Muhittin Beyaz: Toplumsal Barışın Önündeki Engeller             

Tüm devrim ve yönetimler, toplumsal sosyolojiye dayanarak ilan edilir. Özelde Mezopotamya’nın tanrı yaşamlarıyla birleşmiş sosyolojisi Nemrut gerçekliğini yarattı. Avrupa’da Mussolini veya Hitlerin yaratılması yine toplumsal temelin sosyolojisine dayalıdır. 

Rusların komünizmi ilan etmesine rağmen aşamadıkları milliyetçilik kimliği bölgenin ulusu izole ettiği iklim ve coğrafyanın alışkanlıklarından gelmekteydi. Evrensel bir inanç olarak ilan edilen İslam’ın, Ruslar gibi iklimin ve bölgenin yarattığı Arap milliyetçiliği her zaman keskin bir kılıç gibi İslam’ın üstünde geziniyordu. 

Moğollar kendinden başka her kesimi düşman ve yok etme güdüsünü yaşatan şey kuşkusuz ki coğrafyanın yarattığı kimliktir. Coğrafyanın kendine benzer bir yönetimle yönetilmesi her zaman bölge halkının tercih ettiği yönetim şeklidir. Böylelikle bu kanıya varıla bilir ki milliyetçi bir yönetim batı ülkelerini yönetebilir. 

Aynı şekilde Arabistan’ı, Afrika’yı, Asya’yı v.b yönetebilir. Bu bölgelerde milliyetçiliğin ihtiyaçlarını karşılayacak sosyolojik etkenler mevcuttur. Ancak çoğunlukçu bir bölgenin milliyetçiliği besleyecek etkenleri olmadığı için her zaman milliyetçiliğin en zayıf olduğu bölgeler olmuştur. 

Milliyetçiliğin bu tür heterojen bölgelerde kendini yaşatması için bilinen en eski yöntem böl ve yönet anlayışıdır. Ayrışmanın ve bölmenin beslediği milliyetçilik doktrini, bölgeyi tek ulusa indirgeyerek kabile bir yaşamı dayatır.  Bu durum toplumlar arası değerleri kristalize ettiği gibi ayrışma ve çatışmaların önünü de açmaktadır. 

Mezopotamya ve Anadolu bölgesi milliyetçi ve bir ulusun izolasyonuna hiçbir zaman uygun değildir. Nihayetinde insanlığa ve inançlara mal olmuş bir silsilenin varlığı tüm insanlığa aittir. İnsanlığın ilk defa ‘kendini tanıdığı bu topraklar üstünde’ farklı kültürler, imparatorluklar, inançlarla yoğrulmuş bu mozaik ruh, ortak bir mirastır. 

Doğu ve batıya köprü olan Anadolu tüm etnik ve kültürel ilişkilerde bir Pazar mozaiğidir. Öncelikle bir izolasyon olamayacak kadar yoğun bir transit geçiş görevini sağlamaktadır.  Bölgeyi tüm uluslardan arındırıp tek bir doktrin üzerinde yaşatmak, bölgenin, konumu, iklimi ve sosyolojisine hiç bir şekilde uygun değildir. İlk İnsanlık ruhunu muhafaza eden bölgenin devşirme milliyetçilikle yok edilmeye çalışılması gerçekte çok acı bir durumdur. Irkçılık doğası gereği tüm renk ve kültürlere karşı hoşgörüsüz ve düşmanca duygular beslemektedir. 

Bu durum karşı milletlerin ırk hassasiyetlerini tetikleyerek tüm ortak değerleri yok etme tehdidini taşımaktadır. İnsanlığın son kalesi olan bu değerler mozaiğinde ayrışma ve çatışmaları istemiyoruz. Yetkililer tarihi sorumluluklarını yerine getirerek bu son insanlık kalesini korumalıdır. Ortak değerlerinin yok edilmesiyle kardeş katlinin vacip görüleceği bir miras istemiyoruz. 

Özelde Kürtlerin ve Türklerin bin yılı aşkın birlikte yaşam değerlerine, keza inançlarına ve Anadolu ya uygun olmayan devşirme milliyetçiliğin yarattığı tehlike tamamen tüm değerleri yok etme üzerinedir. Buna rağmen toplumsal değerler üstünde tutulan milliyetçiliğin değerleri yok edip milletleri ayrıştırarak geleceğe karanlık bir miras bıraktığı gibi iyi niyetsiz güçlere de fırsat yaratmaktadır. Toplumları bir arada tutan değerlerin yok edilmesi, mezhepleri örneğinde tarihi sorumluluklar yerine getirilmediği takdirde geleceğe bırakılacak mirasın ölüm ve kandan başka bir şeyi olmayacaktır. 

