Günay Aslan: Trump’ın Türk-Kürt ilişkileri 

Trump’ın Başkan seçilmesiyle birlikte Amerikan iç ve dış politikasının seyri değişti. 

Bu nedenle Amerika hem kendi içinde siyasi krizler yaşadı hem de küresel alanda jeopolitik yönelimleri etkileyen sarsıntıların yaşanmasına yol açtı. 

Nev-i şahsına münhasır hot-zotcu tavırları, kaba-saba pazarlıkları, eleştirilere aldırmayan açıklamaları, kuralları, kaideleri yok sayan pragmatik davranışları, duruma göre değişen kararları ve emekli askerlerden, istihbaratçılar ile özel kuvvetlerden oluşan adamlarıyla Trump, attığı tek taraflı adımlarla iç ve dış dengeleri yerinden oynattı.

Trump’ın izlediği bu ‘dengesiz’ siyasetin tüm dünyaya olduğu gibi Ortadoğu bölgesine de ciddi yansımaları ve etkileri oldu. Trump’la birlikte bölgedeki güç dengeleri etkilenmeye ve giderek de değişmeye başladı. 

Trump, bazı bölgesel aktörleri gerileten, bazılarını da güçlendiren bir etki yarattı.

Bölgede ‘’önce İsrail’’ politikası izleyen, önceliği İsrail’in güvenliğinin sağlanmasının güvence altına alınmasına veren Trump, ilk elden Kudüs’ün bir bütün olarak İsrail’in başkenti olmasını ve Batı Şeria’nın da bazı bölgelerinin ilhak edilmesini öngören, adına da  ‘Yüzyılın Planı’’ dediği yeni bir plan açıkladı.

Trump için bölgede ‘öncelik İsrail’ olduğu için planın karşı ucunda da ‘öncelikle İran’ vardı. Bu yüzden, İsrail ile ilgili adımları atarken eş zamanlı olarak Obama döneminde İran’la imzalanan Nükleer Anlaşmadan çekildi. Ardından İran’ı çevreleme, yaptırımları da kullanarak etkisizleştirme siyaseti izledi.

Bu doğrultuda bazı girişimlerde bulundu. Amerika’nın Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkeleri gibi geleneksel müttefiklerini İran yayılmacılığının yol açtığı kaygıları kullanarak ve İsrail’i de aralarına katarak yeniden toparladı.

Trump’ın İran’ın önüne geçmesi, çevrelemesi ve etkisizleştirmeye yönelmesi bölgedeki güç dengesini İran’ın aleyhine, İsrail’in lehine değiştirmeye başladı ancak bu aynı zamanda paradoksal bir biçimde Kürtlerin aleyhine, Türkiye’nin de lehine bazı sonuçlar üretti. 

Türkiye’nin Obama döneminde Amerika ile ilişkileri epey gerilmiş, hatta kopma noktasına gelmişti. Obama’nın ilk döneminde ilan edilen ‘model ortaklığa’ rağmen Türkiye- Amerika ilişkilerinde Kürt meselesi, Suriye, IŞİD meseleleri başta olmak üzere birçok meselede keskin yol ayrımları yaşanmış, krizler baş göstermişti.

İlişkilerdeki krizler derinleşince de Obama yönetimindeki Amerika, Türkiye’yi çok açık bir biçimde kenara çekmiş, daha doğrusu bir köşeye itmişti. Türkiye de buradan hareketle yüzünü Rusya ve İran’a çevirmişti.

Türkiye’nin Rusya ve İran’la birlikte izlediği ABD karşıtı siyaset bölgede Amerika’nın işini zorlaştırıyor ve maliyetlerinin yükselmesine neden oluyordu. Amerika’nın Kürtlerle geliştirdiği ilişkileri kendi varlığına yönelik hayati bir tehdit olarak gören Türkiye, bu konuda dayatıcı, zorlayıcı bir politika izliyor, S-400’ler dahil birçok adımı Kürtlere karşı şantaj olarak atıyor, bölgesel ve küresel her meseleye Kürtlere karşı pazarlık kartı ve misilleme aracı olarak müdahil oluyordu.

Bu durum Trump koltuğunu tam anlamıyla sağlama alıncaya kadar devam etti. 

Obama dönemiyle ilgili devr-i sabık peşinde koşan, dönemin yönetimini her fırsatta ‘suçlu’ ilan eden Trump, Obama’nın sadece İran siyasetine değil, Türkiye’ye yaklaşımına da sert eleştiriler yaptı.

Trump, S-400 meselesinde Türkiye’ye hak veriyor, ‘’Obama’nın Türkiye’ye adil davranmadığını’ söylüyor, yaptırımları uygulamaya koymuyor, Kürt meselesinde ise ‘Suriye’den çekileceğini’ söyleyerek Türkiye’ye göz kırpıyordu.

