Günay Aslan: İdlib ve Kürtler

İdlib’de derinleşen kriz bölgesel düzeyde ciddi sorunlar üretmeye aday görünüyor. Şayet Rusya, İran ve Türkiye arasında yeni bir zirve gerçekleşmez, yeni bir ‘ateşkes’ hattı ve yeni bir siyasal hedef belirlenmez ise kriz Türkiye- Suriye çatışmasına yol açabilir ve çatışma bölgeye de yayılabilir.

Reuters’ın bu sabah geçtiği bir habere göre Türkiye, İran ve Rusya liderleri Mart ayı içinde İdlib’i ele almak için Tahran’da bir araya gelecek. Ajansa göre üçlü, İdlib ile ilgili yeni bir zirve düzenleyecek. 

Fakat Türkiye, İran ve Rusya üçlüsünün bu kez kendi aralarında bir çözüm bulması pek kolay görünmüyor. Ne de olsa aralarına kan girdi. Birbirlerinin kanını döktüler.

Aradan geçen üç hafta içerisinde Rus özel kuvvetlerinden, İran Devrim Muhafızları’ndan ve Türk askerlerinden hayatlarını kaybedenler oldu.

Cihadistler Ruslar’ı, Ruslar, İranlılar ve rejim ise Türkleri, Türkler de rejimle birlikte İranlılar’ı vurdu. Aralarındaki bağı koparmamaya özen gösterseler de birbirlerini can acıtıcı bir biçimde test ettikleri için işler bu kez yolunda gitmeyebilir… 

Kaldı ki İdlib’le birlikte beklenen yol ayrımı geldi, kapıya dayandı. Rusya ile ilişkileri gerilen ve ‘en kötü senaryo’ üzerinden restleşen Türkiye, bu yüzden yeniden ABD ve NATO’yu öne çıkarıyor. Türkiye, Batı ittifakı olmadan Suriye’de yeni dengelerde söz sahibi olamayacağını biliyor.

Aynı şekilde Amerika da Türkiye’nin Suriye’den çıkarılması halinde sıranın kendisine geleceği, oradaki varlığının sorgulanacağını görüyor. Bu nedenle iki taraf da belli bir strateji çerçevesinde yeni Suriye’nin şekillenmesi meselesinde işbirliğini öne çıkarıyor. 

Türkiye-Amerika ilişkilerin Suriye’de güçleneceğini, Türkiye’nin Rusya ile olmasa da İran ile ilişkilerinin gerileceğini görmek gerekiyor ki son üç haftada yaşananlar bunun ipuçlarını yeterince verdi. Halep ve İdlib hattında yaşanan çatışmalar aslında Türk-İran çatışması olarak kayıtlara geçti… 

Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘’Amerika’yla her an her türlü dayanışmamız olur’’ demesi de, İletişim Başkanlığı’nın ‘WeAreNATO’ /Biz NATO’yuz/ kampanyası başlatması da Suriye’deki gelişmelerle yakından alakalı görünüyor ve İran’la ilişkilerin gerileceği yeni rotaya işaret ediyor.

Öte yandan Amerika ve NATO da Türkiye’yi karşılıksız bırakmıyor. İdlib meselesi gündeme geldiğinden beri ‘bekle-gör’ siyaseti izleyen Amerika, gerilim yükselince sesini yükseltti ve ‘Türkiye’nin meşru çıkarlarının arkasındayız’ mesajını verdi.

Dün de Amerika, İngiltere ve Almanya, Birleşmiş Milletler toplantısında Türkiye’ye desteklediklerini açıkladılar ve Esad rejimini uyardılar. Bu ülkeler ‘Türkiye’nin meşru çıkarlarının arkasında oldukları’ mesajını BM kürsüsünden de tüm dünyaya duyurdular.

Dün ayrıca Türkiye NATO’dan İdlib’e yönelik gerçekleştireceği harekat için ‘önleme uçuşu’ da talep etti. Yazımı yazıncaya değin NATO’dan bu talebe ilişkin bir yanıt gelmemişti ancak, ABD-İngiltere ve Almanya’nın tavrından gelecek yanıtın olumlu olacağını tahmin edebiliriz. 

Ayrıca NATO da geçen hafta Esad’ı uyaran, Türkiye’yi arkalayan açıklamalar yapmıştı.

