Hasip Kaplan: Barolar Neden Yürüyor

Baro başkanları ve üyeleri dünden bugüne Ankara’ya yürüyor. Savunmayı savunmak; Baroların bölünmesine karşı çıkmak için.

Türkiye Barolar Birliği (TBB)’nin başındaki zat; M.Feyzioğlu Saraya çark ettikten sonra, bu tezgahın bir parçası oldu. Bu nedenle Barolar imza topladı ve yeniden Genel Kurul istedi.

Barolar bugün iktidarın hazırladığı yasa teklifine karşı yürüyor.

Adaletin üçlü bir saçayağı vardır. Bu saçayağı da Savcı, Savunma ve Yargıdan oluşur. Savcıların, avukatların görev yönünden eşitliği, AİHM içtihatlarında ‘’Silahların Eşitliği’’ olarak tanımlanır.

Savcı ve Yargıçların örgütü önceleri HYSK sonrasında ise 15 Temmuz darbesi ve referandumla HSK olup, başlarında Adalet Bakanı ve Müsteşarının olduğu bir siyasi vesayet altındadırlar.

Yargıda önce FG Cemaatı örgütlendi. Kürtlere, tüm muhaliflere ve basına acımasız davalar açtılar. Meşhur gerekçeleri terör suçlarıydı. TMK’ye dayanarak yapmadıkları adaletsizlik kalmadı. Hala onların açtıkları soruşturmalarla siyasi muhalifler cezalandırılıyor.

15 Temmuz darbesi sonrası FG Cemaati’nin savcıları ve yargıçlarının çoğu tutuklandı,görevden alındı. 15 Temmuz darbesi sonrası AKP+MHP siyasi kiliğine bağlı olanlar yerlerine dolduruldu.

AKP iktidarı Barolarda etkili olamadı. Savunmayı susturmak, avukatlara kan kusturmak için seçim sisitemini değiştirmek ve Baroları bölmek istiyor. İktidara yandaş Yeşil Barolar  yaratmak istiyor.

Bu nedenledir adil yargılanmayan onlarca yıl ceza alan avukatlar cezaevlerinde hakları için açlık grevindeler.

Ceza muhakemesinde,  iddia ve savunmanın,  yani savcı ile avukatın eşit silahlara sahip olması fikri evrenselleşmiş bir kural olarak,  çağdaş ülkelerin ceza sistemlerinde yer almıştır.  

Savcı ve hakimler yalnız maaş aldıkları için resmi bir görevi haiz değildirler.  

Onların yaptıkları görev,  nasıl ki bir kamu görevi ise biz avukatların yaptığı görev,  aynı şekilde kamu görevi olup,  biz savunmanın görevine ilişkin olarak bir adım daha öteye gidilmiş ve “savunma hakkının kutsal olduğu” fikri kamu vicdanına yerleşmiştir. 

Siyasi davalarda, özellikle olağan Üstü özel yargılama yapan Sıkıyöneti DGM, ÖYM ve Silivri Sincan gibi Mahkemelerde, savunma avukatı olmak başlı başına bir risk, cesaret, kararlılık, inanç isteyen bir görev. 

Siyasi iktidarlar yargıya talimat vermekle kalmıyor.Medya kanalıyla gerçekleri saptırıp kamuoyunu yanıltıyorlar. Örnekleri çoktur.

Ankara Başsavcısı olan biri DEP milletvekillerinin iddianamesini henüz mahkemeye vermeden, kendisince milliyetçi olarak tavsif ettiği basın mensuplarına veriyordu. 

Biz savunma avukatlarının, mahkemeye ilişkin mesleki toplantılarını MİT’e izlettirerek, hakkımızda “Kürtçü avukatlar” ibareli raporları mahkeme dosyasına koyuyordu. 

Dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra korucu ve itirafçılardan yeni ifadeler alarak basına dağıtıyordu.

