Gültan Kışanak: HDP’nin demokrasi için önemini anlamadan Türkiye’de demokratik siyaset yapılamaz

Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Gültan Kışanak, “Altılı Masa’nın adayının bir demokrasi iddiası varsa, HDP’yi bu iddianın yanında konumlanmaya davet etmesi gerekir. HDP seçmeni, bir kez daha, ‘mecburiyet’ duygusuyla, oy tercihinde bulunmayabilir” dedi.

Gerçek Gündem’den Filiz Gazi’nin sorularını yanıtlayan Kışanak, “Cumhurbaşkanı adayı olarak adınız geçiyor. Hangi olasılık halinde aday olmanız söz konusu” sorusu üzerine şöyle dedi:

Kışanak ile yapılan söyleşi şöyle:

Cumhurbaşkanı adayı olarak adınız geçiyor. Hangi olasılık halinde aday olmanız söz konusu?

Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile ilgili süreç, partimiz HDP tarafından yürütülmektedir. HDP’nin 6’lı masaya dahil olma veya seçim ittifakı yapma gibi bir talebi olmadığının ve her fırsatta ‘ortak aday’ vurgusu yaptığının altını çizmek gerekiyor. HDP’nin bu konudaki tutumu gayet nettir: “Muhalefet partileri tek adayla cumhurbaşkanlığı seçimine katılmalı ve ortak adayı belirleme sürecinde HDP’nin kurumsal kimliği muhatap alınmalı.” Bu eksende bir formül bulunabileceğini düşünüyorum.

Ortak adayı destekleme yönünde bir karar almanız durumunda; hangi isim ya da isimler HDP seçmeni tarafından kabul görür?

HDP de HDP seçmeni de ‘isimlerden’ daha çok ‘yaklaşımlarla’ ilgileniyor. HDP seçmeni, politik taleplerinden azade, sadece ‘oy’ olarak görülemez. HDP seçmenine karşı ‘el mahkum’ siyaseti izlemek de sonuç alıcı bir yaklaşım değildir. HDP seçmeni, HDP’nin politik programında dile getirilen taleplerin gerçek sahibidir; HDP bu taleplerin temsilcisi, tüzel kişisidir. Bu nedenle HDP seçmeninin eşit yurttaşlık, adalet, demokrasi ve barış gibi taleplerini dikkate almayan muhtemel adayların, HDP seçmeninden, seçimi kazandıracak kadar oy alması mümkün değildir.

HDP seçmenini ‘kazandıran’ değil; ‘kaybettiren’ pozisyonda görerek hesap yapmak da bu kez sonuç almayacaktır. HDP seçmeninin oyu; en az diğer tüm partilere verilen oylar kadar değerlidir. Bunu unutmamak ve eğer 6’lı masanın adayının bir demokrasi iddiası varsa, HDP’yi bu iddianın yanında konumlanmaya davet etmesi gerekir. HDP seçmeni bir kez daha, ‘mecburiyet’ duygusuyla, oy tercihinde bulunmayabilir.

Altılı masanın HDP ile ilgili tutumu için düşünüyorsunuz?

6’lı masanın HDP konusundaki tutumunda eleştirilecek çok yön var. Eleştiriler sadece bu seçim sürecindeki tutumuyla sınırlı da değil. 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana sistematik olarak HDP’nin kurumsal kimliği; HDP’li siyasetçiler, seçimde kazandığı belediyeler ağır bir saldırı altında. HDP’yi hedef alan siyasi operasyonlarda, demokratik hukuk devleti olmanın asgari ilkeleri bile unutuldu. Halkın iradesi hiçe sayıldı. 2016 yılından bu yana belediyeleri kayyum işgali altında. Bu kadar ağır hukuksuzluklar karşısında muhalefet yeterli tepkiyi göstermedi.

