Günay Aslan: Büyük savaş

Erbil ile Bağdat arasında gerilime yol açan ‘bütçe sorunu’ görüşmeler yoluyla bugüne değin çözülemedi. Erbil’den Bağdat’a, Bağdat’tan Erbil’e heyetler gidip geldi ve birçok üst düzey görüşme gerçekleşti ama tarafların üretmeye çalıştığı ‘olumlu’ algının askine görüşmeler sonuç vermedi. 

Vermediği gibi taraflar son günlerde iki kez askeri olarak karşı karşıya da geldi. Irak ordusu Kerkük’te Peşmerge’nin önünü kesti fakat, eller tetiğe gitse de kötü senaryo gerçekleşmedi.

Yine de kötü senaryonun gerçekleşmesi, Erbil- Bağdat arasındaki gerilimin bir sıcak çatışmaya dönüşmesi ihtimali var ve bunu yabana atmamak gerekir. Dün Bağdat’la ilişkiler konusunda bir basın toplantısı düzenleyen Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Mesrur Barzani’nin açıklamaları sorunların diyalog ve uzlaşmayla çözümünün neredeyse imkansız olduğuna işaret ediyor.

Bağdat’la süren, ‘bütçe müzakerelerinin’’ sonuç vermemesine tepki gösteren ve ‘’Anayasal haklarımızdan vaz geçmeyeceğiz’’ diyen Barzani’ye göre sorun sadece bütçeden de kaynaklanmıyor. Irak anayasasının tartışmalı bölgelerle ilgili 140. maddenin uygulanmaması, Peşmerge konusunda ilerleme sağlanamaması ve Bağdat’ın Kürdistan petrolünün tamamına sahip olmaya çalışması sorunların başında geliyor. 

Bağdat’ın ‘’petrol dosyasının tamamını’’ istediğini açıklayan Barzani, bunu ‘asla’ teslim etmeyeceklerini söyledi ve Bağdat’a, Kürdistan bölgesinin haklarının ihlal edilmesini ‘hiçbir şekilde kabul etmeyecekleri’’ mesajını gönderme ihtiyacı hissetti.

Bağdat’a egemen İran güdümündeki Şiiler, Erbil’i Amerika ve Türkiye ile ilişkileri nedeniyle cezalandırmak ve fırsatını bulsalar federal sistemi de ortadan kaldırmak istiyorlar. Bu konudaki niyetlerini de her fırsatta dışa vuruyorlar. Bunların etkisi nedeniyle Kazimi döneminde başlayan iyi niyetli diplomatik çabalara rağmen sorunların çözümünde yol alınamadı, alınamıyor. Açıkçası İran buna izin vermiyor. 

İran’ın güdümünde hareket eden ve Bağdat’ın iradesini ele geçiren Şii dinamiği aslında Irak’ın tamamı istiyor. Erbil’in ele geçirilmesi, KDP’nin tasfiye edilmesi Şii dinamiğinin önde gelen hedefleri arasında yer alıyor. İç ve dış dengeler izin vermediği için bunu yapamıyor ama Şiiler ile Erbil arasındaki gerginliğin er veya geç bir çatışmaya dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor.

Öte yandan Mesrur Barzani dünkü Bakanlar Kurulu sonrası yaptığı basın toplantısında, Türk ordusunun önceki gün Gare alanına yönelik başlattığı saldırıya da değindi. Toplantının gündemi bu değildi ama bir gazetecinin sorusu üzerine Barzani, düşüncelerini dile getirdi. 

Kürt başbakan Türk hükümetini eleştirmekten kaçındı ve sorunun kaynağı olarak yine PKK’ye işaret etti. ‘’Irak’ın egemenliğini sadece bir taraf değil, birçok taraf ihlal ediyor’’ dedi. ‘’ PKK’nin bölgedeki varlığının operasyonlara sebebiyet verdiğini, bölgenin bundan zarar gördüğünü’’ söyledi.

Görüldüğü gibi KDP cephesinde Türkiye’nin PKK’ye yönelik saldırılarıyla ilgili bir değişim gözlenmiyor. KDP uzunca bir süredir bölgedeki sivillere de zarar veren bu saldırılara artık karşı da çıkmıyor. Çıkmadığı gibi hak veren bir tutum takınıyor. 

KDP’nin bu saldırılara karşı çıkma şansı var mı yok mu, İran kuşatması ve Şii baskı altındayken Amerika’nın da yönlendirdiği Türkiye’nin dayatmalarına direnebilir mi, direnemez mi; bunlar ayrı bir tartışma konusu fakat, KDP anlaşıldığı kadarıyla PKK’nin darbelenmesinin veya zayıflatılmasının kendisi açısından ‘hayırlı’ olacağını düşünüyor.

