Günay Aslan: Bozgun

Türkiye, Irak, Suriye, Libya, Akdeniz, Körfez ve Yunanistan’dan sonra bir cephe de Kafkasya’da açtı. 

Son yıllarda izlediği saldırgan politikası nedeniyle bu bölgelerde hiçte küçümsenmeyecek kazanımlar elde eden Türkiye şimdi Dağlık Karabağ’ın tamamını olmasa bile bir kısmını Ermenistan’dan çekip almak istiyor. 

Konunun hem küresel muhataplarının tepkisine hem de sahadaki gidişata bakılırsa alacak gibi de görünüyor.

Ancak birileri hala, ısrarla ve inatla olan biteni ‘Erdoğan’ın siyasi kumarı’ olarak okumaya, bize de böyle okutmaya devam ediyor. Ortada bir devlet aklı ve o aklın stratejik tercihi olan  Erdoğan gerçeği; ikisi arasında ‘tam bir uyum’ ve ‘çıkar çakışması’ olduğu nedense görmezden geliniyor.

Onlar, ‘’Erdoğan yapamaz, edemez’’ dedikçe Türkiye Akdeniz’de, Irak’ta, Körfez’de, Kafkasya’da hatta Afrika’da kritik noktalarda mevzi tutmayı sürdürüyor ve bunu önümüzdeki yıllara da yayacağı anlaşılıyor. 

Bunun ‘’yerli ve milli’’ bütün güçlerin seferberlik halinde yürüttükleri bir ‘milli strateji’’ olduğu da görülüyor. Türkiye, Osmanlı’nın 100 yıl önce tasfiye edildiği bölgelerin en azından bir kısmına ‘geri dönmeyi’; Irak ve Suriye’de olduğu gibi bazı bölgeleri işgal etmeyi, bazı bölgelerde ise nüfuzunu güçlendirmeyi hedefliyor.

Neyi, ne kadarını başaracağını zaman içinde göreceğiz. Elbette Türkiye Osmanlı’nın akıbetini yaşayabilir ve parçalanabilir. Ayrıca elbette süreç Erdoğan- Bahçeli- Akar üçlüsünü Enver-Talat- Cemal üçlüsü gibi tasfiye edebilir, bu da mümkün ama tersi de…

Önümüzdeki beş-on yıl içinde neyin, ne olduğu görülecektir ancak demek istediğim bu mesele kesinlikle bir ‘iç siyaset’ meselesi, Erdoğan’ın siyasi geleceği meselesi değil; aksine ‘’ülkesi, devleti ve milletiyle’’ Türkiye’nin temel meselesidir. 

Mesele Türkiye’nin yeni küresel düzen kuruluncaya kadar, bu bölgelerden ne koparabildiyse artık koparma gayretidir. 

Türk faşistlerinin deyimiyle ‘Kurt dişlerini geçirmiştir’’ bir kere, ya o dişler kırılacak, ya kurdun kellesi koparılacak, ya da kurt bir parçayı koparıp yutacaktır. Bundan başka bir yol kalmamıştır.

Öte yandan Osmanlı’nın 100 yıl önce işgalden vazgeçmek zorunda kaldığı bölgelerde yeniden kılıç sallamaya başlayan Türkiye, önünde engel olarak küresel ve bölgesel güçleri değil, Kürtleri görüyor. 

Küresel ve bölgesel güçlerle zaman zaman ‘it dalaşı’ yaşasa da onlarla anlaşmanın bir yolunu bulacağına inanıyor ve bu seçeneği yedekte tutuyor. Şartlar ciddileşince bu yüzden hemen frene basıyor. 

Fakat Kürtlerle ilgili böyle bir siyaseti ve niyeti yok. Aksine Kürtleri topyekün bastırmak, susturmak, dünyanın ve bölgenin konjonktüründen istifade ederek onlara bellerini on yıllarca doğrultamayacakları ağır bir bozgun yaşatmak istiyor.

Bu çok net görülüyor. Türkiye yeni dönemde önündeki tek engel olarak gördüğü ‘’Kürtlerden kurtulmak’’ için bütün imkanlarını seferber etmiş durumda ve bunda ısrar ediyor.

