Hasip Kaplan: Nereden Nereye?

Rivayet edilir ki tufandan sonra, Hz.Nuh’un gemisi Cudi Dağı’na demirlemeden önce, beyaz bir güvercin uçurulmuş, gagasında zeytin dalı ile dönmüştü.

Barışın simgesi olan beyaz güvercin esin kaynağı olmuş.  Kutsal kitaplara da  böyle yazılmış, sonra kara görünmüş. Cudi Dağı’nda geminin durduğu yere  Ziyaret deniliyor. 

Nergiz çiçeklerinin açtığı bu topraklarda, güneşin dağların ardından doğuşunu seyrederdik. Ateşin, taşın, toprak damlı evlerde anlatılan öyküsü büyülerdi bizi. 

Dağların, derin vadilerin, Dicle’nin destanı,aslında bizim hayatımızdı.

Doğduğumuz topraklarda Kürdistan’da kadim uygarlıklar taht kurmuştu. Krallar, İmparatorlar, Sultanlar, Mir’ler, Beg’ler, Ağalar, kavimler, halklar, milletler gelip geçmişti.

Farklı kültürler, inançlar,dinler, diller, mezhepler, tapınaklar, ibadethaneler, havralar, kiliseler camiler olmuştu. Birçoğu  izlerini bırakmıştı.

Hezex’te  evimizin karşısında ki Meryem Ana Kilisesi M.S.1.Yüzyılda yapılmıştı. Siyah bazalt taşlardan harçsız yapılan Ateş Tapınağı Babzeccel ise Milattan çok öncelere dayanıyordu.

Hespist Nuvala Kori’de ise kayalarda anıt mezarlar vardı. Çok tanrılı dinlerden, tek tanrılı dinlere Adem ile Havva’nın çocukları hep savaş halindeydi.

Bayramlar, festivaller, törenler, düğünler, taziyeler, töreler, değişerek günümüze gelmişti. Kayalarda kabartmalar, mağaralarda resimler, şehirlerde kaleler, kutsal mekanlar, bir emenat gibi el değiştirmiş günümüze gelmişti.

Tarih efsane ve destanlarıyla bize fısıldıyordu. En güzel üzümlerden pekmezi, şarabı, verimli topraklardan buğdayı pirinci, narı inciri, bademi, zeytini bırakırken,Nuhun tufanını anlatıyordu.

Dağların başı sadece dumanlı ve karlı değildi. Dağlar özgürlüğün gökyüzüne ulaşan yollarıydı.

Gökyüzünde sayısız yıldız vardı.Gecelerin zifiri karanlığında altın, yakut, zümrüt, pırlanta gibi pırıl pırıl parlayan gökyüzü,Mısır’ın İskenderiye kentinde ki bir Astronomi merkezinden,Teodora’nın Konstantiye şehrinden, Maya harabelerinden hep aynı görülüyordu. 

Ninova’nın, Babil’in ilk kurulan devletlerin topraklarında Samanyolu, Küçük Ayı Büyük Ayı Kutup yıldızı günümüze kadar hep aynıydı. 

Oralarda yaşam varmıydı, ne yerler ne içerlerdi, dini inançları savaşları nasıldı.İnsana benziyorlar mıydı, bizim gibi şarkılar söyleyip, halay çekiyorlar mıydı. 

İşte küçük çocuk merakları içinde  böyle büyümüştük.

Büyüklerimiz bize Allah’ın bir olduğunu, dünyayı yarattığını, her şeyi bildiğini söylerlerdi. Sonra farklı dinlerin, peygamberlerin, kutsal kitapların olduğunu  öğrendik. 

Dinler, dinleri, mezhepler mezhepleri katletmiş, Havraları, Kiliseleri, Camileri yakıp yıkmıştı. Bu ölümlü dünyada kısa yaşamda acımasız bir rekabet vardı.

İki büyük dünya savaşı gören insanlık, üçüncü dünya krizi ile yeni bir cihan savaşının kıyılarında gezerken,zalimler mazlumların kimliğini, dilini, dinini kültürünü yasaklıyordu.

Kendi mahkemelerini kurmuşlardı,kendi Meclislerinde bilinmeyen bir dil olarak milyonlarca yurttaşını aşağılıyor yok sayıyor inkar ediyordu.

En güzel şarkılarımızı gizli gizli dinliyorduk,zulada sakladığımız bir Kürtçe kaset uğruna yakalanıp beş yıl hapis cezası alanlarımız oldu. Ape Musa en kıdemlimizdi, ıslık çalarak Kürtçe propaganda yapmaktan yargılandı. 

Darbeler, muhtıralar,post modern darbeler, derken iktidarın ortağı cemaatın son darbe kalkışmasına tanık olduk.Memlekette OHAL ilan edildi.

Olağanüstü Mahkemeler,siyasi iktidarın emrine girince tüm muhalefete acımasız davranıldı.Darbeyi yapanlardan çok muhalif basına, gazetecilere, akademisyenlere, aydınlara, sanatçılara, siyasetçilere, seçilmişlere yöneldiler.

