Hasan Hayri Ateş: Zalimin Kanlı Çarkında Sivas/Madımak Katliamı

“Bütün cinayetlerin sorumluluğu tapma gücündedir: Bir tanıyı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar, buna razı olmazlarsa onları yok etmeye de hazırdır,” diyor E. M. Coran.

Bir yıl dönümünü daha karşıladığımız Sivas/Madımak katliamı, insanlığın gözleri önünde gerçekleşti. Bu yanıyla salt  birinci dereceden fail olan iktidar elitinin değil, toplumun da dahliyle kollektif bir katliam olarak tarihe geçti. 

Evet, kollektif bir cinayettir. Çünkü kışkırtılmış bir kalabalık vecd içinde bizzat katliamın icrasında görev üstlenirken, aynı ruh dünyasında olan milyonlarcası da, aynı bahaneleri kutsayarak yürekleri ve ruhlarıyla katılmıştır. 

Diğer yandan büyük çoğunluk da TV ekranları başında sessizce, içleri kan ağlayarak, çaresizlik içinde pasif izleyici konumlarıyla bu acımasız kıyımın bir parçası olmaktan kurtulamamıştır. 

Bu nedenle Sivas/Madımak katliamı benzersizdir ve kollektiftir. 

Kanlı bahaneler labirentinde Madımak katliamı benzersiz olsa da, ilk değildir. Ne yazık ki son da olmadı; görünür gelecek açısından bakıldığında, son olmayacak da. Bahanelere beşiklik eden zihniyet ve anlam dünyası değişmeden, bu kör kuyudan çıkış mümkün olmayacaktır.

Coğrafyamız kanlı bahaneler sonucu ortaya çıkmış, dolmak ve doymak bilmeyen bir büyük mezarlıktır. Bu mezarlığın dolmak ve doymak bilmemesi; fethedenlerin, zalim ve zorbaların bitmek bilmeyen bahanelerinin sonucudur. Bunlar bir Tanrı’yı yakışıksızca, şuursuzca ve histerikçe sevme adına, cellat olma görevi üstlenmiş; kendileri gibi vecd etmeyenleri, sapkın diye mimlediklerini gözünü kırpmadan kıyımdan geçirmiş, geçirmektedir.  

Elbette bahaneler üretmede Tanrı’nın yerini kimi zaman devlet almış, kimi zaman da tapınç konusu haline getirilen bir düşünce olmuştur. Böyle bir durumda zalimin kanlı kılıcını ensesinde bulanlar hıyanetle mimlenmiş, öldürülmeyi hak eden ayrılıçı ve bölücüler olarak sunulmuştur topluma. 

Coğrafyamızın fethedilen halkları, inançları, kültürleri süreğen bir ölüm iklimine sıkıştırılmış durumda. Zaman akar bugün yarın olur, derken günler, aylar ve mevsimler gelip geçer. Ancak fethedilenlerin yaşantıları ölüme yazgılı olmanın lanetini kıramaz, kıramıyor da. Hal böyle olunca gelecek kuşaklara aktarılan anlatılar da, ölümlere ve katliamlarla dayalı kadim bir miras halini alıyor. 

Zalim zorbalar, fatihler, yalnızca coğrayaları fethetmekle kalmıyor, tüm aidiyetleriyle halklarını da fethediyor. Fethedilenleri elde tutmak ise, ancak öldürme ve zorbalık gibi araçlarla mümkündür. Nerede olursa olsun, fetheden dışarıdan gelmiştir. Kültürel olarak yabancıdır, köksüzdür, zayıf ve güçsüzdür.

Bundan kurtulabilmenin yegane yolunu, fehtettiklerini, aidiyetlerinden arındırmakta, kendi kalıbında başkalaştırmakta bulur. Bu gerçekleşmediği sürece, zulümlerden zulüm beğendirir. 

Onun içindir ki, mezarlara kadar, her şey zembereğinden boşanmış saldırganlığın hedefidir. Ne de olsa mezarlar mekansal bir hafızadır. Varlığıyla zamanın bir dilimine kayıtlanarak, kendinden sonraki zamana karşı bir anlatı görevi üslenir. Yaşanmışlıkların hikayesidr bu. Mezarları dahi yok edilen bir toplum, zaman içinde tümden görünmez kılınmak, hiçleştirilmek istenmektedir.

Sivas/Madımak katliamının her yıl dönümünde “unutturmayacağız” demek, önemli, gerekli ve zorunludur. Çünkü insan unuttukları oranında kaybeder, başkalaşır; hatırladıkları oranında sahip olur, korur. Bu nedenle unutmamak, unutturmamak zamanın akışı içinde var olmak ve var kalabilmek açısından yaşamasaldır. Ancak yeterli değildir.

Coğrafyamız fethedilenlerinin yaşadıkları, kendi varlık gerekçesini ötekinin yokluğu üzerine temellendiren egemen zihniyetin tezahürüdür. Bu kıyıcı zihniyetin mağdurları, ölüme yazgılı labirentten çıkmak için, ortak bir refleks geliştiremedikleri sürece, yaşanan kör döngü devam edecektir. 

Türkiye gerçekliğinde son otuz yılın en vahşi kıyımlarından biri Sivas/Madımak katliamıyken, diğerleri Roboski ve daha yakın bir zamanda Cizre bodrumlarında yüzlerce gencin yakılarak katledilmesidir. Cizre’de yaşananlara takılmadan görülmesi gereken, savaşan güçlere yükümlülükler getiren savaş hukuku dahil, insanlığın yerleşik ahlaki değerlerinin de çiğnenmesidir. 

Dolayısıyla, Sivas/Madımak katliamını, bir yıl dönümünde daha lanetlerken, zalimin kanlı çarkından nasıl çıkılacağı üzerine de düşünmek gerekir. Öldürme hallerinin kutsandığı, özellikle iktidar güdümlü görsel medya anlatlarında bir övünç ve rekabet konusu haline getirildiği koşullarda, bu çok daha zorunludur.

Sivas/Madımak katliamında hayatlarını kaybedenlerin anısına saygıyla.   

İlginizi çekebilir