PKK’yi en hafif deyimiyle ‘baş ağrısı’ olarak gören ve bunu sık sık dillendiren KDP,  kendisine yakın medya organlarında da, ‘’PKK’nin İran’la işbirliği içinde olduğu ve Kürdistan’ı istikrarsızlaştırmaya çalıştığı’’ tezini işliyor. İran’ı resmi olarak karşısına almadan kamuoyunu bununla konsolide etmeye çalışıyor.

PKK’den yükselen ‘Türkiye ile işbirliği yapma’ çağrılarını ise duymazdan geliyor. Ayrıca ‘Türk devleti ile PKK arasındaki çatışmada taraf olmadığını’ söylüyor.

KCK cephesi ise Türk devleti ve KDP’nin de içinde yer alacağı ‘büyük bir savaşın kaçınılmaz’’ olduğunu kamuoyuna açıklamış bulunuyor. Medya News’e açıklamalarda bulunan KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, ‘’Çok da uzak olmayan bir tarihte özellikle Başur’da TC ve onunla işbirliği halinde hareket eden KDP ile çok büyük bir savaşın gelişmesinin kaçınılmaz olduğunu öngörmek yanlış olmayacaktır.” dedi.

KCK’nin bugün yayınlanan Gare ile ilgili açıklamasında da KDP’nin Gare’ye yönelik saldırıya ‘meşruiyet kazandıran’ bir tutum izlediği belirtildi. Açıklamada ‘’KDP’nin onayı olmadan işgal harekatının mümkün olmayacağı’’ ifadelerine de yer verildi.

KDP ile PKK arasında Zine Werte’den bu yana yaşanan gerilim tırmanarak devam ediyor. KDP’nin, gerilla alanlarına güç göndermesiyle başlayan gerilim, çıkan küçük çaplı çatışmalara rağmen bugüne kadar kontrolde tutuldu ancak, gidişat gerginliğin kontrolden çıkma olasılığının güçlendiğine ve Kürt güçleri arasında bir çatışmanın gündeme gelebileceğine işaret ediyor.

KDP ve PKK’nin bölgesel kamplaşmadaki yerleri, ittifak arayışları, ilişkileri, Kürtlere, bölgeye ve geleceğe dair perspektifleri çok farklı ve bu faktörler yakınlaşmaya değil, uzaklaşmaya hizmet ediyor. Bundan dolayıdır ki KDP, PKK’nin zayıflamasının kendisi için ‘iyi’ olacağını düşünüyor. Aynı şekilde PKK de ‘KDP engelinin aşılmasının’ Kürtlere ‘yarar’ getireceğini söylüyor.

Bu yüzden KDP her fırsatta PKK’ye ‘‘savaşı bırak, Ankara’yla anlaş, anlaşmıyorsan da, buradan çık’’ çağrısı yapıyor. Aynı şekilde PKK de bu nedenle KDP’ye, ‘Bağdat’la anlaş, Şii’leri demokratikleştirmeye çalış’ çağrısında bulunuyor. (Lekolin; Neden Bağdat değil de Ankara.)

Durum bu; KDP sadece PKK’yi değil, kendisine biat etmeyen bütün  Kürtleri ezmeyi stratejik bir hedef olarak belirlemiş Ankara’yı PKK’ye adres olarak gösteriyor. ‘Silah bırak, savaşı durdur ya da çek-git’ diyor.

Buna karşılık PKK de, Erbil’in kazanımlarına göz dikmiş Bağdat’ı KDP’ye adres olarak gösteriyor: ‘Anlaş’ çağrısı yapıyor ve Güneyli Kürtlerin IŞİD kadar tehlikeli gördüğü, Şii’leri ‘demokratikleştir’ önerisi yapıyor.

Elbette her iki partinin de dünya görüşleri, ilişkileri ve hedefleri açısından birbirlerini eleştirme, birbirlerine paradigma önerme hakları var ve aslında bunun için toplumun ürettiği yeterli demokratik birikim de var. Siyasi -demokratik alanda kaldığı müddetçe, taraflar arasında bir çatışma yaşanmadığı sürece bunda bir sorun yok. Sorun çatışmayı tetikleyen nedenlerdir ve Kürt kamuoyu bunun önüne geçmelidir.

Tehlikeli bu gidişin önüne geçilmediği takdirde çatışma Kürtlere bir felaket getirecektir. KDP ve PKK birbiriyle kıyasıya çatışırken Türkiye Rojava’yı işgal edecektir. Türk devletinin bu yıl da ana hedefi Rojava’da bazı yerleri işgal etmektir. Türkiye, Rojava’dan vazgeçmiyor, geçmeyecektir. Gare’de olduğu gibi bir yandan gerilla alanlarına operasyon yapacak, orayı baskılayacak ama ağırlığı Rojava’ya verecektir.

