Muhittin Beyaz: Türk milliyetçiliğin gözünden mülteci akınları 

Olaya birde bu tarafından bakmak gerekiyor. Mülteci akınları ulus devletleri koruyan sınırları delik deşik ederek defacto ortadan kaldırmış vaziyette. Bu iyi mi kötü mü; iki açıdan bakılabilir ve tartışılabilir bir konu. Ekonomik krizle cebelleşen ve tek ulus devlet geleneğini benimseyen bir ülke için oldukça kötü bir durum. Lakin bölgesel bir politika için pekala olumlu olabilir. 

Yüz yıl önce özelde komşu ülkeler olarak Suriye ve Irak vatandaşları, Osmanlı İmparatorluğu vatandaşları olurken. Ulus devletlerce parçalanmaları sonucunda, farklı yönetimlerin ve ulusların kimliklerini aldılar. Peki ekonomik değilde yüz yıl önce Osmanlı İmparatorluğu’nun kozmopolit yapısı ve geniş sınırlara hükmetme politikası ile yaklaşıldığında aslında mülteci olarak gelen insanların vatandaş yurttaş ve ümmet kardeşi olarak hiçbir ayrım yapılmadan kabul edilebilirdi. Bilakis  tek ulusçu yaklaşan ve sınırları kurtarıcı gören bir anlayış için ise bu durum  baştan başa bir beka sorunu.

Türkiye için şimdilik iki açıdan da geçerli bir durum söz konusu. Bir taraftan mevcut hükümet geniş sınırlara yayılan ümmetçi bir dış politika izlerken, içişlerinde yerli, milli ve ulusalcı bir politika izlemekte. Bu  politikanın dönüm noktası kuşkusuz Cumhurbaşkanı ve parti başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 7 Haziran sonrası tek başına iktidar olma gücünü fiilen kaybederek, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile gayri resmi koalisyon yönetimine geçerek belirledi.  Bu temelde Rabia işareti ile yekvücut olan ‘Tek Millet, Tek  Bayrak, Tek Vatan, Tek Devlet’ nutukları bizzat Cumhurbaşkanı ve parti başkanı Erdoğan tarafından dillendirildi. AKP ile MHP’nin gerçekleştirdikleri Cumhur İttifakı sonucunda bu durum AKP hükümetini dışilişki ile tezat milli bir iç  politika izlemeye götürdü. 

Türkiye’nin iç işlerine tezat dış ilişkilerinde izlediği ümmetçi anlayış Türkiye’yi, Katar ve Pakistan İle ekonomik, nükleer ve askeri güç ile ‘Mavi Vatan,’ Libya, Suriye, Kafkas ve son olarak KKTC’nin bağımsızlık tartışması, Afganistan sorunlarıyla fiilen, askeri ve politik müdahale etme gücünü verdi. Doğal olarak milli bir politikanın dışında Katar, Pakistan ve Türkiye’yi buluşturan ortak kimlik ümmetçiliktir. 

Dış ilişkilerinde tüm kimlikleri savunan ve bölgesel güç olma gayreti içinde olan mevcut AKP hükümetinin iç işlerinde Milliyetçi Hareket Partisi ile yekvücut olması, iç işlerinde ortak kimliği geri planda bırakmıştır. Bu doğrultuda Türkiye’nin iç işlerinde tüm kimlikleri kapsayan bir politikanın aksine Tek Millet anlayışı geçerli olmaktadır.  

Fakat mültecilerin Avrupa kapısı olarak Türkiye’yi görmelerinde ki en büyük etken ise dış ilişkilerde yansıttığı ortak ümmetçi kimliktir. Bu durum doğal olarak dış politikanın mülteci akınları ile  birlikte iç işlerini de ümmetçi bir politikanın rayına itmektedir. 

Ulusal sınırların korunması adına izlenilmesi gereken yol Yunanistan gibi ulusal temelde iç işlerinde ve dış işlerinde izlenilecek milli bir politikadır. Bu durum ülke çıkarı ve  mültecilere karşı doğal bir milli kimliği ve sınırları koruyan bir tepki gerektirir. Türkiye’nin mültecilere karşı Yunanistan örneğinde vereceği tepki ümmetçi kimlik üzerinden bölgesel güç olma politikasına ciddi bir engel oluşturacağından dış ilişkilere olan hassasiyeti iç ilişkilerde de yer vermektedir. 

Öte yandan Yunanistan örneğinde Türkiye iç işleriyle uyumlu bir dış politika keza sınır politikasını izleyebilir. Nitekim AKP hükümetinin vizyonu bir bütün olarak değerlendirildiğinde maalesef ki bu da mümkün görünmemekte.

Nihayetinde Tek Milletin, Tek Kültürün, Tek Vatanın vuku bulduğu Türkiye’de  mülteci akınları sonucu milyonlara ulaşan nüfusları ile iller bazında demografik, sosyolojik yapıyı değiştirdiği gibi ekonomik ve kültürel değişiklikleri de kapsayan mevcut yerli ve milli statükoyu sarsan en güçlü etkenlerin başında gelmektedir. Bilhassa milli bir politika için beka sorunu demek en doğrusu. 

Denilebilir ki Türkiye’nin yüzyıllık milli politikası kavimler göçü tekerrürü olan mülteci akınları karşısında muazzam bir değişim yaşamakta. Yine de şimdilik bundan doğrudan etkilenen cenah MHP nezdinde milliyetçi politikadır.

 AKP hükümeti için dış ilişkilerin yaşam damarı olan ümmetçi anlayış, mültecilere ev sahipliği yaparak hükumetin milli eğitimi, kültürü dışında mülteci kamplarda başka milletlere sınırları içinde anadilde eğitim başta olmak üzere Sosyo-Ekonomik ve kültürel hizmet vermekte. 

Pekala bu durum Türkiye’yi tek ulus kıskacından uzaklaştırarak daha demokratik alıştırmalar yaptırdığı şüphesizdir. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Afganistanlı ve Pakistanlı mülteciler için ‘’Bu  memleket zor bir dönemdeyken bir tek silahı ve kurşunu yokken, İstiklal savaşında Pakistan ve Afganistanlı kardeşlerimiz kollarındaki bilezikleri sattılar ve Türkiye’ye gönderdiler.’‘ sözlerinin başka bir ifadesi de Türkiye’de, Türk ulusu dışında başka milletlere de kucak açan hatta bu toprakların kurtuluşunda onların da Türk ulusu kadar emeği ve barınma hakkına yer vermektedir. 

Demokratik alıştırmaların açıkça bir sonucu olduğu söylenmese de iç işlerinde izlenilen milli politikanın üç milyonu aşan ve hala önüne geçilemeyen göç hareketlerinin açıkça bir etkisi olduğu söylenebilir.

İçişlerinin bu yaklaşımı demokratik bir vizyon umudu içinde olan sol ve Kürt cenahının yıllardır savunduğu tek ulus devlet geleneğinin terk edilerek  çağdaş değerlere uygun bir ulus gayretini destekler nitelikte. Lakin iç işlerinin bu açıklamaları arasında şimdilik Anadolu’nun kozmopolit yapısı ve  kurtuluş savaşında omuz omuza savaşan  Kürtlere dönük olmasa da. 

Neticede Ortadoğu’da değişen dengeler sonucu ve iç işlerinin elindeki bilezikleri satan dış ilişkiler sonucu Türkiye sınırları içinde  siyasetin ortak bir kimlik politikasına dönüştüğüdür.

İlginizi çekebilir