Muhittin Beyaz: Türkiye ahlaki sarsıntı yaşıyor

Tokat’ta ancak sekiz gün kaldık. Otuz beş günlük bir yürüyüşten sonra, İzmir’e geldik..

Tokat’tan İzmir’e kadar, bütün bu saha içinde kayda değer başka hiçbir şehir yoktur. Osmanlı İmparatorluğu’nun zaafını büyük bir hayretle görmüş oldum. Bu hasta gövde, kendini tatlı ve mutedil rejimle ayakta tutmuyor; bilakis gittikçe varlığını yıpratan ve devamlı surette içini kemiren şiddet tedbirlerine başvuruyor.

Paşalar ancak para kuvveti sayesinde bu mevkilere tayin ediliyor. Bütün servetlerini bu uğurda harcamış ve çırıl çıplak hale düşmüş olduklarından, tayin edildikleri vilayetlere, işgal mıntıkasına giren bir fetih edasıyla geliyor ve işin başına geçer geçmez her tarafı soyup sömürmekten başka bir şey düşünmüyorlar. Askerler mütecaviz ve küstah; keyif ve heveslerinden başka emir ve kumanda tanımıyorlar. Her taraf yıkık dökük; şehirler tenha ve perişan, köyler viran, köyler meyus, toprak ekimi ve ticari hayat tamamıyla felç olmuş halde.

Bu sertlik ve şiddet rejiminde, ne gariptir ki, cezasız kalmak ümidi her tarafta hâkim! Toprak mülkiyeti emniyeti yok; bu sebeple de toprağı işletme gayreti de son derece yavaş! Hükümet icra edenlerin keyfi muamelelerine karşı koyabilecek ne bir sıfat nede bir hak mana taşıya biliyor!

Vahşet halinde ömür süren bu diyarda her türlü zanaat ve ince sanat ihmal edilmiş. O kadar ki, bu milletin mümtaz vasfı olan askerlik sanatı ihmal edilmiş bir halde. 

Beri tarafta Avrupalılar, her gün daha büyük bir gayret ve ihtimamla nurlanıp yükselirken bunlar, eski cehalet devrinden bir türlü çıkmak istemiyorlar; hatta garbın ilmi ve fenni keşiflerini, ancak kendi aleyhlerine binlerce defa kullanmalarından sonra, benimsemek zahmetine katlanmaya razı ola biliyorlar. 

Bu yer insanlarının ne deniz hakkında esaslı bir bilgileri, ne de deniz seyrü seferi üzerinde bir maharetleri kalmış. Ticarete ise hiç akıl erdirmiyorlar. Bütün temennileri, çalışkan ve becerikli Avrupalıların yurtlarına gelip yerleşmeleri ve kendilerine yardımda bulunmalarıdır. Bunlara tanıyacakları imtiyazlar sayesinde kendi keselerini de dolduracaklarını umuyorlar!..

Bu derece geniş bir memleket sahtı üzerinden geçtiğim halde, engin ve müreffeh denilebilecek bir şehir olarak yalnız İzmir’i bulabildim. Onu da Avrupalılar bu hale getire bilmişler.

İşte böyle aziz Rustan!..  Bu imparatorluk içinde sana halisane ve hakikat ifade edecek bir fikrimi ister misin: Bu gidişle iki asıra kalmayacak, bu imparatorluk bazı fetihlerin muzafferiyet meydanı haline dönüşecek, heyhat!..

İzmir, 2 Kasım 1711

Usbek’ten dostu Rustan’a

/MontesQuieu, İran mektupları, mektup on dokuz./

                                                     ***

5 Ekim 2020’de David Brooks, The Atlantic’te paylaştığı ‘Amerika Ahlaki sarsıntı yaşıyor’, makalesinde özetle bunları yazıyor:

‘’ Merkezi odak noktası sosyal güvendir. Sosyal güven, bir toplumun ahlaki kalitesinin bir ölçüsüdür – toplumdaki kişi ve kurumların güvenilir olup olmadıklarının, sözlerini yerine getirip getirmediklerinin ve ortak yarar için çalışıp çalışmadıklarının ölçüsüdür. 