Diğer yandan Türkiye ‘ne pahasına olursa olsun İdlib’i bırakmayacağını’ söylüyor. Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi, Suriye temsilcisine ‘Sizin temsil ettiğinizden daha fazla Suriyeli bizde var, Suriye halkını asıl biz temsil ediyoruz’ diyor.

Türkiye Suriye’de ‘ev sahibi’ Esad da ‘işgalci’ gibi davranıyor. Küresel sistem de  bunu onaylıyor görünüyor. Birleşmiş Milletler’in Türkiye yerine Şam yönetimine ‘dur’ demesi bunu gösteriyor.

Dün yapılan BM toplantısında Suriye, ‘acil ateşkes’ istediğine göre küresel sistemin ve onun öncüsü Amerika’nın ciddiyetini anlamışa benziyor. Ancak ateşkesin kabul edilip edilmeyeceği ve yeni sınırların nasıl çizileceği belli değil.

Belli olan Türkiye’nin İdlib’i kontrolü altına almak istediğidir. El Nusra ve türevlerini de yönlendirdiği cihadistlere entegre etmeyi, entegre edemediklerini de tasfiye etmeyi amaçlıyor. Olası Tahran zirvesinde bunların pazarlıklarının yapılacağını tahmin etmek zor değil.

Ve elbette, ‘’Erdoğan’la İdlib konusunda çok iyi çalışıyoruz’ diyen Trump’ın vereceği destek İdlib’in kısa erimli geleceğinde belirleyici olacaktır.

Türkiye bölgeye epey bir süredir yığınak yapıyor. Asker sayısının 15 bini geçtiği söyleniyor. Bu kadar güçle buraya kadar gitmişken sonuç almadan geri dönmesi, çözülmesi, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olması anlamına geleceği ve sadece Erdoğan’ın siyasi ömrüne değil, Türkiye’nin Suriye’deki varlığına, tek adam rejimine ve daha birçok şeye son vereceği için Türkiye ve Erdoğan için ‘hayati önem’ arz ediyor.

Amerika’nın Erdoğan’la ve Türkiye’yle yeni dönem ilişkilerinin test edileceği yer olarak İdlib bu nedenle öne çıkıyor. ABD’nin Erdoğan’ın yalnız bırakacağı, kaderine terk edeceği senaryoları -şimdilik- gerçekçi görünmüyor.

Öte yandan İdlib’de gerginliğin tavan yaptığı, Suriye’de kartların yeniden karıldığı ve yeni siyasal rotaların çizilmeye çalışıldığı bu dönemde, gelişmelerin Kürtlere nasıl yansıyacağı gibi, Kürtlerin nasıl bir tavır alacağı ve ne tür bir politika izleyecekleri de merak ediliyor.

Görüldüğü kadarıyla hem Rusya-İran- Suriye üçlüsü hem de Amerika-Türkiye ikilisi Kürtleri yanlarına almak için epey bir efor harcıyor. Ayrıca iki taraf da bunun için Kürtlere karşı ‘şeker-kamçı’ siyaseti izliyor.

Bir yandan Rusya, diğer yandan Amerika bastırıyor. Kürt mahallesinde baş döndürücü diplomasi trafiği bu yüzden yaşanıyor.

Rusya, Şam yönetimi reddetmesine rağmen Kürtlere ‘siyasal çözüm’ öneriyor ancak, sorumluluk almaya, güvence vermeye yanaşmıyor. Görüşmeler tıkandığı yerde ise ‘Türk tehdidini’ kullanmaktan çekinmiyor.

Şam ise eski politikasında ısrar ediyor. ‘’Özerklik asla olmaz’’ diyor. Sanki Suriye’de yıkıcı bir iç savaş yaşanmamış, sanki yüz binlerce insan hayatından olmamış, demografik dengeler sarsılmamış, milyonlar ülkeyi terk etmek zorunda kalmamış gibi, Esad, ‘eski tas- eski hamam’ havasını sürdürmeye devam ediyor.

Esad Kürtleri bir siyasal irade ve muhatap olarak kabul etmiyor. Onların ulusal-demokratik taleplerine saygı göstermeyeceği; bunda ısrar edeceği gibi bir izlenim veriyor.

Değişir mi değişmez mi, İdlib’de işler çıkmaza girince Rusya Kürtler üzerinden bir hamle yapmak isteyecektir ancak, Amerika bu kez nasıl bir tutum takınacaktır sorusu önem kazanıyor.