Gelinen noktada aynı siyasi operasyonlar diğer muhalefet partilerinin de kapısına dayandı. Yaşayarak bir kez daha tecrübe ettiğimiz gibi; demokrasinin en temel ilkeleri olan düşünce özgürlüğü, örgütlenme, siyaset yapma, seçme ve seçilme hakkı bir kez yara almaya başladı mı sonu gelmiyor…

Bütün bunlar görülüyor ama 6’lı masa hala cumhurbaşkanı adayı konusunda bile HDP ile yan yana durmaktan imtina ediyor. Cumhurbaşkanı 84 milyonun cumhurbaşkanı olacaksa seçim sürecinde bu kapsayıcılığı göstermekten neden uzak durur, anlaşılır gibi değil. Kürtlerin yaşayarak öğrendiği ‘paranteze alınma’ kaygısı neden görülmek istenmiyor. Geçmişe takılıp kalmanın bir anlamı yok. Önümüze bakabiliriz. Türkiye gerçek manada kritik bir seçime giriyor. Şimdi, ortak, demokratik bir gelecek için adım atma zamanı. Halkın ferasetine güvenip; iktidarın kurduğu ön yargı bariyerlerini kaldırma zamanı.

Siz, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı yürüttünüz. Çeşitli soruşturmalara, davalara maruz kaldınız. Ekrem İmamoğlu hakkındaki yargı süreci nereye varabilir?

Bizim 7 Haziran 2015’ten sonra yaşamaya başladığımız ve giderek çığırından çıkan siyasi darbe sürecinin bir benzeri yaşanıyor. Her türlü hukuksuzluğa hazır olmak ve karşı çıkmak gerekir. Bizim “Bu kadar da olmaz. Yok canım, bunu da yapmazlar” dediğimiz ne varsa hepsini yaptılar. Kendimden örnek verecek olursam; hakkımda açılan dava dosyalarına bakıyorum; kumpasın, kara propagandanın, çarpıtmanın, siyasi müdahalenin haddi var hesabı yok. Demokrasinin olduğu bir ülkede bu dava dosyaları ile değil 6 yılı aşkın bir süre özgürlüğünden yoksun bırakılmak, 6 gün bile tutuklayamazlar insanı. Bu nedenle maalesef iyimser olamıyorum.

Ancak izlediğim kadarıyla süreci doğru yönetme konusunda da bir bocalama var. Yönetimin demokrasiden bu kadar uzaklaştığını gördükten sonra yapılacak şey; güçlü bir demokrasi mücadelesi olmalı. Demokrasinin en temel ilkelerini hatırlamak gerekir. Suçların şahsiliği ilkesi gereği, kimse yakınlarından dolayı suçlanamaz. Demokrasilerde ‘fişleme’ olamaz. Hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı yoksa, kimse kamu haklarından yoksun bırakılamaz. Kamu haklarından men edilme, yasalarla belirlenmiş süreleri kapsar; kimse yasal dayanağı olmadan ömür boyu kamu haklarından men edilemez. Bu ülkede neredeyse herkes ‘terörist’ ilan edildi. Buna ‘dur’ diyecek bir demokrasi hamlesine ihtiyaç var. İktidarın belirlediği sınırlar ve argümanlarla mücadele edilerek demokrasi kazanılamaz.

Emek ve özgürlük bloğunun öncelikleri neler olmalı?

Emek ve Özgürlük bloğunun temel önceliği; demokrasiye, hukukun üstünlüğüne, adalete, barışa ve özgürlüklere sahip çıkacak toplumsal tabanı genişletmek olmalı. Ne yazık ki Türkiye’de siyaset; ‘demokrasi, özgürlükler, evrensel hukuk ilkeleri, adalet, toplumsal barış’ gibi demokrasinin olmazsa olmaz ilkelerinden çok uzak noktalara savruldu. Kutuplaşma, kamplaşma, çete/mafya ilişkilerinin siyasette etkin hale gelmesi gibi son derece büyük sorunlar var. Emek ve özgürlük bloğu seçim sürecinde kutuplaşmayı çözecek, toplumsal tabanını genişletecek bir mücadele yürütmeli.

Ekonomik krizin, ekonomik iflas noktasına geldiği ortada. Yoksulluk ve işsizlik rekor seviyelere yükseldi. Bu nedenle seçimden sonra halkın önüne acı reçete konulacağı bir realite. Emek ve özgürlük bloğunun alacağı oy oranı, bu acı reçetenin önünde önemli bir bariyer olacaktır. Bunun halka iyi anlatılması gerekir.

Yine savaş politikalarından vazgeçilmesi de emek ve özgürlük bloğunun seçim başarısı ile doğrudan ilgili olacaktır.

Türkiye tutuklama ve davalar arasına sıkıştırılıyor. Geçmişi değerlendirdiğinizde, bu süreç nasıl başladı ve bu sürecin önüne geçilmesi için ne/neler eksik yapıldı? Şimdi bu geçmiş bilgisi nasıl kullanılmalı?