Bir kilisedeki insanlar Tanrıya olan inancını veya güvenini yitirdiğinde kilise çöker. Bir toplumdaki insanlar kurumlarına ve birbirlerine olan güvenlerini yitirdiklerinde ulus çöker.

Bu, Amerika’nın son birkaç on yılda nasıl daha güvenilmez bir toplum haline geldiğinin bir açıklamasıdır. Bu, 2020’nin baskısı altında Amerikan kurumlarının ve Amerikan sosyal düzeninin nasıl çöktüğünün ve daha da güvenilmez olduğunun nasıl ortaya çıktığının bir ifadesidir. Kriz anında ulus olarak bir araya gelme ve güven inşa etme şansımız oldu. Biz yapmadık. Bu bize güvensizlik kıyamet döngüsüne yakalanmış kırık, yabancılaşmış bir toplum bıraktı.

Ahlaki sarsıntılar gerilediğinde, ulusal bilinç dönüşür. Yeni normlar ve inançlar, hayranlık duyulan ve küçümsenen yeni değerler ortaya çıkar. Kurumlar içindeki güç yeniden müzakere edilir. Kollektif bilinçteki değişimler eğlenceli bir yolculuk değildir; sosyal düzen sıvılaştığında ve kimsenin işlerin nerede biteceği hakkında bir fikri olmadığında, öfke ve kaosun ortasında gelirler. Daha sonra insanlar gözlerini kırpıştırarak, hırpalanmış ve şok içinde oturur.

Bir dönüm noktası mı yoksa düşüş mü yaşıyoruz? Geçmişteki ahlaki sarsıntılar sırasında Amerikalılar meydan okumaya başladı. Yeni kültürler ve kurumlar inşa ettiler, yeni reformlar başlattılar – ve yenilenmiş bir ulus bir sonraki büyüklük aşamasına geçti. Kariyerimi Amerika’nın düşüşte olduğu fikrini çürütmek için harcadım, ancak bu son altı yılda ve özellikle 2020’de yaşanan olaylar, parçalanmış bir ülkede yaşadığımızı açıkça ortaya koydu. Güvensizlik kanseri hayati önem taşıyan her organa yayıldı.

Yenilemeyi hayal etmek zor. Yıkım her yerde ve inşaatın görülmesi zor. Sorun Donald Trump’ın ötesine geçiyor. Ulusal düşüşün kokusu havada. Siyasi, sosyal ve ahlaki bir düzen çözülüyor. Amerika, ancak onun yerine yeni bir düzen kurabilirsek bir bütün olarak kalacaktır. Onlarca yıldır, araştırmacılar kurumsal çürüme konusunda uyarıda bulunuyorlar. Kurumlar, güvensizlik dünyasında çok yaygın olan olumsuz geri bildirim döngülerinden birine kapılırlar. Etkisiz hale gelirler ve meşruiyetlerini kaybederler. Onlara olan inancını yitiren insanlar onları finanse etme eğilimindedir. Yetenekli insanlar onlar için çalışmaya gitmez. 

İnsanoğlunun gelişmek için temel bir güvenlik duygusuna ihtiyacı vardır; siyaset bilimci Ronald F. Inglehart’ın da belirttiği gibi, „değerleri ve davranışları hayatta kalmanın güvenli olduğu dereceye göre şekillenir.“ Hayal kırıklığı çağında, güvenlik duygumuz ortadan kalktı. Bunlardan bazıları fiziksel güvensizliktir: okul saldırıları, terörist saldırılar, polis vahşeti ve evde gençleri gerçek dünyadaki stresle başa çıkamaz hale getiren aşırı korumacı ebeveynlik. Ancak gerçek güvensizlik finansal, sosyal ve duygusaldır.

Yüksek güvene sahip toplumlar, Fukuyama’nın kendiliğinden sosyallik dediği şeye sahiptir. İnsanlar daha hızlı örgütlenebilir, harekete geçebilir ve kamu yararı için fedakârlık yapabilirler. 

Sosyal güven üzerine araştırmalara baktığınızda, her türden erdemli geri bildirim döngüleri bulursunuz. Güven, iyi sonuçlar üretir ve bu da daha fazla güven üretir. Güvenilirliği yüksek toplumlarda yolsuzluk daha düşüktür ve girişimcilik katalize edilir. Daha yüksek güvene sahip uluslar daha düşük ekonomik eşitsizliğe sahiptir , çünkü insanlar birbirlerine bağlı hissederler ve daha cömert bir refah devletini desteklemeye isteklidirler. 

