Günay Aslan : İçimden geçenler

61 yaşına giriyorum. 1981 yılından bu yana, 40 yıldır neredeyse gazetecilik yapıyorum. Adımın eşliğindeki ‘Kürt gazetecisi’ tanımını 40 yıldır onurla ve yürekle taşımanın çabasını veriyorum.

Aradan geçen bu 40 yılda ayıptır söylemesi ben de çok şeye tanıklık ettim, çok şey yaşadım, gördüm, geçirdim. Sevmem bu tür konuşmaları ama karınca kadarınca emek verdim; öncülük ettim ve elbette bana düşen bedeli de ilenmeden, şikayet etmeden ödedim. 

Ayrıca aradan geçen şu zaman içinde sadece yaptıklarımın değil, yapmadıklarımın da bedelini ödedim. Ömrüm bir yerde emek vermekle ve bedel ödemekle geçti. 

Şikayetçi değilim ama şimdi kendimi yorgun, yaralı, bıkmış, bunalmış hissediyorum. 

Aslında içimden artık hiçbir şey yapmak gelmiyor ama işte ‘namus belasına’ mesleği sürdürüyor, 13 yaşımdan bu yana her sabah beni ‘bir şeyler yap’maya çağıran hayatın peşinden gitmeye, daha doğrusu sürünmeye devam ediyorum.

Cioran, bir yazısında ‘kişi intihar etme hakkı elinde olduğu için hayata katlanıyor’ diyor…

İntihar düşüncesi bana göre değil, ayrıca ölümle barışığım. Kendi ölümüme dair düşünce beni rahatsız etmez;, elinden kurtulma imkanı olmayan bir sondan kaçmak yerine, kabullenmek bana daha iyi geliyor. 

Neyse…

Şairin dediği gibi, Büyük düşündüm, büyük yaşadım/ Ne varsa, onlar aldı/ Şimdi, bana-küçük/bir ölüm kaldı…

Buna da şükür ama derdim bu değil, derdim kendimle ilgili değil.

Yine Cioran; ‘’ İnsan bütün bildiklerine rağmen, bütün bildiklerine karşı her gün yeniden başlar’’ diyor.

40 yıllık meslek hayatım boyunca Kürdistan’ı ve Kürtleri yakından izlemiş bir basın emekçisi olarak bazı meselelere her gün yeniden başlamak ve dönüp dolaşıp kronik sorunlara çakılmak beni huzursuz, rahatsız ediyor.

Öcalan, Barzani, Talabani başta olmak üzere birçok Kürt lideri ve siyasetçisini yakından tanımış, bir çoğuyla programlar, söyleşiler yapmış, kitaplar yazmış, belgeseller çekmiş, Kürt medyasında ve uluslararası medyada köşe yazarlığı yapmış, Kürtler arasındaki savaşı yakından yaşamış ve çok değerli bir arkadaşını; Hüseyin Çelebi’yi 1992 savaşında kaybetmiş bir basın emekçisi olarak, Kürtlerin iç sorunlarının yeniden silahla çözme eğilimin baş göstermesinden rahatsızım, hem de çok.

Yeri gelmişken söyleyeyim; ben Marksist falan değilim; meselelere ideolojik bakamam; milliyetçi değilim, konuları dar bir perspektiften ele alamam. Sadece Kürdistan’ı değil, bütün ülkeleri verseler yine de Leyla gibi insanların saçının bir teline de kıyamam. 

Benim dünyam, ülkem, kabem insandır. Dili, dini, siyasal düşüncesi, cinsiyeti ne olursa olsun; insan’dır benim için önemli olan.

İnsan olmadaki tadı, heyecanı başka bir yerde; ideolojide, millette, aşirette bulamam.

Ayrıca bu yaştan ve bunca tecrübeden sonra Kürt partilerine de onların gözünden bakamam.

Ne PKK’nin KDP’ye baktığı gibi ne de KDP’nin PKK’ye baktığı gibi bakarım.

Kürtler arasında bir savaş çıkarsa ister PKK’li ister KDP’li olsun iki taraftan da Kürtlerden önce insanların öleceğini biliyorum.

İki taraftan da insanlar ölecek; annelerin ve babaların yüreklerine ateşler düşecek. Çoçuklar öksüz, kadınlar dul kalacak, kuzeyde ve güneyde yeni evlere şivan düşecek…

Yine ölüm, yine nefret galip gelecek.

Birileri bu ateşe benzin dökecek, döküyor ama bu savaşın nedeni ne olursa olsun; savaşı kim başlatırsa başlatsın, bu savaşa karşı olmak, bu azabı açıklamak, ‘iç savaşa’ yol açan nedenleri anlatmak yerine reddetmek gerektiğini düşünüyorum.

61 yıllık ömrüm, 40 yıllık meslek hayatım; Kürt siyasetinin iç sorunları demokratik yollardan çözme basireti gösteremediği her defasında faturayı halkın ödediğini gösterdi.

Bu da Kürtlere felaketten başka bir şey getirmedi.

Yeniden başa dönmek, yeniden aynı şeyleri görmek istemiyorum…

İlginizi çekebilir