Geçmişin muhasebesi ciddi olarak yapılmalı. 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını yok sayarak, tekrar seçim kararı alındığında başlayan süreç; 2016’da demokratik Kürt muhalefetini susturmaya dönük siyasi darbe ile hız kazandı. Belediyelere kayyum atandı, belediye başkanları ve milletvekilleri tutuklanarak cezaevine gönderildi. Yargı iktidarın bir aracı haline getirildi ve adım adım otoriter, baskıcı bir rejim inşa edildi.

Gelinen noktada artık tüm muhalefet Kürtleşmiştir. “Susma sustukça sıra sana gelecek” bir slogan değil; tarihte doğruluğu defalarca kanıtlanmış bir hakikattir. Demokrasi bir bütündür; ya vardır ya yoktur, sana ‘yok’, bana ‘var’ olmaz. Bunu idrak etmek yeterlidir.

Toplumsal muhalefetin bu gidişatı engellemeye gücü yetmedi mi? Felaketin ‘ötekiyle’ sınırlı kalacağını düşünerek sessiz mi kaldı? Kim neyi eksik ve yanlış yaptı, neyi öngöremedi, bu sorulara duygusallıktan ve tarafgirlikten uzak, gerçekçi yanıtlar bulmak zorundayız. Ancak geçmişin muhasebesini yapacağız diyerek, eski defterlerin arasında kaybolma ya da herkesin kendi haklılığını ispatlama yarışına girme riski de var, bunlara dikkat etmek gerekir. Ayrıca geçmişe takılmak yerine, önümüze bakmak daha fazla yol aldırır diye düşünüyorum.

Geleceğe dair umutlu musunuz? Türkiye’nin bu süreci atlatması, demokratik bir ülke olma yolunda ilerlemesi için siyasete düşen görevler neler?

Umudumu hiçbir zaman ve hiçbir koşulda yitirmedim. Umut, insana dayanma gücü ve mücadele enerjisi veriyor. Bugün yapılması gereken en önemli şey, hep beraber umudu büyütmektir. Umut, kaynağını gerçeklikten alır, bunu da unutmamak gerekir. O nedenle siyasetin, umutları besleyecek bir duruşa, söyleme ve pratiğe sahip olması gerekir. Dünyayı yeniden keşfetmeyeceğiz, insanlık mücadele tarihinin ortaya çıkardığı demokratik kriterler var; bu kriterlere sahip çıkmak yeterli olacaktır.

İktidarın yarattığı toplumsal kutuplaşmanın esiri olmak, muhalefete bir şey kazandırmaz. Olsa olsa kutuplaşmanın derinleşmesine çanak tutar. Cesaret ve samimiyetle toplumun karşısına çıkıldığında, kara propaganda ile inşa edilen buz dağları eriyecektir. Barış ve demokrasi hukuk devletinin temelidir. ‘Barış ve demokrasi’ vaadi içermeyen bir siyaset, demokratik hukuk devletine de sahip çıkamaz. Hukuksuzluk, savaş politikalarının ve ayrımcılığın doğal sonucudur. Güçlü bir ‘barış ve demokrasi programı’ halktan büyük karşılık görecektir.

Bugüne kadar hemen her krizde sandık adres gösterildi. Her konuyu sandığa havale etmek doğru muydu? Seçim virajında akıllıca stratejiler kullanılabiliyor mu?

‘Bekleyin sandık gelsin’ diye diye; demokrasiyi sadece sandığa indirgemek otoriter iktidarlara kendilerini dolu dizgin örgütleme alanı açıyor. Sokak, ‘kargaşa’ değildir. Sokak, provokasyona gelmek değildir. Sokak, kitlelerin politik özne haline gelmesinin en önemli yoludur. Politik toplum, kurtarıcı beklemek yerine hesap soran, daha iyisini yapma iddiasını taşıyan bir bilinç halidir. Siyasi partilerin en önemli işlevi de aktif yurttaşlık bilincini açığa çıkarmak, toplumun politik özne haline gelmesine katkı sunmaktır.