Eyn İsa, Mimbiç, Kobani gibi kentler Türk devletin yakın erimli hedefidir.  Kürtler arasındaki bir çatışma Türk devletinin hedefine hizmet edecektir. Kaldı ki Türkiye’nin yeni Amerikan yönetimiyle Rojava’yı işgal amaçlı pazarlıkları da devam ediyor. Bu konuda S-400’ler de dahil, birçok meselede taviz vermeye hazır da görünüyor. ABD yönetiminin SDG’ye yönelik PKK ve İran meselesindeki dayatmalarını bu anlamda çok dikkate almak gerekiyor.

SDG de PKK gibi haklı olarak İran’la savaşmak, karşı karşıya gelmek istemiyor. Ayrıca Rojava savaş yorgunu; IŞİD savaşı ve Türkiye’nin işgali bu küçük ülkeyi çok yordu, yıprattı, dolayısıyla böyle bir savaşın altından kalkamaz. Amerika istiyor diye kendini, halkını ateşe atamaz, atmaz da…

Ancak tarihin garip cilvesi; Rojava ile ilgili Erdoğan’la ilk pazarlığı yapan dönemin ABD Başkan Yardımcısı Biden, şimdi yeni bir pazarlık yapmaya hazırlanıyor.  IŞİD’in Kobani’ye saldırdığı ve şehrin içine kadar ilerlediği, Erdoğan’ın ‘Kobani düştü düşüyor’’ dediği günlerde, Başkan Obama’nın Türkiye’ye gönderdiği Biden (23 Kasım 2014) Erdoğan’la Beylerbeyi Köşkü’nde Rojava pazarlığı yapmıştı. 

İki saat olarak planlanan ancak dört saat süren görüşmede, Biden Türkiye’ye IŞİD’le mücadele ekseninde Rojava’ya girmeyi önermişti. ‘’Siz karadan girin, biz de havadan size destek vereceğiz. Bölgeyi IŞİD’ten temizleyin ve birlikte Suriye’de kalıcı bir çözüm buluncaya kadar kontrolünüzde tutun’ teklifini yapmıştı. Ancak Türkiye bu teklifi kabul etmemişti.  

Hatırlarsanız; Birinci Körfez Savaşı öncesi benzer bir teklifi de baba Bush Irak için, dönemin Başbakanı Özal’a yapmıştı. ‘’Siz kuzeyden biz güneyden girelim, işgal edelim’’ demişti ve ‘Bir koyup, üç alacağız’’ diyen Özal teklifi kabul etmişti fakat, Türk ordusu buna izin vermemişti.

Erdoğan ise sınırlarında Kürtleri değil, IŞİD’i istediği için öneriyi reddetmişti. Şimdi de bu siyasetini sürdürüyor. Rojava’da işgal ettiği yerlerden Kürtleri sürüyor, onların yerine IŞİD artığı güçleri yerleştiriyor.

Unutmamak gerekir ki IŞİD artığı bu güçlerin bi kısmı da Obama dönemindeki ‘eğit-donat’ programıyla sahneye sürüldü. Amerika Sünni Arapları Esad’a karşı destekledi ve bugün de İdlib’te onlara şemsiye açıyor. Amerika bu tür pazarlıkları yaptı, yapıyor ve yapacak. Dolayısıyla Kürtlerin duyarlı, hazırlıklı olması gerekiyor.

Öte yandan bölgesel ve küresel dengeler son on yılda hızla değişti. Yakın döneme kadar küresel güç mücadelesinin merkezi Ortadoğu idi ama şimdi değil. Şimdi merkez Pasifik ve Amerika’nın önceliği de Çin. Yani Kürtlerin eli eskisi kadar güçlü değil ve bunun üzerine iç sorunlar, iç çatışmaya dönüşürse hepten kaybederler.

Amerika, Türkiye’yi yeniden yanına çekmeye çalışıyor. Türkiye de buna razı görünüyor ve iştahla yeni bir pazarlığa hazırlanıyor. Erdoğan S-400’ler de dahil birçok konuda taviz vermeye hazır görünüyor. Erdoğan’ın tek hedefi Kürtler ve Kürdistan’dır. Bunun pazarlığını ve işgal hazırlığını yapmaktadır.  Ayrıca bu süreçte İran da boş durmayacaktır. 

Şayet KDP ile PKK arasında bir savaş yaşanırsa Kürtler her açıdan kaybedecektir. Kürtler birbirini vururken Türkiye Rojava’yı, İran sadece Soran’ı değil Erbil’i de işgale girişecektir ve savaşın sonunda Kürt halkı bir yüzyılı daha kaybedecektir.

Sözün özü; Kürtler Koçgiri’den Dersim’e, Mahabat’tan Halepçe’ye, Afrin’den Hakkari’ye yüz yıldır ödedikleri bedel boşa gitsin istemiyorlarsa, başkaları gibi kendi ülkelerinde özgürce, insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşamak istiyorlarsa bu savaşın önüne geçmelidirler.

Henüz vakit varken…

İlginizi çekebilir