Trump, işe başlar başlamaz Türkiye’yi yanına almaya çalışan bir politika izledi. Bunun için birçok adım attı ve ayrıca Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ‘damatlar arası’ özel iletişim mekanizması kurarak, Amerikan müsesses nizamını dışlama yoluna dahi gitti.

Öte yandan Amerikan siyasetinde ve güvenlik bürokrasisi içinde Türkiye’yle ilişkilerin kötüleşmesinden hoşnut olmayanlar da vardı ve bunlar müsesses nizam içindeki Kürtlerle ittifaktan yana olan güçlerle çekişme halindeydiler.

Sonunda Türkiye’yi gözeten ve tolere eden Trump’ın bastırması sonu içeride ibre Türkiye’den yana dönmeye başladı. Trump ilk iş olarak Türkiye’nin neredeyse nefret ettiği ve ‘Ortadoğu’nun yeni Lawrence’i’’ ilan ettiği ABD’li diplomat Brett McGurk’u görevden aldı.

Onun yerine de Türkiye yanlısı olarak bilinen ve ABD’nin eski Ankara büyükelçilerinden James Jeffrey’yi atadı. Jeffrey, açık bir şekilde Rojava Kürtlerini Türkiye’ye taviz vermeye zorladı. Onun yaptığı temaslar ve pazarlıklar sonrası SDG sınırdan çekilmeyi kabul etti ancak bu çekilme Gire Sipi ve Serekaniye’nin işgal edilmesini önlemeye yetmedi.

Trump sadece Rojava’da değil, Suriye’nin genelinde Türkiye’ye önemli tavizler verdi ve onun Suriye’deki pozisyonunu epey güçlendirdi. Trump, Obama’nın Suriye’de yalnızlığa terk ettiği Türkiye’nin oraya yerleşmesine ve elinin güçlenmesine her aşamada açık-gizli yardım etti.

Putin ile birlikte Suriye’de yeni bir denge inşa eden Trump, Erdoğan’la birlikte de farklı bir denge inşa etti. Suriye’de Rusya’yı Türkiye, Türkiye’yi de Rusya ile dengeleyen ve İran’ı denklemin dışına iten bir siyaset izledi ve bu yolda epey mesafe katetti.. 

Ne ki bu politika Kürtlere zarar verdi. Rojava Özerk Yönetimi önemli mevziler yitirdi. Önce Afrin, sonra da Gire Sipi ve Serekaniye işgal edildi.

Trump her ne kadar Kürtlerle işbirliğini sürdürse de bölgesel denklemde ibreyi Türkiye’den yana çevirerek, geleceğe dönük stratejisinin ilk ayağını onunla oluşturmuş oldu.

Sadece Suriye’de değil, Irak’ta da Türkiye’nin önünü açtı. Bir yandan Güney Kürtlerini IŞİD’e ve İran’ın güdümündeki Bağdat hükümetlerine karşı destekledi ama diğer yandan da Türkiye’nin Irak’ta ilerlemesine ve bölgeyi ablukaya almasına ses etmedi. 

Etmediği gibi de Türkiye’nin PKK’ye karşı sürdürdüğü operasyonlara,‘‘PKK’nin IŞİD’ten daha kötü olduğunu’’ söyleyerek açık destek verdi. Trump’ın bu açıklaması Türkiye’nin operasyonlarına yönelik olası tepkilerin önünü kesilmesine, Türkiye’nin de operasyonlarını deyim yerindeyse sorunsuz sürdürmesine yol açtı.

Ve şimdi bölgede yeni bir durum yaşanıyor. Trump’la başlayan İran’ı çevreleme ve etkisizleştirme stratejisi ikinci aşamasına geçiyor. İran’ın Suriye’den ve Irak’tan çıkarılması süreci hız kazanıyor. 

Bu da bölgesel gerilimi yükseltiyor ve bunun bölgedeki her aktöre olumlu-olumsuz ciddi yansımaları oluyor. 

Irak, Suriye, Lübnan ve hatta Libya’daki aktüel gelişmeler bölgeye dönük yeni bir konseptin uygulanacağına işaret ediyor. Bunlar İran’la alakalı görünüyor ve İran meselesinde koptu, kopacak fırtınanın uğultuları geliyor.

Saatler Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin İran’a silah amborgosunun uzatılıp uzatılmayacağına dair bu yaz yapacağı görüşmelere ayarlanmış görünüyor. 

Zaman yaklaştıkça gerilim artıyor. ABD, ambargonun devamı için bastırıyor. İran, ‘ağır sonuçları olacak’ diye tehditle karşılık veriyor. Amerika ve İran savaş gemileri arasındaki ‘it dalaşı’ da gün aşırı devam ediyor.