Bu mesele, esnemeyen, değişmeyen ve varlığının devamını Kürtlerin tasfiyesinde gören devlet için hayati önem arz ediyor. Bu nedenle bu mesele aynı şekilde Kürtler için de hayati bir mesele; varlık-yokluk meselesi anlamına geliyor.

Dolayısıyla meseleye hak ettiği ciddiyetle eğilmek, her şeyden önce de olaylara artık Türkiye’nin ‘’iç siyasal gelişmelerinden’’ bakma alışkanlığını terk etmek gerekiyor.

Kaldı ki iç siyasal dinamikleri arasında ‘demokratik yarışın’ yapıldığı bir Türkiye yok artık; onun yerinde yeller esiyor. 

O Türkiye bu kargaşada tasfiye edildi, bitti, gitti. Alman Dışişleri Bakanlığı’nın bugün yayınlanan raporunda belirttiği gibi ‘Türkiye’de düşünce özgürlüğü ve demokratik yarış iptal edildi…’

Artık buraya bir umut veya bel bağlamamak gerekiyor.

 Ve artık AKP’si, MHP’si, CHP’si ve İYi Parti’siyle egemen siyasetin bir bütün olduğunu görmek gerekiyor. 

CHP’nin Türkiye’de demokratik bir alternatifin gelişmesini engellemesi tesadüf değil. Kılıçdaroğlu’nun Türkiye Ermenistan seferine çıkmışken, Rojava’yı hedef göstermesini; ’’YPG’yi unutmayın’’ demesini onun şapşallığıyla açıklamak da mümkün değil.

 Akşener’in Kürtler için ‘’aramızda kan davası var’’ demesi uygulanmakta olan ‘milli siyasetinin’ bir gereğidir. Bunlar aynı zamanda AKP ve MHP’nin bıraktığı yerden CHP ve İYİ Parti’nin devam edeceğinin bir göstergesidir. 

Osmanlı’nın 100 yıl önce savaş koşullarında Rumlara, Ermenilere ve Asuri Süryanilere yaptığını şimdi Türk devleti Kürtlere yapmak istiyor. Yeni devlet ve rejim de Kürd’ün inkarı ve imhası üzerinden yükseliyor. 

Geçmişte nasıl İttihat ve Terakki’nin yarım bıraktığını Kemalistler tamamladıysa, AKP ve MHP’nin yarım bıraktığı bir şey olursa hiç kuşkunuz olmasın CHP ve İYİ Parti tamamlamaya çalışacaktır.

Dolayısıyla Türk siyasi partileri arasında ittifak politikası sürdürmek, ittifak arayışına girmek, CHP’den ve İYİ Parti’den değişim beklemek boşa enerji tüketmektir. Demokratik bir alternatifin ortaya çıkması için AKP kadar CHP’yle, MHP kadar İYİ Parti’yle mücadele edilmeldir. Bu da Türkiyeli demokratların görevidir.

İlerde ne olur bilinmez ama tehdidin bu denli büyüdüğü bir dönemde Kürtler kendilerine dönmeli, enerjilerini bu tehdidi bertaraf edebilmek için tüketmelidir. CHP ile bu tehdit önlenmez, aksine daha da büyür.

Son olarak: Türkiye yeni girdiği yolda kısmi kazanımlar elde etse de hedeflerinin tamamına ulaşamaz. Küresel ve bölgesel güçlerle yeni dengelerin şekillenmesinde uzlaşır. Uzlaşmanın karşılığını ise geçmişte olduğu gibi yine Kürtler üzerinden alabilir. Türkiye’nin her bölgede bir cephe açmasının, sorun çıkarmasının altında bir yerde de ‘Kürt kırımını kabul ettirme’’ amacı yatıyor.

Dolayısıyla Kürtlerin kendilerine dönmeleri, süreci ve kendilerini gözden geçirmeleri, yanlış giden, yapılmayan, yapılması gereken ne varsa yapmaları gerekiyor.

Bunca acıya ve bedele rağmen bir bozgun yaşamak ve bu vebalin altında kalmak istemiyorlarsa tabi…

 

İlginizi çekebilir