Müslüm Yücel: Corona hapsi, doğa bizi af etsin vs.

Türkiye’de her kes gibi ben de gece geç saatlere kadar TV’den ve gazetelerden, bunlar yetmiyormuşçasına sosyal medya üzerinden haberlere bakıyorum.

Herkes gibi tek derdim şu an benim. Tuhaftır, belki de ilk kez başkasının sağlığı benim için bu kadar önemli oldu ve tuhaftır, ben ilk kez bu kadar önemli oldum; çünkü başkasının hayatıyla benim hayatım birden kararabilir.

Hem herkesi çok seviyorum, hem herkesten uzak duruyorum.

Bu günler elbette ki geçecektir ve bu günler, hafızımızda elbette ki büyük bir yer kaplayacaktır. Unuttuğumuz her şeyin nefes aldığı yerdir hafıza ve şimdi acı ve korkuyla bugünleri geçme çabası içindeyiz.

Ölüme yakınız ve bu yakınlığı bize başkasının ölümü vermiyor, bir gelecek düşümüz olduğu için ölen herkeste kendi ölümümüzü görüyoruz. Sözlerimiz belki de ilk kez yavan değil, ilk kez sözlerimiz cehalete ihanet etmiyor, büyük insanlığın kapısı önündeyiz.

Bir kopuş da var tabii ama bu kopuş, bizi bir başkasına daha çok bağlıyor. Çünkü ilk kez başkasıyla hayatımızın sınavını veriyoruz. Bir zamanlar, diyorduk, bir taş oynarsa yerinden bütün dünya sallanır; evet bunu sosyalizm adına söylüyorduk ve bugün, tanığız biri bir yerde hapşırdı ve dünya sallandı.

O kadar da abartılacak gibi değillermiş. Son yüz yıldır dünyanın dört bir yanı savaştı ama şimdi, tek bir mermi sıkılmadan insanlık ateşler içinde yanıyor. Unuttuk bazı şeyleri- bize unutturdular. İnsan, küçültülmüş evrendir diyordu Genceli Nizami.

Doğruydu. Dünyada ne varsa bedenimizde de aynı şeyler var; dağlar kemiklerimizdir, su kandır ve et diye büyüttüğümüz topraktır. Dört elementte yine insanda vardır. Ama ne zaman ki doğadaki bu elementler silaha döndü, bizde aslında birer silahtan başka bir şey değildik.

Bir uçağın kalkmasıyla kaç kuşun kanat çırpınışının engellendiğini düşünmedik, önemli olan yolculukların bir bilet kadar küçülmesiydi. Bir fabrikanın kaç ota zarar verdiğini hiç aklımıza gelmedi. Gür ormanların yerine çocuk parkları icat ettik. Devasa nehirleri santrallerle boğduk. Bütün dünya bize boyun eğsin dedik.

Eskiden Çin, bir masal ülkesiydi ama şimdi, orada bir yarasa ve bir yılanın insan elinde kuklaya dönüşmesi yüzünden çırpınıp duruyoruz. Suçlu mu? Suçlu yok. Hepimiz suçluyuz. Hepimiz katil. Bedenimizde en küçük bir yanma olduğu zaman bile kıyametler koparan küçük aklımız, dünyanın bir bedeni, ruhu olduğunu unuttu…

Üretilen her silah, vücudumuzdan çalınan demirdir, kurulan her baraj kanımızın uğultusunu kesmek içindir ve dağlar, etimiz, kemiğimizdir; bunlara ihanet etti insanlık. Sonra hayvanlar bizim kardeşimizdi, aynı dünya içinde eşit haklara sahip olmamız gerekirken, onları yedik, içtik ve bugünlerde sonradan görmeliğimizin bir belgesi olarak onları evcilleştiriyoruz. Kendi kötü ruhumuza benzettiğimiz her şey, bugün konuşuyor bizimle. 

 Ve bugünler! Tek kelimeyle izole olduk. Ben diye büyüttüğümüz birden bir başkasına döndü. Temizlik aldı başını yürüyor. Geçen biri yazmıştı, ellerimi öyle bir yıkadım ki geçmişte çektiğim kopyalar bile çıktılar. Bilmediğimiz, görmediğimiz bir şey hayatımızı mahvetti. Dahası kimseye zarar vermememiz de gerek.

