Müslüm Yücel: Acı, yerini kötülüğe bırakıyor

İki gündür depremle oturup depremle kalkıyoruz. İlk gün, sabah erkenden çoğumuz deprem haberini haberi aldık ve ilk aklımıza gelen ailelerimiz ve yakınlarımız oldu.

Urfa’da tanıdıklarım vardı. Başta annem, doksan kusur yaşında, öğlene kadar otomobil içinde kalmıştı, neyse ki öğleden sonra köye gittiler.

Depremde çoluk çocuk ortada kalanlar vardı, perişan olmuşlardı. Valilik ve belediyenin sosyal medya hesaplarına bakılırsa her şey yolundaydı; sıcak çorba, sıcak ekmek ve herkese kalacak yer temin edilmişti. Böyle giderse, bir hafta on gün içersinde toparlanabilirdik.

Bunlar iyi haberlerdi.

En acı haberler, bir gün sonra gelmeye başladı. Depremde kimi açıkgözler vardı; bunlar, yağmaya başlamışlardı. Biri büyükçe bir televizyonu sırtlayıp götürüyordu. Adıyaman’dan izlediğim bir videoda bir kadın şunu söylüyordu: “Gelip fotoğraf çekip gidiyorlar.”

Yani, acı dekora dönüşmüştü.

Urfa’da felçli babasıyla mahsur kaldığını söylüyordu biri, ne yapacağını bilmiyor. Yetkililere sesini duyurmak için sosyal medyadan sesini duyurmaya çalışıyordu ama kimse duymuyordu.

Deprem iki hat üzerinden gelişmişti;

Pazarcık üzerinden Osmaniye, İslahiye, Adana, Hatay ve Suriye ilk plaktı; ikincisi, Pazarcık üzerinden Adıyaman, Malatya, Antep, Diyarbakır ve Urfa’ya uzanıyordu. Suriye’yle ilgili haberler yoktu. Haber akışı yok. Orada ölenlerin sayısı hayli yüksekti: İdlip, Afrin, Halep, Kobani, Hama ve Lazkiye’de ölenlerin yükseliyordu ve kimsenin aklına bile gelmiyordu. Suriye’ye giden arama, kurtarma ekipleri yetersizdi; İdlip’te mahalli ekipler çalışıyordu. Suriye, kaç ülkenin egemenliği altındadır, egemen ülkeler, acilen buraya ulaşmalıydı ama iki gün geçmesine rağmen, bir yardım söz konusu değildir.

İkinci gün şunu anladık, açıktır, acı yerini kötülüğe bırakmıştır. Deprem bir felakettir ama söz konusu yaraları sarma olunca asli görev hükümetindir. Hükümet, yapmış gibi görülüyor ve hükümete bağlı bakanlar, vekiller ve onları gözü, kulağı olan televizyon ve gazeteler bu felaketi bile sömürmeye başladılar. Hepsi partilerinin propagandasını yapmaya başladılar. Sanki bir felaket değil de bir seçim çalışmasıydı ve ekselansları da propagandayla gitmiş kimselerdi; hükümet adına konuşuyorlardı, devlet adına konuşuyorlardı: Nurettin Nebati, Ömer Çelik, Mehmet Matiner ağızlarına gelenleri söylüyorlardı. Çelik, “Cumhur İttifakı sahadadır” diyordu… Böylesi zamanlarda, parti diye bir şey olmaz, ittifak diye bir şeyden söz edilmez, hatta böylesi zamanlarda, partiler tabelalarını indirirler, kişiler isimlerini silerler. Matiner, sanki seçimlere hazırlanıyordu, geçen seçimlerde aday değildi, şimdi, şu felaket anında dikkat çekebilirdi! Bir yanda, enkaz altında ölenler vardı, donarak ölenler vardı, kimi yerlere ulaşılmıyordu ama Mehmet Matiner, bağırıyordu: “Adıyaman’ın arkasında Reis var.” Ne demektir bu… Yağcılığında bir sınırı vardı; cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanı olarak halkın arkasındadır, bir partinin ve partililerin verdiği sıfatla (reis) halkın yanında durmaz; böylesi felaket zamanlarında onun ne adı olur ne sıfatı ne de partisi vardır; o halkın temsilcisi olarak halkın yanında yer alır. Nurettin Nebati’de aynı telden konuşanlardan biriydi; gittiği Urfa’da “her şey kontrol altında” diyordu. Her şey kontrol altındaysa, Hatay’daki iletişimsizlik, yol ve enkaz altındaki cesetler kime aitti. Bunlar kötülük değildi, kötülüğün en sıradan halleriydi.

Geçen yıl Ege’deki orman yangınlarında eldiven fiyatları yükselmişti. Dün bir arkadaşım anlattı. Toptan battaniye almak istiyorlar. Battaniyelerin tanesi bir hafta öncesine kadar doksan lira ama şimdi toptan alınacak diye birden yüz liraya çıkmış… Bir başka yerde ekmek fiyatları yükselmiş. Her şey kontrol altında!

İlginizi çekebilir