Dediğim gibi İdlib konusunda bir süre ‘bekle-gör’ siyaseti izleyen Amerika’nın harekete geçtiği ve bu süreçte Kürtlere de bir rol biçtiği gözleniyor. Bunu Ankara temasları sonrası Irak’ta ve Suriye’de uzun görüşmeler, daha doğrusu pazarlıklar yapan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin temaslarından anlıyoruz.

Jeffrey enerjisinin büyük çoğunluğunu Kürtleri Türkiye’nin planlarına ikna etmek için harcıyor. Türkiye’ye sadece İdlib’de değil Suriye’nin genelinde destek verilmesini talep ediyor. Karşılığında ne öneriyor, neyin garantisini veriyor, bilemeyiz ancak, Türkiye ve Amerika’nın Kürtler üzerinden de yürüyen bir planları olduğunu söyleyebiliriz. Jeffrey’nin bu konuda ‘özel görevler’ üstlendiği görülüyor.

Elbette Suriye meselesi bölgesel ve küresel denklem açısından ne kadar önemliyse, Suriye Kürtleri de Suriye’de inşa edilecek dengeler açısından o kadar önemlidir. Bu çalkantılı dönemde Kürtlerin alacakları karar, en başta Kürtlerin geleceğini belirleyecektir. Fakat Kürtlerin de kendi başlarına bağımsız bir karar almaları da, hep birlikte ortak bir karara varmaları çok da kolay görünmemektedir. 

Kürtlerin çıkarları kararlarını belirleyecektir ancak, kararlarını da hem kendi aralarındaki hem de  bölgesel ve küresel güçlerle olan ilişkileri, ittifakları ya da çelişki ve çatışmaları belirleyecektir.

Gelişmeler ve gidişat Kürtlerin Rojava’sı, güneyi ve kuzeyi ile Kürtlerin hep birlikte Amerika’nın ya da hep birlikte Rusya’nın önereceği ‘çözüme’ katılmalarının mümkün olmayacağına işaret ediyor.

Keşke hep birlikte ve güçlü bir şekilde Kürtlerin genel çıkarlarını gözeten bir çözüm ekseninde tutum takınılsa ancak, mevcut durum buna pek imkan vermiyor ve Kürtlerin parçalı tutumlarının en azından bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor.

Amerika’nın Kürtlerle Türkleri birleştirme çabası sürüyor ve sürecek fakat, Türkiye’nin mevcut siyaseti değişmedikçe, kuzeyde, güneyde, Rojava’da gözle görülür somut gelişmeler görülmedikçe bunun gerçekleşmesi imkansız görünüyor.

Amerika bunun farkında ve bir yandan Türkiye’yi ikna etme çabasını sürdürüyor, diğer yandan da tıpkı Rusya gibi Kürtleri tehdit etmekten de geri durmuyor. Amerika’dan gelen, ‘Türkiye ile savaşırsanız sizi korumayız’ açıklaması bu anlama geliyor.

Rojava, güney ve kuzey hareketinin nasıl bir tutum takınacağı, birlikte mi, parçalı mı davranacağı tartışıladursun, dün Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ENKS heyeti ile görüşmesi sonrası yaptığı açıklama, Kürtleri bölmeyi ve birbirine düşürmeyi amaçlayan bir plana işaret ediyor ki herkesin asıl buna çok dikkat etmesi gerekiyor.

Her şey bir yana Kürtlere baskıdan, zulümden, inkar, imha, talan ve aşağılamadan başka birşey vermeyenlerin Kürtler adına konuşmaları ve onlardan bir şey isteme hakları yok, ayrıca bu ahlaki de değil.

Dolayısıyla kimi Kürt siyasi dinamiklerinin meşru zeminlerde diplomasi yapmaya dikkat etmesi, Kürtlerin genel çıkarlarının gözardı edilmesine fırsat vermemesi gerekiyor.

Tam tersine Suriye için küresel güçlerin yeni bir rota çizdiği bu süreçte Kürt siyasi güçlerinin işbirliğine dönük diyaloglarını sürdürmeleri ve dayanışmalarını güçlendirmeleri, başkalarıyla ittifaka girmeden önce, kendi içlerinde birliği ve ittifakı sağlamaları gerekiyor…

İlginizi çekebilir