Pentagon bugün Amerikan gemilerine 100 metre kadar yaklaşan gemilerin vurulacağını açıkladı. Trump da daha önce ‘düşman gemilerini batırma emri’ verdiğini Twitter’dan duyurmuştu.

İran da bugün gemilerinin önünün kesilmesi halinde ‘kesin ve kararlı’ cevap vereceğini açıkladı. Dün de İran’ın dini lideri Hamaney Batı Şeria’daki Filistinlilere ‘silahlanın çağrısı’ yaptı. 

İran kendisine doğru gelen gerilimi bölgeye yayma siyasetini sürdürüyor. Dolayısıyla Filistin, Lübnan, Suriye ve Irak’ta yeni çalkantılar kaçınılmaz görünüyor.

Anlaşıldığı kadar Trump’ın İran meselesinde acelesi var. Korona pandemisinin de gözler önüne serdiği gibi Trump ağırlığı Çin’e vermiş durumda. Dünya geneli için ‘öncelik Amerika’ diyen ve ‘Yeniden Büyük Amerika’ sözü veren Trump, bunun karşısına da ‘’Önce Çin’’i yerleştirmiş ve sürekli oraya yükleniyor.

Kaldı ki NATO’nun geçen yıl açıkladığı yeni dönem stratejisinde Çin ‘birinci tehdit’ olarak en tepede yer alıyor. Amerika için artık Asya-Pasifik temel öncelik ve Ortadoğu ikinci plana düşmüş durumda. 

Trump Ortadoğu’da fazla oyanlanmak, enerji tüketmek istemiyor. İran meselesini bu nedenle hızla öne çekiyor. 

Bunun ne tür sonuçları olacağını bugünden tahmin edemeyiz. Ancak bu çekişmenin Kürtlere çok  ciddi etkisi olacağını söyleyebiliriz. Suriye ve Irak’ta İran’dan doğacak boşluğu kimin dolduracağı, bölgedeki otorite boşluğunun ne şekilde ve kim tarafından doldurulacağı önemli.

Elbette bölgede Kürtlerin gücü çok şeye yetmez ve kimse de onlardan güçlerinin ötesinde bir şey istemez, beklemez. Bu Amerika için de geçerlidir. 

Kürtler için sanırım makul ve gerçekçi beklenti kendi bölgelerinde otorite boşluğuna izin vermemeleri, kendi toprakları üzerinde kendilerinin otoritelerini kurma yeteneği göstermeleridir.

Rojava’da ABD’nin gözetiminde süren PYD-ENKS görüşmeleri bu açıdan önemlidir. Daha önce yazdığım gibi bu görüşmeler Rojava- Başur görüşmeleridir ve Şam rejimini bölgeye sokmamakta kararlı olan Amerika; Haseke’den Şengal, Talefer ve oradan iç bölgelere kadar uzanan Rojava- Başur hattında Kürtlerin otorite olmalarını istiyor.

Ebu-Kemal ve daha güneyde bunu Kürt-Arap ittifakıyla yapmaya çalışan Amerika kuzey ve doğu hattında Kürt-Kürt ittifakıyla yapmaya çalışıyor. Görüşmelerin ana amacının bu olduğu gözleniyor.

Yani sorun PYD’nin EKNS’ye 3 sandalye daha fazla vermesi veya vermemesi değil; Kürtlerin kendi bölgelerinde birleşmeseler bile ortak bir tavır alacakları, dayanışma içinde olacakları ya da olamayacakları meselesidir. 

Ancak yine daha önce yazdığım üzre Rojava-Başur görüşmeleri bütün Kürtlerin ve Kürdistan’ın geleceğini etkileme potansiyeline sahip olduğu için geniş bir çerçevede ve bütün Kürtlerin taleplerini, beklentilerini de gözeten bir biçimde ele alınmalıdır.

Son olarak; Trump’la başladık, Trump’la bitirelim; görüldüğü kadarıyla Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın Rojava’da SDG Genel Komutanı Mazlum Kobani ile birlikte başlattığı görüşmelerden bir sonuç alınmaz ise; tüccar Trump, Şengal, Talafer, Musul hattının; – İran’ın önünün kesilmesi şartıyla- Türkiye tarafından tutulmasına destek verebilir.

Kürtlerle barışık, onların ulusal değerlerine ve demokratik iradelerine saygılı bir Türkiye olsa neyse ancak, karşımızda Kürtlerin ‘kökünü kazımaya’ ahdetmiş bir Türkiye var…

Bunun Kürtler için ne anlama geleceğini Kürtlerin bir kez daha düşünmesi gerekir.

İş işten geçtikten sonra değil ama, henüz vakit varken bir kez daha düşünmekte sonsuz yarar var…

 

İlginizi çekebilir