Kürt sinemacılar sanki edebiyattan yeterince beslenemiyorlar. Edebi eserlerdeki herhangi bir karakter, olay ya da durum, bizim sinemamıza işleyip oradan evrensel bir hikaye çıkamıyor. Sence Kürt sineması, Kürt edebiyatı ile yeterince kurabiliyor mu?
Edebiyatımızın sinemaya yeterince yansıyamamasının bence birkaç sebebi var. İlkin dil meselesi… Bizim edebiyatımız, dediğimizde nasıl bir edebiyat, hangi tür gibi soruların cevaplarını tam bulamıyoruz. Türk edebiyatı bize tam olarak hitap etmiyor. Modern Kürt edebiyatıyla da dil sorunundan dolayı tam bağlantı kuramıyoruz. Kürtlerde yaşanan siyasi gelişim, dilde tam karşılığını bulamadı. Kürt entelektüeller zaten Türk edebiyatıyla, mesela Nazım Hikmet’le, derin bir duygusal bağı kuramadılar. Ama kendi edebiyatlarına döndüklerinde, dil bütünlüğü sağlanamadığından ve klasikleşmiş eserlerin ortaya çıkamamasından ötürü beslenemiyorlar.
İkincisi, 68 ruhu gibi moral ve ilham alınan bir gerçekliğin, 90’lı ve 2000’li yıllarda olmaması… Yılmaz Güney gibi sanatçılar, o kuşağın ruhu, mücadelesinden, Sol edebiyatından ve kültüründen beslenerek ortaya çıktılar, var oldular. Burada şunu söylemem gerekir. 60’lı ve 70’li yıllarda Sol hareketler, kurumlar bir sanat politikası, akımı geliştiremediler. Yılmaz Güney gibi, sosyalist devrimi isteyen bir sanatçı bile çalışmalarını bireysel yürüttü.
90’lara geldiğimizde Sol’a karşı bir kırılma, umutsuzluk yaşandı. Kapitalizm zaferini ilan etti. Bu atmosferde bizler büyüdük. Beslendiğimiz kaynaklar azaldı. Bu da entelektüel olarak bir yetersizliği beraberinde getirdi.
Peki edebiyat, Kazım Öz filmlerine ve karakterlerine ne ölçüde yansıyor?
Aslında bir özeleştiri olarak edebiyattan beslenme konusunda ciddi bir eksikliğim olabilir. Tabi bu durumun filmlerime olumsuz yansımaları olduğu kadar, olumlu yanlarından da bahsedebilirim. Edebiyatla ilişkisi iyi olan bir filmin dili de belki güçlenir. Ama bu eksiklik aynı zamanda, film dilimin biraz özgün olmasına da sebep olabilir. Ben hayatın içinden, kendi kendime bir hikaye ve anlatım tarzı kuruyorum. Mesela fazla kimsenin ulaşamayacağı bir masala ulaşıyorum. Onu yeniden derliyor, hatta yeniden üretiyorum. Zer’deki hikayede böyle bir şey var. Zer adlı unutulmuş, küçük bir şarkıyı gün yüzüne çıkarıp sonra filmini çekiyorum. Zer’deki masalı izleyen Hindistanlı bir öğretmen, bana ulaşıp bu şarkının masalını nereden bulabileceğini sordu 🙂 Yani edebiyattan olmasa da, halktan besleniyorum.
Sanatçı Kazım Öz olarak Kürt entelektüelleri ve aydınlarıyla ilişkilerin nasıl? Görüştüğün kişiler, etkileşimde olduğun isimler var mı?
Ben MKM’deyken oranın kendi içinde bir entelektüel ortamı vardı. Doğrusu, o günden bugüne aydınlar ve sanatçılarla uzaktan bir ilişki söz konusu.
Özellikle Batı’da sinema, başta edebiyat olmak üzere, siyaset, sosyoloji, filoloji, bilim vb. disiplinlerle daha iç içe ya da girift bir yapıya sahip. Bizde de bu ilişki yapısı olmalı mı sence?