Bunları yazıyorum ama seçime şurada birkaç ay kaldı. Şimdi teoriyle kaybedecek zaman yok. Artık bu genel doğruları bilerek, hızlı ve etkili adımlar atmanın zamanı. Seçmen, bu kadar ağır işsizlik ve yoksulluk sorununa rağmen, 20 yıldan beri iktidarda olan partiden hesap sorma konusunda hala kararsızsa, muhalefetin kendisini ciddi olarak sorgulaması ve harekete geçmesi gerekir. Yapılacak çok şey var. Seçim öyle son dakikalarda yapılan birkaç mitingle kazanılamaz. Muhalefet meydanlara çıkmak için geç kalıyor.

Yargılandığınız davada mahkeme heyetine yönelik sık sık eleştiriler getiriliyor. Davada ne bekliyorsunuz?

Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi, özel bir mahkeme. Elindeki tek dava, Kobane kumpas davası. Başka hiçbir davaya bakmıyor. Ayrıca mahkemenin gidişatından anlıyoruz ki paralel bir heyet daha var ve onlar mutfakta çalışarak, sürekli aleyhimize delil üretmeye çalışıyor. Zincirleme kumpaslar kuruluyor. Birini boşa çıkartıyorsun başka bir kumpas senaryosu üretiliyor. Yapılan hukuksuzlukları saymaya kalkışsam sayfalar yetmez. Mahkeme heyeti en son, 30 Aralık 2022’de yapılan duruşmada, daha savunma yapmayan beş arkadaşımız olmasına rağmen dosyayı savcıya teslim ederek “esas hakkında mütalaanın hazırlanmasına” karar verdi. Savunma yapılmadan esas hakkında mütalaa açıklamak savunma hakkının açık, aleni ve kesin ihlalidir.

Ancak heyetin hiçbir kaygısı yok. Siyasal iktidara ve iktidarın yargıdaki gücüne güvenerek, hukuksuzluğu bu kadar pervasızca işletiyorlar. Büyük bir telaşla, seçim öncesinde iktidarın eline politik malzeme olarak kullanacağı bir yargı kararı yetiştirmeye çalışıyorlar. Siyasete kullanışlı karar üretme telaşı içerisindeler. Yasa, hukuk, adalet, vicdan, yargı bağımsızlığı gibi hiçbir kriterleri yok. Türkiye tarihinin en önemli siyasal davasında, hukuka en aykırı kararı vermek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu ve benzeri tüm siyasal davalarda, sonucu değiştirebilecek tek şey, toplumsal muhalefetin demokratik hukuk devletinin asgari kriterlerine sahip çıkmasıdır. Bizler, her şart altında onurumuzu ve demokrasiyi savunmaya devam edeceğiz. Gerisi bütünlüklü bir demokrasi mücadelesinin konusu.Z

HDP hakkındaki kapatılma davasını nasıl okuyorsunuz?

HDP kapatma davasının nedeni, halktan aldığı oylardır. Bu kadar net… Demokratik bir ülkede, oy oranı bir siyasi partinin toplumdaki karşılığını gösterir. Sistem de bu temsiliyetin asıl sahibi olan halka saygı gösterir; siyasi partiler toplumsal sözleşmenin, yani anayasanın güvencesinde siyaset yapar. Bizde tam tersi.

HDP, 7 Haziran 2015’ten bu yana aldığı oylar nedeniyle sürekli cezalandırılıyor. Çünkü otoriter tek adam rejimi, HDP’nin aldığı oyları kendi mutlak iktidarının önündeki en büyük engel olarak görüyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinin intikamı olarak dokunulmazlıklar kaldırıldı, milletvekilleri, belediye başkanları cezaevine gönderildi, belediyelere kayyum atandı. 2018 genel seçimlerinde aldığı oylar nedeniyle bu kez özel bir savcı Kobane kumpas davasını tertiplemek için görevlendirildi ve HDP için kapatma davası hazırlığı yapıldı. İktidarın 2019 yerel seçimlerinde başta İstanbul olmak üzere büyük şehirleri kaybetmesinin sorumlusu olarak gördüğü HDP’ye bu kez kapatma davası açıldı.

Bu kadar açık ve aleni yapılan siyasi intikam operasyonlarını görmeden ve HDP’nin demokrasi için önemini anlamadan Türkiye’de demokratik siyaset yapılamaz. Umarım bu durum yeterince anlaşılır ve ortak bir tutumla, bu gidişatın önünü kesecek bir mücadele yürütülür. Siyasallaşan yargı ne karar verirse versin; asıl kararı halk sandıkta verecektir, bundan da eminim.

İlginizi çekebilir