İnan Kızılkaya: Uğurlar olsun Penaber Beco!

  Kızılderili sözü: “Müzik devam eder, alıp başını giden bizleriz.”  

 Beco sen ne olmak istedin? Daha doğrusu bir şey olmak istedin mi? Öykündüğün birileri var mıydı? Hepimiz gibi seni de buraya savuran sömürgeci gücün sunabildiklerine hiç rağbet etmeden yaşamını sürdürmeyi nasıl başardın.

 “Zaten biz göç ettirilmişiz bir de birbirimizin boğazını mı sıkalım” dediğinde bir halkın yazgısını da dillendiriyordun.

Hani dünyayı önüne serseler bana ne diyen kaç insan kaldı. Kürt olmak zordu metropolde, hele düzenli bir geliri olmadan hayatını idame ettirmek daha da zordu.

Kimseye el açmadın, kimseye yaltaklanmadın, kodamanların sofrasına üç kuruşa kaşık sallayanları adam yerine koymadın. Kıt kanat geçinmeyi sorun etmedin. Paranın kokusuna kanmayanlardandın.

 Corona günlerinde senin ölüm haberini duymayı nasıl karşılayacağımı da bilemiyorum. Evde mahsur kalmanın üzerine bir de yurdundan koparılan dostlarından birinin ebediyete gidişini duymanın ağırlığı. Hızlıca gözlerimin önünden geçen ve beynimde yankılanan sahneler birbirinin üzerine biniyor.

 En çok hangi karede seni özleyeceğime karar veremiyorum.

Esenler de bir çorbayı üç gün üç ekmekle içtiğimiz günlerin geceleri bana anlattığın hikayeleri nasıl unutabilirim. Ama sigaran hep Tekel 2000 idi. Uyurken bile hesapladığın tek maddi şey bir sonraki güne ne kadar sigara içeceğindi.

Diğer maddi ihtiyaçları düşünmezdin. İki paket Tekel 2000 cebindeyse sorun yoktu. Sigara içmez sanki konuşurdun.

 Sana pasladığımız insanların sorunlarıyla ilgilenir, bir yerde bir yurtsever tanısan ona yönlendirirdin. Sorunu olana el atar, derdini dinler, yeme, barınma hatta korunma önerilerin hiç eksilmezdi.

Gülerek, “Aman dert ettiğimiz şeye bak” der, çözüm için kafanı kurcalardın. Bir görev gibi olmasa da bir ödev gibi yaklaşırdın. Halkının sorunları öncelikliydi ve de halkın derdini düşünmeden saçını kaşımaya bile yeltenmezdin.

 Gazete basıldıktan sonraki gün Tarlabaşı’ndaki eve kardeşim Hasan ve ortak arkadaşımız Emin ile birlikte gitmiştin. Evin sokağında karakol kuran polisi atlatarak sanki kırk yıllık mahalleli gibi ev ödevlerinde çekirdek çıtlatan kadınlar ile konuşarak durumu anlatmışsın.

Siyahlar, çingeneler, Suriyeliler, Afganlıları da yabancı bilmezdin. Onları da Kürtlerin komşusu bilirdin. Komşu da komşuya gönül koymazdı. Aynı gökyüzüne bakan mülteci halkları da kendinden bilirdin. Zorunlu konukluklarını da yurtsuzluğa karşı da ortak bir hüznün inadıyla selamlardın.

 “İnsanları olduğu gibi sevmeli” diyordun ya. Dostlar arası anlaşmazlıkları gidermeye can atardın. Kusurlarıyla arkadaşlarını sevmeyi bellemiştin. “Hepiniz isot gibi yanıyorsunuz. Hanginize yanaşsam diğeri bağırıyor. Yeter vallahi beni de bezdirdiniz.” Ardından bir kahkaha ve hepimizi neşeye kapılırdık.

 Beco, sen her şeyiyle Kürt idin. Politik anlamıyla değil doğal ve en insani yanıyla. Asla ve de kata seni inkar edene özenmeyi aklının ucundan geçirmedin. Türkçe konuşurken dahi anadilinin tınısı seziliyordu.

Bir gün bile ağzından hiçbir halka bir hakaret işitilmedi. “Faşizm onları da zehirliyor” derdin. “Kimliğimize saygı göstersinler yeter, başkaca isteğimiz yoktur” dediğinde kardeş bellediğin halktan kaç kişi duydu…

 Senin algı eşiğin sade ve dolambaçsızdı. “Kardeşim ben halkım. O kimdir ne demiş benim umrumda değil hem tanımam da!” Tonlarca kelime harcayarak meramını anlatanları bir süre sonra dinlemediğini bildiğimden az konuşurdum. “Sana da bir şey sormaya gelmiyor” dediğinde, uzattığımı biliyordum. Bu yüzden somut ve anlaşılabilir olmalıydı her şey.

 Kurumlar senin için apoletlilerin değil halkın  yararlanması gereken yerlerdi. Ayrım yapmadan arkadaşlarını davet eder, onlardan öneri alır, daha iyi nasıl işletilir diye de kafa yorardın. Hele gençleri gördüğünde yüreğin kabarırdı.

İsmini sorduklarında “Becet” derdin. Peşinden “Beni de arkadaşınız bilin” eklerdin. Ne mutlu sana ki koltuk sevdası bilmeden aramızdan ayrıldın. Belki corona mikrobuna çare bulunabilir ama siyaset sınıfının kirinden uzak durduğun içinde alnın apak, vicdanın müsterih yaşadın.

 Bir de kızın vardı. Mürüvvetini gördüğünü gözlerin ışıldayarak anlatmıştın. Rojda hayat pınarındı. Bir yıl sonra sonbaharda görüştüğümüzde dünyadaki tek dikili ağacının mutluluğuna ortak olamayan dostları da incitmeden düğünden bahsetmiştin.

Beco bana Aram Tigran’ın ölüm haberini sen vermiştin. Doğduğu topraklarda defnedilmesine müsaade etmeyen sömürgeci akıl, Tigran’ı gönlümüzden silemeyeceğini bilmenin hıncıyla acımazsızdı.

Tigran’ı her dinlediğimde seni anımsardım. Şimdi ise aramızdaki kopmayan bağ oldu. Sen ana yurduna döndüğünde Tigran’ın en dokunaklı parçası Penaber çalıyor.

 Karwan karwane kul û derdan

 Dew ji mal û milke xwe berdan

 Digerin wek koçeran der bi der

 Rih û can û milkan tev li ser dan

 Penaberin penaber

 Wek koçera der bi der

 Welat welat digerin

 Bune wek teyre beperin

 Heywax li min, heywax li min

 Penaberin koçerin

 Wek teyre biperin

İlginizi çekebilir