Hayat çatışmalarla, ateşkeslerle, görüşmeler ve çözüm süreçleriyle ilerlerken,barışın en yakın olduğu bir zamanda kesilmişti. Yeniden çatışmalar başlamıştı,büyük acılar yaşanmaya devam etti. 

Birlikte yaşamayı, eşit yurttaşlığı, hukuku, bağımsız yargıyı, özgürlükleri tanımayan tek adam Başkanlık Rejimine/Monokrasiye geçildi. 

Toplumsal kutuplaşma ve gerginlik her geçen gün artıyordu. Güzel günlere, insan haklarına inananlar umudu güçlendirmek için bedel ödüyordu.

Hayatımız bir dizi film gibi, olağanüstü yargılamalarda, işkence odağı olan cezaevlerinde geçerken bugünlere geldik. 

Nasıl geldik,içerde otuz yedi yıl süren savaş nasıl yordu, nasıl insani değerleri aşındırdı,toplum nasıl nefes alamaz duruma geldi, bu kaos nasıl aşılır,umudu güçlendirmek için neler yapılabilirdi.

Toplumu değiştiren iki önemli gücün hukuk ve siyaset olduğu söylenir. 

Son zamanlarda bu evrensel değerlerin aşındığı, yerine para ve gücün emrindeki silahlı güçlere dayalı, dikta rejimlerinin  geldiği görülüyor.

Uluslararası ilişkiler giderek çıkara dayalı kirli bir görünüm alıyordu. Paramiliter güçlerin yanı sıra organize suç şebekeleri mafya silahlanma çağrısı yapıyordu. 

Barış isteyen bilim insanlarının akademisyenlerinin kanlarını oluk oluk akıtacaklarını, cesetlerini elektrik direklerine asacaklarını söyleyen mafya mahkemelerde düşünce özgürlüğü gerekçesiyle sebest bırakılıyordu. Cezaevindekiler afla salıveriliyordu.

Bilim insanlarının muhaliflerin  kararnamelerle görevlerine son veriliyordu.Ağır ceza mahkemelerinde terör propagandası yapmaktan sorgusuz sualsiz hukuksuz bir şekilde cezalandırılıyorlardı.

Hayatım boyunca bir hukukçu olarak, son kırk yılın en önemli davalarında avukatlık yapmıştım.Siyasal boyutu olan  davalar, darbe süreçleri, Olağanüstü yargılamalar, Ulusalüstü Hukuk, Strasbourg’ta ulusalüstü hukukta AİHM yargılamaları derken yargılanan, yargılayan, savunan, sanık olan, bazende tanıklık ettiğimiz zamanlar oldu.

Siyasete atıldığım ilk günden bu yana, eşitlik, adalet, özgürlük, demokrasi için yaptığımız mücadelede, derin devletin aşılamayan duvarlarını tanıdık. 

Sekiz yıl Mecliste söylenmedik sözümüz kalmadı, kavgalarımız oldu. Gün geldi  ortak Araştırma Komisyonlarında çözüm aradık. 

Silahların susması,  barış çabası içinde sancılı süreçlerden geçtik.Yüzlerce fezleke ile ceza tehditi altında görev yaparken sahte iktidar oyunları çarkında hedef olduk.

Bağımsız ve tarafsız olmayan siyasallamış yargıya atadıkları savcı ve hakimlere dava açtırıp, siyasal kararla siyaset dışına çıkarılmamız korkularını gösteriyordu.

Hayat bize her koşulda her yerde mücadele edebileceğimizi gösterdi.Selimiye Kışlasının duruşma salonlarından,Ren nehrinin kıyısında gemi şeklinde yapılan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin duruşma salonlarına adaletin peşinde koşarken, ülkemize evrensel hukukun standartlarını taşımanın mücadelesini verdik.

1960 darbesinde çocuktum, 12 mart 1971 darbesinde liseyi bitiren bir genç, 12 eylül 1980 darbesinde avukattım. 

Sonrası doksanlı yıllarda köyler yakılıp yıkılırken, binlerce faili meçhul cinayet işlenirken,günümüzde şehirlerin yasaklarda yakılıp yıkılmasına tanık olduk.

Ezilen halkların hakları uğruna her mücadelenin ateşle bastırılmasının ardından küllenen topraklarda, yeşeren umudun gelişmesine tanık olduk. 

Operasyonlar, tutuklamalar, cezaevleri hız kesmedi. Belediye başkanlarının görevden alınması kayyum atamalar, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ‘’iradenizi tanımıyorum’’ diyen ceberrüt devletin yöneticileri aynı sahnede aynı oyunu defalarca oynamaya devam ediyordu.

Nerden nereye gelmiştik. Zor günlerde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi kuruldu. Suriye’de Rojava direniş ve özgürlük destanları yazdı.

Kolay olmadı özgürlük şehitlerinin bayrağını devralanlar mücadeleye devam ediyor.

Ortadoğu’da Kürt halkının özgürlük statüsüne düşman olanlar boş durmuyor.

Topyekün bir saldırının stratejileri çizilirken Kürtler kendi içinde çatışarak değil,birleşerek kazanabilirler.

 

İlginizi çekebilir