Bence bu ilişkiler kesinlikle gelişmelidir. Kürt sinemasının temel handikaplarından biri de, bu farklı disiplinler arası ilişkilerdeki verimli alışverişlerden, tartışmalardan uzak kalışıdır. Bir sinema paneli, sempozyumu yapıldığında tartışmalar politik meselelere kayıyor, böylece amaçtan uzaklaşılıyor. Aslında MKM’nin ilk yıllarında kısmen de olsa, bu ortam vardı. Kendi tartışmalarımızda ressamı, tiyatrocusu, eleştirmenlik yapan dergi yazarı vardı. Zamanla bu ortam örgütlenme ihtiyaçlarının giderilmeye çalışıldığı bir yöne kaydı.
Bahsettiğim şey, örneğin Kürt bir ressam ile Kürt bir sinemacının bire bir etkileşimi ya da bir edebiyatçı ile…
Çok haklısın. Niçin bir sergiye gidip o sergideki bir tablodan ilham almayalım ki? Ha keza ressamın kendisi de bir filmimin gösteriminde, filmden etkilenip bir eser çıkarabilir. Bir edebiyatçı, senaryo yazım süreçlerinde dilden öykülemeye kadar pek çok şeye etki edebilir. Bütün bunlar içinse önce özgün olabilen bir sinema anlayışına ihtiyacımız var. Bizde daha çok başka ulusların sinemasının taklidi var.

Bir de benim yaşadığım en sorunlu durumlardan birisi, birilerinin benimle ilişki kurmak isterken sanki siyasi bir hareketle ilişkiye geçmek gibi bir anlayışa sahip olmaları. Elbette bir politik duruşumuz ve yerimiz vardır. Oysa kendi sanatımızın ayrı bir kimliği ve karakteri var.
Bizim şimdi seninle yaptığımız bu söyleşinin, sohbetin benzerlerini az önce bahsettiğimiz pek çok kesimle yapılabilmesi gerekiyor. Sadece eleştirmek, yargılamakla olmaz.
Bir de kendi kültür orijinimizde olan Melayê Cizîrî, Baba Tahirê Ûryan, Tîrêj gibi güçlü bir dile ve felsefeye sahip edebiyatçılarımız var. Bunların metinlerinin sinemada yansımaları mümkün müdür?
İlk dönem Sovyet sinemasına baktığımızda, tamamen Rus edebiyatından beslenen, kamerayı sadece bir kayıt aleti olmaktan çıkaran bir sinemacılar kuşağı vardı. Mesela Eisenstein, Puşkin’in şiirlerinin görüntü karşılığını arıyor. Sanki bir bilim insanı laboratuvara girmiş, bir maddeyi atomlarına ayıracak kadar titizlikle çalışıyor. Çünkü Eisenstein, şiiri anlamaya çalışmış. Bu bizim sinemamızın henüz yapamadığı bir şey.
Burada ayrıca şunu söylemek isterim. Kürt sineması çok dilli ve renkli bir sinemadır /olmalıdır. Kurmancî kadar Zazakî, Arapça, Ermenice, Süryanice filmler de çekilebilmeli. MKM’deyken biz Hemşince bir film çekmiştik. Orijinimizde olan şey aynı zamanda dil’in ve kültür’ün kendisidir.
Sadece ulusal’a hapsolunmaması gerektiği gibi, sınırlı konulara da hapsolunmamalı. Derin, dramatik yapısı güçlü bir aşk filmini halen çekemedik. Tıpkı komedi, deneysel türlerde çekemediğimiz gibi. Kürtlerin en az diğer sorunları kadar önemli. Belki iyi aşk filmleri çekersek, sorunlarımızın çözümünü de yakalamış oluruz.
Tekrar filmlerine geleyim. Son filmin Zer’in anlatımı ve kurgusu bir olgunluk taşıyor. Diğer filmlerinden farklı olarak Zer’de nelere dikkat ettin?
Bir örnekle başlayayım. Zer’de benim için final sahnesi çok önemliydi. Sinemada bir çeşit büyülü gerçekçilik. Bu aynı zamanda Kürt sinemasında çok çalışabilecek bir yaklaşım. Normalde biz biraz toplumcu gerçekçiliğimizde aşırılaşıyoruz. Katı ve acımasız toplumsal gerçekliğe sahip olduğumuzu biliyorum. Bu realite, bizi sinemada da aynı dili kullanmaya itiyor. Galiba güzel olan, sinemada bunları aşan büyülü bir gerçeklik yakalamak. Zer’de, Jan’ın fantastik olarak suyun altında yürümesi, masaldaki sesleri suyun altındaki kalıntılarda duyması, benim için de bir keşif.
