslan’ın ifadesiyle bu lükstür. Yasalar, güçlü olandan yanaysa bu, bir tek şey ifade eder: Kibir! 

Bugün Mutlu’nun içeri alınması suç değildir. Mutlu’ya atılan ve adına “beklemek” denilen suç, suç olsa gerektir. 

Mutlu hocadır ve bu haliyle o parti programlarının çok ötesinde bir yerdedir. Bilgi üreten ve bu bilgiyi paylaşandır. Sosyal medya üzerinden onunla ilgili yorumlar yapan öğrencilerine bir baktığımızda gözyaşıyla adalet arasında sıkışıp kalmamak elde değildir. Bir öğrencisi Mutlu için şunu söylüyor: “Tarih dersini sevmedim ama bakış açısı nedir onun sayesinde öğrendim. Aynı zamanda merak etmeyi de.”  

Bir ülke hocaları hapse atarak büyümez, gelişemez. Bir ülke hocalarıyla büyür. Hocalar iki şey öğretirler: Bakış açısı ve merak! 

Şimdi, Mutlu değil, iki şey hapistedir: Bakış açısı ve merak! 

Geride ise yazı boyunca kulağımın içinde dönüp dolaşan, nerde okuduğumu hatırlamadığım ama John Berger’e ait olduğunu düşündüğüm şu söz: “Vaaz verenler yalnızca kendi seslerine aşıktırlar.”

 

İlginizi çekebilir