Bugün aynı uygulamayı iktidar HDP’li seçilmişlere yapıyor.

l984 yılında Diyarbakır 7. Kolordu sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesinde savunma avukatıydım. 

l98l-1984 Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevinin insan hakları ihlalleri, işkence ve ölümlerde en baskıcı günlerini yaşıyordu. 

Biz savunma avukatları olarak, cezaevi ve duruşmadaki yasadışı uygulamaları belge ve örnekleriyle savunmamızda yazmıştık. 

Avukatlar Mustafa Özer,  Erdinç Uzunoğlu, Hacı Akyol ve Süleyman Demirkapı ile birlikte hazırladığımız bu ortak savunmada “….sanıkların duruşma salonunda dahi elleri dizleri üzerinde,  sabit bir” noktaya bakmak zorunda bırakılmış, ellerinden kağıt ve kalemleri alınmış, en tabi ihtiyaçları karşılanmamış bir şekilde tutulduğunu, cezaevinde, sürekli işkence gördüklerini, mahkemenin duyarsız davranması ve önlem almaması sonucu işkenceye yeşil ışık yaktığını yazmıştık…” 

” Savunmayı okurken, Mahkeme Başkanı müdahale etmezken asker üye olan yargıç duruşma yargıcının elinden dosyaları alarak görevini elinden almakla kalmıyor, savunma yaptırmam diyordu… ”

Hakkımızda tutuklama istemi ile Sıkıyönetim 1 Nolu Askeri mahkemeye dava açıldı. Mahkeme başkanın muhalefetiyle iki asker üyenin oy çokluğu ile l2 ay hapis cezası verildi. 

Kararı temyiz ettik Askeri Yargıtay 2. dairesi: “. . savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması demokratik Hukuk düzenin bir gereğidir’’ diyerek kararı bozmuştu.

SAVUNMAYI SAVUNMAK

Olağanüstü yargılamalarda, siyasi davalarda özellikle meslek vakarının korunması önem kazanmaktadır. 

Bunun nedeni siyasi davalarda takdiri tutumların daha çok sergilenmesi savcı ve hakimlerin “devletin temsilcisi” gibi gözükmesi bu tutumlar karşısında avukatın karşı tutum takınması zorunluluğu doğmaktadır.

Dosyayı incelemekte, sanık ile görüşmekte çıkarılan güçlükler, hazırlanmaya yetmeyecek çok kısa mehiller duruşma hakimi ve savcılardan gelen dolaylı tehditler ve benzeri tutumlar davayı haksızlığa yaklaştırırken,  savunma heyecanı ile çok defa makul karşılanan davranışların makama hakaret sayılması, işlem yapılması gibi tutumlar siyasi davalar sonucu hükümlerin kendini kabul ettirmesine engel olmaktadır. 

 Türkiye’de ne yazık ki bu baskıcı tutumlar yalnızca,Kürtlere Azınlıklara Alevilere muhalif olan  sol, sosyalist komünist, düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü savunan kişi ve kuruluşlara sivil toplum örgütlerine yönelmektedir.  

Bu nedenledir ki, siyasi davalarda ve özellikle yöneldiği davalarda, avukatların cesur olması gerekir.

Savunma mesleğinin tarihinde şerefli örnekler az değildir. Siyasi davalarda kendini, hatta mesleğinden olacağını dahi düşünmeden savunma yapanlar pek çoktur. 

Maria Antoinette’in avukatı Chaveau-Largarde savunması sonrasında tutuklanmıştı. 

Berriyer şunları söylemişti: “Ben konvansiyona iki şey sunuyorum: Hakikati ve kafamı.  Birinciyi dinledikten sonra İkincisi hakkında dilediğiniz gibi karar verebilirsiniz…”

Siyasi davalar kadar “duruşma aleniyetini’’ zaruri kılan dava çeşidi yok gibidir. Fakat siyasi davalarda “şekil sağlamak için, görünüşte birkaç dinleyici bulundurulur.            