Yüksek güven toplumlarındaki insanlar sivil olarak daha meşguldür. Hollanda, İsveç, Çin ve Avustralya gibi sosyal güvende yüksek puan alan uluslar hızla büyüyen veya gelişmiş ekonomilere sahiptir.Sosyal güveni düşük olan ülkeler – Brezilya, Fas ve Zimbabwe gibi – mücadele eden ekonomilere sahiptir. Etikçi Sissela Bok’un bir zamanlar dediği gibi, „İnsanlar için önemli olan şey, güven içinde geliştiği atmosferdir.“

                                                              ***

Doğrusu makaleyi okuduğumda Brooks sanki ‘Usbek’in tüm kaygılarını yorumlamak için kaleme aldığını hissettim ancak gerçekte ikisinin de zihnimde canlandırdığı şey günümüz Türkiye’si oldu. Usbek’e karşılık ve günümüz Türkiye’sinin içinde bulduğu girdapta makalenin başlığı kanımca, Amerika yerine, Türkiye ‘’Ahlaki sarsıntı yaşıyor’’ yazılması daha isabetli olurdu. 

Brooks’un anlatmak istediklerini bu şekilde daha iyi anlayabiliriz. Bu başlığı yazmak için ‘Usbek’ gibi ülkeyi baştan başa dolaşmamıza gerek kalmayacak kadar gözle görünen kasvetli bir hava var. 

Kuliste, sokaklarda, duraklarda bu tartışmalara şahit olmamak işten bile değil. Toplum baştanbaşa kurumlara olan güvensizliği ve kamu görevlilerinin liyakatsizliğinden şikâyetçi, hiç olmadığı kadar toplum için birbirlerine karşı güvensizlik hâkimiyet kurmuş ve en can alıcı durum toplumsal kutuplaşma ülkenin en tenha köşelerine bile yayılmış durumda. 

Öncelikle toplumları pervasızca kutuplaştıran siyasi bilinç tamamen bir yozlaşma içerisindedir. Değerlere olan güven, inançlara olan saygı, ulusun birlikteliği, önüne geçilemeyen ahlaki bir çöküntü yaşıyor. Brooks un dediği gibi ‘Yenilemeyi hayal etmek zor. Yıkım her yerde ve inşaatın görülmesi zor’. 

Neticede  ‘sosyal güven, bir toplumun ahlaki kalitesinin bir ölçüsüdür’. Şayet bir ulus güvenlik ihtiyacı gibi temel bir ihtiyaçtan yoksun yaşıyorsa, Maslow’un belirlediği gibi toplumun aidiyet ihtiyacına geçmesi oldukça zordur. Fizyolojik ihtiyaçları karşılanmayan bir ulusun gelişim evresine geçmesi ‘için temel bir güvenlik duygusuna ihtiyacı vardır’, şayet bunlar karşılanmadan güven içinde bir ulusun temennisinde bulunmak oldukça distopik bir hayal olur. 

Usbek, Osmanlının yanlış yönetimini belirtirken tam olarak günümüz Türkiye’si için geçerli olan bunları söylemektedir: ‘Bu hasta gövde, kendini tatlı ve mutedil rejimle ayakta tutmuyor; bilakis gittikçe varlığını yıpratan ve devamlı surette içini kemiren şiddet tedbirlerine başvuruyor.’ 

Bu girdapta buna ısrar eden siyasi bir bilince karşı korkarım geç olmadan büyük bir hayal kırıklığıyla karşı karşıya kalacaktır. Ronald F. Inglehart’ın işaret ettiği gibi “ Hayal kırıklığı çağında, güvenlik duygumuz ortadan kalktı. 

Bunlardan bazıları fiziksel güvensizliktir: okul saldırıları, terörist saldırılar, polis vahşeti ve evde gençleri gerçek dünyadaki stresle başa çıkamaz hale getiren aşırı korumacı ebeveynlik. Ancak gerçek güvensizlik finansal, sosyal ve duygusaldır.’’

                                                                   

İlginizi çekebilir