Günay Aslan: Ortadoğu’da yeni dönemin şifreleri ve Kürtlerin geleceği

Geçen hafta; 19-21 Kasım tarihleri arasında Bahreyn’in ev sahipliğinde Manama 2021 Diyalog Konferansı düzenlendi. 50’den fazla ülkeden aralarında savunma ve dışişleri bakanlarının da olduğu temsilcilerin, güvenlik uzmanları ve stratejistlerin katıldığı konferansı, Bahreyn Dışişleri Bakanlığı ile İngiltere’nin Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü birlikte organiz etti. 

Konferans, Kürt medyasında hak ettiği ilgiyi görmedi. Sadece güney medyası kısmen verdi; o da Kürdistan Bölgesel Yönetimi davetli olduğu için Başbakan Mesrur Barzani’nin konuşması ve ikili görüşmeleri temelinde duyurdu. Kuzey medyasının görmezden geldiği konferansın içeriği, bileşenleri, amaçları ve mesajları konusunda güney medyası da dişe dokunur bir şey demedi. 

Oysa konferans birçok açıdan Kürtler için de çok önemliydi. Herşeyden önce Ortadoğu’nun geleceği bütün Ortadoğu halkları gibi Kürtleri de yakından ilgilendiriyordu ama buna rağmen Kürt dünyası konferansı adeta görmezden geldi. Ne yazık ki güneyi, kuzeyi ya da diasporası fark etmiyor; Kürtler içine itildikleri ‘politikasızlık’ tuzağından bir türlü çıkamıyor. Kürtlerin gündemi genelde kendileriyle veya birbirleriyle sınırlı kalıyor. Manama Konferansı Kürtlerin temel sorunlarının döneme uygun bir stratejileri ve siyasetlerinin olmadığı gerçeğini bir kez daha gösterdi. 

Bu durumda Kürtlerdeki savrulmanın önümüzdeki dönemde de devam edeceğini söylemek mümkün. Ayrıca 2022 ve sonrasının Kürtler açısından çok sert, çok çetin geçeceği gerçeği göz önüne alındığında bu politik boşluğun ve savrulmanın çok ciddi riskler üreteceğini de -acı verse de- şimdiden söylemek mümkün.

Konferansa dönecek olursak; 

Konferans, ‘’Ortadoğu’da Çok Çeşitlilik ve Güvenlik’’ gündemiyle düzenlenmişti ve 7 genel oturum gerçekleştirildi. Ortadoğu’daki ve Körfez’deki değişen çerçevede çatışmaların nasıl sona erdirileceği ve güvenliğin nasıl sağlanacağı ve bu eksende bölgede ne tür yeni dengelerin inşa edileceği konuları tartışıldı. Konferansa katılan Amerika Savunma Bakanı Austin, Manama’ya Ortadoğu’daki ortak öncelikleri tartışmak için geldiğini açıkladı. Austin, konferans öncesi Körfez turu yapmış, Arap liderlerle bir araya gelmişti. Konferansa katılan Amerika’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Koordinatörü Brett McGurk her ne kadar, ‘’Size açıkça söyleyebilirim ki Amerika bir yere gitmiyor’’ dese de, konferansın gündemi bütün açıklığıyla Amerika’nın gidici olduğunu gösteriyordu. 

Konferans aslında Amerika’nın çekilmesi sonrası Ortadoğu’da oluşturulacak yeni dengede bölge dinamikleri, müttefikleri kadar Amerika’nın da neler yapacağı veya yapması gerekenleri tartışmak için toplanmıştı. Amerika, Savunma Bakanı Austin aracılığıyla, ‘’Bölgede kalıcı savunma odaklarını güçlendirecekleri, bölgesel güvenliği ve istikrarı teşvik etmeye devam edecekleri’’ güvencesini verdi. Austin, Amerika’nın liderlik yapmaya devam edeceği ama bunu artık deyim yerindeyse  ‘’uzaktan’’ yapacağı mesajını verdi.

Amerikan sonrası bölgede Araplar için güvenlik ciddi bir meselesiydi ve bu konferansın ana gündemiydi. Burada ise İngiltere baş roldeydi. İngiltere konferansa resmi olarak Ulusal Güvenlik Danışmanı ve Genelkurmay Başkan Yardımcısı düzeyinde katılmıştı. Anlaşıldığı kadarıyla İngiltere bundan 100 yıl önce sınırlarını cetvelle çizdiği ve bir asırdır kaos ürettiği Ortadoğu’nun dizaynı için yeniden harekete geçmişti. Kaldı ki bu ülke Brexit’ten bu yana Ortadoğu’da peş peşe hamleler yapıyordu. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’yi yanına alan ve Amerika’dan doğan boşluğu dolduran İngiltere,Türkiye ile ilişkilerini geliştirdi ve bu ülkenin dünyadaki en önemli destekçisi ülke haline geldi. Amerika’dan doğan boşluğu İngiltere doldurdu dersek ve İngiltere de bir yerde Amerika sayılır diye de eklersek sanırım yanlış olmaz.