Hukuku değil, kendini hukukun üstünde sayan kanun anlayışıyla kurulan mahkemeler sadece “gösteri adaletini” sağlamışlardır. 

Günümüzde HDP Milletvekillerinin, belediye başkanlarının, gazetecilerin,Bilim insanlarının yargılamasında sıkça yaşanan bir durumdur.

Selahattin Demirtaş’ın, Ahmet Altan’ın Osman Kavala’nın AİHM kararlarına karşı tutukluluğunun sürdürülemesi siyasi müdahele sonucudur.

Fransız yazarları Petain’in yargılanmasını şöyle tanımlarlar: 

Kötü bir dava, çünkü hakimleri daha sanık mahkemeye çıkmadan, onu mahkum etmişlerdi. 

Siyasette adalet olmaz denir. Bu hukukçuyu ilgilendirmez. 

Fakat adalette siyaset korkunç bir kavramdır. Bundan ötürü siyasi mahkemeyi savunmak bir aldatmacadır.

Siyasal konulu adalete her toplumun siyasal geriliminin arttığı dönemlerde çokça  rastlanır. 

Özellikle siyasi ceza davalarında adaleti ele geçirme çabaları dikkati çeker.

Kuvvetler ayrımı yok sayılır.Bunun için:sanık fiilen ve hukuken tecrit edilir.Sanığın tamaman veya kısmen haklarından mahrum edilmesi sağlanır. Bu durum savunmaya yansır.

Çağdaş engizisyonda hukuk gerçek görevine ihanet eder, kandırmaca aracı olur. Kandırılan insanın gücü kırılır, toplum umudunu yitirir. 

Bundan ötede hınç başlar, korkulur. Hemen her ülkede rastlanan olağandışı mahkemeler; kendini ve adaletini topluma kabul ettiremez. 

Çünkü olağandışı gereksinme olağan mahkemelere güvensizlikten gelir. Daha hızlı, uzman adalet bahanedir. 

Olağandışı mahkemede itham daima “müphem”  ve duraksamalıdır. 

Bu sebeple sanıkların savunmaları suçlama biçiminde ortaya çıkar. Başkaları da aynı durumda neden yargılanmıyorlar?

Siyasi Mahkemelerde avukat tutması engellenir, avukat sayısı sınırlanır. Ondan ötesi savunma avukatlarının savunma yapması engellenir. 

Olağandışı yargılamalarda temel ilkeler bir kenara atılır, örtülü biçimde kaldırılan kuralların çoğu “savunma hakkına” ilişkindir. 

Bundan yasal destekli “adli keyfilik” başlar. Bunun bir süre sonraki toplumsal sonucu şudur:“Hüküm  giyenler “masum” , böylesine yargıyı kuranlar,  itham edenler, mahkum edenler “suçlu ” sayılırlar toplumda oluşan, bu yargıya karşı hiçbir kanun yolu yoktur. (Av. Faruk Erem Meslek kuralları sayfa:57-62)

Bunun Türkiye’de çarpıcı örneği Menderes ve arkadaşları ile Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının,12 Eylül darbesi sonrası idamlardır. Toplum bu idamları kabullenmemiştir. 

Siyasi davalarda savunma avukatlarının en çok karşılaştığı suçlamalardan biride, mahkemeye hakaret iddialarıdır. Savunma dokunulmazlığı aşılarak, elleri kolları, bağlanarak, görev yapamaz duruma düşürülmek istenir. 

Savunmanın genel yöneldiği kişi, gerek içerik açısından “suç sayılmak tehlikesi” ile karşı karşıya bırakılması, savunma hakkının sınırlandırılması anlamına gelir. 

Savunma dokunulmazlığının varlığı, dava açılmasının izne bağlanması, iddia ve yargı makamına karşı işlerliğinin sağlanması içindir. 

İddiayı cevaplandırmak, eleştirmek, yargıcın tutumunu eleştirmek gerekliliği ortaya çıktığında susmak mı gerekecektir? 