Bize bulaşan, başkasına da bulaşacak. Sevdiklerimizi ve kendimizi büyük bir korumaya aldık. Ama şöyle bir gerçekte var: Biz hiç kimseyi kendimiz kadar sevmiyoruz. Dünyada güç denilen bir şey vardı: Tanklar, toplar, uçaklar ve bilcümle sanayi alemi.

Güçlü devletler vardı: Avrupa devletleri, ABD, Çin ve Rusya. Hepsi çöp. Bir aksırık bile dünyanın yerinden oynamasına yetiyor. Dünkü umut kapıları bu gün pek bir şey ifade etmiyor. Dün, vize vermemek için çırpınıp duran Avrupa bugün bunalımın eşiğine geldi. Almanya artık cazip değil, Fransa güzel değil, bir tek dille dünyayı elinde tutan İngiltere yerlerde sürünüyor. İtalya’da dram var.

Bu ülkelerin her biri bizim için değerli, her birimizin mutlaka burada bir sevdiği var.

Dünyanın üçünce gücü olan Çin olumsuz bir imaj olarak duruyor. Bir zamanlar Çinli birinin kaldığı otel bile karantinaya alınıyor. Çinli bir öcüye döndü. Yazık. Yaşlılar ağır bir risk altında. Sanırım, altmış yaş üzeri virüs nedeniyle yok olup gidecek…

Kimine göre Avrupa, yaşlı nüfusu tasfiye ediyor. Kimi yaşlılar evden çıkmıyor, bunalımdalar; onlara değecek virüs, onlardan daha genç yaştakilere değecek. Korkunç bir şeydir bu. Şu unutuluyor: Ateş düştüğü yeri yakmıyor. Ateş, düşmediği yerleri de yakıyor. Bir ve bütün olan ve kendini hep üstün sayan ülkeler ve milletler değil, sınırları ağaçlar ve sularla çevrili bir dünyanın evlatlarıyız ve dünyanın ateşi, suyu, havası, toprağı bizi şimdi ayakta tutuyor; ağaçlara sarılmalıyız çünkü, ağaçlar bugün az da olsa bize nefes veriyor, sular bugün bizi temizliyor ve ateş ve hava bizi uyakta tutuyor. Bunlar silaha döndüğü an yok oluyoruz. 

Türkiye’de şu an durumu idare ediyoruz. Bazen gülüyoruz. Örneğin Akit gazetesinden bir yazar, virüsü şöyle değerlendiriyor: “Korona bir yıldır pusuda bekliyordu, bu gün Babacan’ın partisiyle ortaya çıktı.” 

Bazen basit din eleştirileri de gündeme geliyor. Siyasal karşıtlık yerini lakaytlığa bırakıyor. Biri şöyle bir fotoğraf paylaşıyor: “ İLANDIR. Apartmanımızı korona virüsüne karşı nefesi kuvvetli hocaya üflettirdik. Daire başı 300 TL. Not: Her ay düzenli üflenecektir.”    

Kimi felsefeciler de bu düzeysizliğe felsefi yorumlar getiriyorlar. Slavos Zizek, Corona virüsünün kapitalizmi sonlandıracağını söylüyor. Zizek şunu söylüyor sonra, diyor ki Çin’in Wuhan kentinde kapitalizme bir darbe vuruldu! Devasa akıl, bu virüsün zengin fakir ayrımı yapmadığını bilmiyor. Tıpkı Zizek gibi A. Dilipak virüsün amacının kısırlaştırmak olduğunu söylüyor. Yoksullar çok ürüyor ya! 

Nietszche sanırım tam olarak şunu söylüyordu. Diyordu üç tip insandan uzak durun: Yanlışı savunacak kadar cahil olandan, doğruyu görmeyecek kadar kör olandan, iyiliği görmeyecek kadar nankör olandan. 

Virüsle birlikte her şey suiistimal ediliyor. Kabe’nin üstünde ebabil kuşları uçuyor. Yorum şu oluyor. Beytullah’ı rabbimin kulları tavaf ediyor. Kuşların Kabe’ye gelme nedeni insandı; şimdi insan yok, ondan geliyorlar.

Çığırından çıkma dedikleri bu. Konya’da bir adam, bir Afganlıyı bıçaklıyor. Gerekçe şu: Sen buraya virüs getirdin. 