Londra son yıllarda Türkiye ile açık-gizli güçlü siyasi ve ekonomik ilişkiler kurdu. Özellikle iki ülke arasında geçen yıl imzalanan serbest ticaret anlaşması çok önemliydi. 2018 yılında İngiltere’de üç uzun gün geçiren ve Kraliçe tarafından kabul edilen Erdoğan geçen sene bu anlaşma için, ‘’Avrupa Birliği ile yapılan Gümrük Birliği anlaşması kadar önemli’’ demişti…

İngiltere, Brexit sonrası Ortadoğu ve Akdeniz’deki hedefleri açısından Türkiye’yi kendine en uygun müttefik olarak seçmiş ve bölgede buna uygun bir politika izliyor. Küresel alan için Amerika ve Avustralya ile birlikte AUKUS adında yeni bir güvenlik işbirliği kuran İngiltere, Ortadoğu’da ise İsrail- Araplar ve Türkiye üçgeninde yeni bir dengenin inşası için çaba gösteriyor. Dünya ekonomisinde ağırlıklı yeri olan Körfez İşbirliği Konseyi’ne üye Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Kuveyt ve Umman ile ‘serbest ticaret anlaşması’ müzakereleri başlatan İngiltere, gelecek yıl imzalanması beklenen bu antlaşma ile birlikte Mısır ve Bahreyn’de askeri üsler de oluşturuyor. İngiltere’nin bölge için kapsamlı ‘yeniden yapılanma’ çabası sürdürdüğü gözleniyor. 

Aslında bir anlamda bölgede tarih sanki tekerrür ediyor.  İngiltere, Ortadoğu’da jeopolitik kontrolü yeniden ele almak için peş peşe hamleler yapıyor ve bazı sonuçlar da elde ediyor. Hedefleri doğrultusunda adım adım ilerleyen İngiltere, Türkiye’yi de ‘stratejik müttefiki’’ olarak öne çıkarıyor. Ortadoğu ve Akdeniz’de Fransa, Rusya, Almanya ve İran’a karşı arkasında durdurduğu Türkiye’yi öne sürüyor, onun üzerinden bir takım politikaları hayata geçiriyor. Libya’da Türkiye açısından ‘işlerin yolunda gitmesinin’, Fransa, Almanya ve İtalya’ya rağmen Türkiye’nin güçlerini çekmemesinin ve yine Rus ve Suriye güçlerinin İdlib’te 3 aya yakın zamandır patinaj yapmasının nedeni bence biraz da burada aramak gerekiyor. 

Aynı şekilde daha düne kadar dünyanın her yerinde Türkiye’nin karşısına dikilen, Erdoğan’ı devirmek için sürekli çabalayan ve her fırsatı kullanmaya çalışan Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi Al Nahyan’ın, döviz kurununun Erdoğan’ın siyasi geleceğini tehdit ettiği bir dönemde Türkiye’ye gitmesinin, Erdoğan’la anlaşmalar imzalamasının ve 10 milyar dolarlık yatırım açıklamasının mimarı da İngiltere’dir.  Nahyan’ın düne kadar boğmaya çalıştığı Erdoğan’ı kurtarmaya çalışmasının arkasındaki İngiliz aklını görmeden, İngiltere’nin bölgede artan etkisini ve bu ülkenin hedeflerini siyaseten analiz etmeden, Kürtlerin bölgedeki geleceklerinin nasıl şekilleneceğini, yakın erimde Kürtleri nelerin beklediğini öngörmek zor olacaktır.

Bundan 100 yıl önce kurulan Kemalist cumhuriyete bölgesel ve küresel alanda misyon belirleyen İngilizlerdi. 100 yıl sonra yeni ittihat ve Terakki cumhuriyetinin misyonunu da İngiltere belirliyor. Bunun Kürtler açısından ne tür riskler üretebileceğini aslında Kürtler Güney Kürdistan’da 2017’de yapılan Bağımsızlık Referandumu’nda görmüşlerdi. Irak’ı Kürtlerin üzerine süren de, Türkiye’yi Kürtlere karşı destekleyen de İngilizlerdi. Şimdi Güney Kürdistan ile iyi ilişkiler geliştiriyor olsa da referandum sonra Peşmerge güçlerinin Kerkük ve Kürdistani bölgelerden çıkarılmasında önemli pay sahibi olan İngiltere’ydi ve bunun da karşılığını daha o günlerde; Altun Köprü çatışmalarının sürdüğü bir dönemde Irak’la yaptığı petrol anlaşmaları ile almıştı.

Konu kapsamlı,uzatmadan bitireyim; Bölgede ezberlerimizi bozacak yeni bir dönem başlıyor. Amerika’nın Pasifik’e kaymasının ardından Ortadoğu’da kartlar yeniden karıldı ve yeni işbirlikleri, yeni bölgesel ittifaklar oluşuyor. İngitere’nin -elbette Amerika’nın desteğiyle- oluşturmaya çalıştığı İsrail- Arap- Türk dengesi bölgeyi yeniden şekillendirebilir. Kürtler yeni bir Lozan felaketiyle karşı karşıya kalabilir. 100 yıl önce kendi çıkarları gereği Güney Kürdistan’ı ve Rojava’yı kuzeyden koparan, güneyi kendi himayesine alan, Rojava’yı Fransa’ya bırakan İngiltere, şimdi bu iki parçanın işgali için Türkiye’ye destek verebilir ki çok öne çıkmasa da son yıllarda Türkiye’nin izlediği yayılmacı ve saldırgan politikanın arkasında duruyor.

Kürt meselesinde inisiyatifin Amerika’dan İngiltere’ye geçmekte olduğu , içinden geçmekte olduğumuz ”3’üncü Dünya Savaşı” sürecinde Kürtlerin İngiltere’yi yakından izlemeleri ve yeni döneme uygun siyaset üretmeleri gerekiyor.

 

İlginizi çekebilir