Anayasal bir hak olan, savunma hakkı,  adil yargılanma hakkı korkusuz savunma yapma hakkı demokrasilerde en temel ve üst değerlerdir. 

Bu hak aynı mantıkla uluslararası hak bildirgelerinde, sözleşmeler de Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer almıştır. 

Biz savunma olarak, elbette ki yargının bağımsızlığı ve yargıç güvencesini, iddia makamının yönetsel yetkinin altında kalmadan görev yapma hakkını sonuna kadar savunuruz.

Anayasanın 36’ncı maddesi herkesin “iddia ve savunma hakkına sahip” olduğunu söylemektedir. Anayasanın gerekçesinde savunma hakkının adil yargılama hakkının kapsamında olduğu ifade edilmektedir. 

Bir kere yargılama fonksiyonu kollektif bir faaliyettir. Dava iddia ile baslar, bu açıdan davada taraftır. 

İddiaya karşı “savunma görevi” yargılama fonksiyonuna katılır ve iddianın çürütülmesi açısından “savunma hak/görevini” gerçekleştirir. 

12 Mart, 12 Eylül darbeleri sonrası ve günümüzde dahi, yasal parti, dernek ve sendika ile kuruluşlara Olağanüstü mahkeme savcıları dava açarken hem aynı taktiği uygulamışlardır. 

Önce bir illegal örgüt bulmuşlar, sonra bu yasal kuruluşları onların paravan yan kuruluşları olarak suçlamışlardır. Suçlama hep aynıdır terör  ve propaganda.

Arkasından bu davaların savunma avukatlarına benzer bir yaklaşım tarzı sergilemişlerdir. Savunma avukatlarını adeta sanıkla özdeşleştirme çabaları hep sürmüştür. 

Dreyfus’un yargılamasında, aydınların gösterdiği tavrı, cesareti bugün arar gibiyiz. Artık kimse saklanan, gizlenen delillerle mahkum edilemiyor. Savunma hakkı evrensel ilkelere bağlanıyor.

Sokrat; “… Atinalılar, bu savunmayı sunuşum, sanılacağı gibi kendim için değil hiç değil, sizin içindir. . ” derken, Meletos’a yöneliyor onu ciddi şeyleri üç kağıda çevirmek ve düşünüp taşınmadan insanları mahkeme önüne getirmekle suçluyordu. 

Dimitrov Reichstag yangını davasında, işe polisten başlıyor, sonra sıra sorgu yargıcına, iki savcıya, Nazi avukatlarına, nihayet Hitlerci basına geliyordu. 

Verilere, tanıklara, soruşturmağa sataşıyordu. Kendisini korumak için değil, onu sanık kürsüsüne getiren anlayışa karşı saldırıyordu. Şu sözleri hala yankılanıyor:

“Savcılık beni kesin suçsuzluğuma rağmen, imparatorluk Mahkemesinde sanık sandalyesine oturtacak kadar ihtiyatsız davrandı” diyordu.

Nurnberg yargılamaları, Faşizmin, Nazizmin sonuçlarını tüm dünyaya yansıtan gösterilere dönüşürken, Jean na D’arc’ın iadei itibar davasını unutmamak gerekir. l43l de dine karşı gelmekten ve büyücülük suçlarından ötürü yakılmıştı.

Hukuk tarihi, inanılmaz olaylar, kişiliklerle doludur. 

Türkiye bugün itibariyle adaletin ayaklar altına alındığı,siyasi otoritenin emir ve talimatlarıyla hareket ettiği binlerce örnekle doludur.

CHP’nin, HDP’nin Adalet yürüyüşleri sonrası,Baroların savunma için yürümesi çok önemlidir.

Herkesin sığınacağı güvenli bir Adalet limanına ihtiyaç vardır.

Yürmeden ses vermeden mücadele etmeden hukuk insan hakları ve bağımsız yargı sağlanamaz.

Bu nedenle Savunmayı Savunmak için yürüyen Baroları selamlıyoruz…

 

İlginizi çekebilir