Tuhaf ve komik olaylarda yaşanıyor. Yozgat’ta biri arapsabunu ve yoğurt yiyor. Adamın açıklaması şu: “Sabun içimi temizler, yoğurt bağışıklığımı güçlendirir.” 

Herkes bilim adamı kesilmiş, ha bire yorum yapıyor. 

Komplo teorileri de var. Diyorlar ki 2018’de, ABD yapımı Venom adlı filmde, 16’ıncı dakika da Çinli kadın pazarda yılan yiyor ve daha sonra pazardaki insanları öldürüyor. Virüsün ilk taşıyıcısı olan bu kadının gömleğinin üzerinde Corona yazı. 

Burada, alttan altta ABD’nin bu işi organize ettiği anlatılmak isteniyor.

Daha neler neler söyleniyor. İstanbul’da son birkaç gündür herkes eve kapandı. Marketlerde herkes önce sıra benim tartışmasına girerdi ama şimdi, her kes en az diğerinden bir metre mesafede duruyor.

Otobüsler, metro tam birer limonluk, herkes limon kolonyası kokuyor. Ancak bazen görgüsüzlük had safhaya ulaşıyor. Ne bulunsa alınıyor ve aldığım, benim kadar başkasına da yarar duygusu siliniyor. Birden raf boşalıyor. Tüketimin adı, burada ihtiyaç diye sunuluyor. Ama bana lazım olan başkasına da lazım olur demiyor kimse… Kapış ha babam kapış… 

Bu arada siyaseti rafa kaldırdık. Bu iyi. Herkes siyaset düşünürken, bugünlerde hepimizin parti gözetmeksizin Fahrettin Koca’yı dinliyoruz ve hatta seviniyoruz. Bu adam, çok içten çalışıyor ve geçen gün yaptığı konuşmayla bizi bir kez daha kendine bağladı. Şunu söyledi, “Bir hastam olarak takip ettiğim…”

Bu hepimizin kalbini almasına yetiyor. Şimdi elimiz sadece bizi temizlemeye yetiyor. Ama ellerimiz bir yeniden deme şansını da bize veriyor. Bugün cezaevlerinde bir kıyamet yaşanıyor ve Türkiye’nin önünde büyük bir fırsat var.

Bu ülke kendini yeniden yaratabilir… Büyük bir genel af çıksa, kıyamet mi kopar. İran, epey bir siyasi tutukluyu bıraktı, çünkü insan sağlığı her şeyin üstündedir. Kimin ne zaman bizi kurtaracağı belli değil.

Dün Avrupa’nın hor gördüğü Küba, insanlığa şefkat dağıtıyor, sağlık dağıtıyor ve bütün dünyaya, ellerini açıyor… Küba’nın kazandığı bundan daha büyük bir zafer yoktur. Evdeyiz şimdi, bilgilerimiz bize iletilenlerle sınırlı ama bu yılı, bir tek tutuklusu olmayan bir ülkeye çevirebiliriz.

Doğanın bize verdiklerinin ağır muhasebesi içindeyiz şimdi hepimiz. Beklemek, bir teselli vermiyor, artık başkasının ölümü, bizim ölümümüz anlamına geliyor. Sağlık bakanı gibi adalet bakanı da istiyoruz, iç işleri de dış işleri de… Burada isim önemli değildir, burada, herkesin insan haliyle karşımızda durmasını temenni ediyorum. 

Bugünler elbette ki geçecek. Bugün birbirimize sarılamıyoruz, sevemiyoruz ve en önemlisi de dokunamıyoruz… El ele vermek diye bir şey yok artık. Ten bize bir şey ifade etmiyor. Parmakların ürpertisini duymak masallarda kaldı. Ölmüş insanlığımızı, çürüyen ruhlarımızı onarabiliriz artık.

Doğa bize böyle bir şans veriyor. İki gün önce arkadaşım Yavuz Ekinci, bir ay fabrikalar kapansa dedi…

Evet, bir ay fabrikalar kapansa dünya ne kadar büyük bir nefes alır. Bir ay, uçaklar kalkmasa, kuşların kanatları ne güzel bir bahar getirir bize, üstelik bademler çiçek açtı ve hepi topu bütün dünya silahlarını gömse neler olmaz ki… 

İlginizi çekebilir