Halkların kardeşliği üzerine çöken bu laneti engellemek için yetkililer sorumluluklarını yerine getirmelidir. Toplumsal değerler üzerine kurulmuş birlikte yaşamın parçalanarak mikro bir yapı kazanması Mezopotamya ve Anadolu şahsında insanlığın birlikte yaşama değeri yok edilmesine neden olacaktır. 

Öncelikle siyasal partiler tarihi sorumlulukla hareket ederek tabanlarını bu ayrışmadan uzak tutmalıdır. Yinede milliyetçilik karşısında duracak en büyük güç şüphesiz ki barıştır. Siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerin ayrıştırma karşısında yapacakları asıl şey toplumlar arasında barışı bir an önce inşa etmektir. Barışın muhatapları hiçbir zaman iki taraf arasında sorunlarla sınırlı kalmamıştır.  

Türkiye gibi jeopolitik önemi olan bir bölgenin barış içinde yaşamasını ve güçlenmesini öncelikle hiçbir rakip güç istemez. Ancak en büyük engel dışarıdan bir müdahale değil bilakis bölgenin içinde savaşla beslenen kurum ve kuruluşlardır. Savaştan beslenen kurum ve kuruluşların çatışma süreçlerini bir Pazar alanına dönüştürerek doğal olarak barış karşısında ilk duracak ve en büyük engelleri yaratacak kişilerdir. 

Bu temelde barış şiarının güçlü bir dayanışma ile yapılması barışın elini bu kurumlara karşı güçlendirecektir. Bölgenin mozaik ruhunu korunması için ilk başlarda Kürt sorunu kilit bir önem taşımaktadır. Cumhuriyetin kuruluşundan buyana öncelikli bir sorun olarak gelen Kürt sorunu zamana bırakılarak çözülecek bir sorun artık değildir. Bilakis zaman geçtikçe büyüyen ve daha da içinden çıkılmaz bir kördüğüme dönüşen bir hal almıştır. Yinede bölge barışının sadece Kürtlerle sağlanmayacağını belirterek, sözü geçen bir barışın Anadolu’nun tüm kimlik ve kültürleriyle yapılacak olan bir barıştır. 

Türk siyasal hayatının belirgin çizgileri imparatorluk ve ümmetçi bir anlayışa sahiptir. Geçmişte bölge halklarıyla uzun soluklu bir birliktelik yaşamış ve bu toplumsal değerleri korumuştur. Cumhuriyetçi ilkler yine tüm renkleri kucakladığı halde milliyetçi bir anlayışın Türk siyasal geçmişiyle tezat bir durum içinde olduğu da açıktır. Bu şekilde milliyetçilik, Türk siyasal anlayışını daraltmış ve ulusu yalnızlaştırmıştır. Giderek etkisini artıran milliyetçilik Türk siyasal hayatını mikro bir anlayışa sıkıştırarak, özünde en büyük zararı Türk ulusuna yapmaktadır. 

Neticede çağın girdiği yenidünya düzeninde milliyetçiliğe karşı defacto bir engel yaratılmasına rağmen Türkiye de yükselen milliyetçilik, tarihi tersten izleyen bir anlayışıdır. Siyasal dengeler kitle çağrıları karşısında tüm kimlikleri ve kültürlere eşittir bir anlayış kazandırmaktadır. Bu temelde Batıda ikinci bir ihtilalının ayak sesleri yükselirken Türkiye’nin tarihten ve tarihinden kopuk bir hayal içine girmesi ciddi sonuçlara yol açacak etkenlerdir. 

Dijital iletişim tüm kültür ve kimlikleri içine alarak yeni bir çağa kapı araladığı halde mikro milliyetçilikle izole olmak, feodal beylerin ihtilal karşısında kalelerine sığınarak korunacaklarını zannetmek gibidir. Çağ küresel ve eşit bir anlayış dayatırken ortaçağdan kalma devşirme bir milliyetçiliğin arkasına sığınan her toplum eni sonu tarihin tekerrürüne boyun eğecektir.  Yinede her türlü zorluğu aşacak ve toplumları bir arada tutacak yol kuşkusuz ki barıştır…

İlginizi çekebilir