Fotoğraf’ta finaldeki körebe sahnesinde, zaman donarken çocuklardan biri dönmeye devam eder. Yaşanan gerçeklik dışında, biz neden bilinçaltıyla, rüyalarla ilgilenmiyoruz? İnsanın içindeki doğal özgürlük hissini neden yansıtmıyoruz? Sanırım ben dahil, çoğumuz sinemaya konservatif bir şekilde baktık. Oysa daha aykırı olabilmeliyiz. Godard bu açıdan benim için önemli bir kaynak. Sesi, görüntüyü kullanımı, sinemasal yıkıcılığı… Fransız sineması hep Godard’dan beslendi.
Kürt sinemacılar olarak çoğumuzun politik yapılanmalardan gelmesi, bize hep siyasi bir sorumluluk bindirdi. Oysa sanatın sorumluluğu, bambaşka bir duygu ve itkiden oluşuyor. Aykırılığı ve kural yıkıcılığı yaratan şey, bu sorumluluktur belki de.
Toplumun sözüm ona, bazı şeyleri yanlış anlamaması adına hassasiyet gösterdiğimiz şeyler bizi, yaratıcılıktan alıkoyan, otosansürel bir yere götürdü. Hep bize yüklenen görevler ve sorumluluklar oldu. Bahoz’daki çıplak kadın ve erkek karakterlerin olduğu sahneyi gören bir kısım insan, bu sahnenin böyle politik bir filmde ne işi olduğunu sordu. Sana burada bir rol biçiliyor. Oysa biz insanın her türlü duygusu, düşüncesi, bilinçaltı hali ve hayaliyle ilgiliyiz. Sinema bunu yorumlayabilecek, eleştirebilecek en güzel alanlardan birisidir.
Birey ve toplum olarak özgürlük fenomeni ile problemlerimiz halen sürüyor. Sahici özgür birey ve toplum olma serüvenimiz devam ediyor galiba…
Sevgili Kazım, şu aralar çekimlerini yeni tamamladığın Bir Kar Tanesinin Ömrü adlı filmin var. Bu filmin hazırlık ve prodüksiyon süreçlerinde izlediğin yol nasıldı? Eski filmlere nazaran farklı zorluklar veya olanaklarla karşılaştın mı?
Diğerlerinde olduğu gibi, benzer bir süreçle ilerledim. Kendi üretimlerimden elde ettiğim kazanç ve kendi geliştirdiğim ilişkiler üzerinden kaynak söz konusu. Farklı olarak, ilk kez indiegogo adlı dijital bir platformda kampanya başlattık. Kampanyadan elde edilen paraya iki sene boyunca el koydular. Bana dediler ki, güvenlik soruşturması geçiriyorsun! Paypal hesabımı bile kapattılar. Onlar bu tavırdan vazgeçmeyince hukuki yollara başvuracağımı söyledim. Kampanya parasını daha yeni alabildim. Herhalde politik meseleler dönüyor.
Filmde, yaratıcı geçen bir çekim süreci oldu. Şimdilik film 110 dakika çıktı kurguda ve halen post prodüksiyon aşamasında. Biraz gecikme oldu doğrusu. Bu kış sinema salonlarında ve festivallerde gösterim olmasını umuyorum. Bunlar dışında elbette dijital platformları düşünüyorum. Eğer imkanlarım kısıtlanırsa, kendi vimeo sayfamda gösterime açabilirim.
Netflix benzeri mecraları düşünüyor musun?
Aslında Zer filmi, Netflix’e en uygun işlerden birisi. Ama maalesef henüz almadılar.
Niçin almıyorlar dersin? Oldukça vasat filmlerin bile alındığı bir platformken hele de…
Bence tamamen politik sebepler.
Gerek devlet ile ilişkilerindeki tutarsızlıklar, gerekse de tamamen kapitalist bir işletme olmayı tercih etmesi, senin gibi sinemacıların filmlerinin önündeki engelleri yaratıyor olabilir. Düşün ki, bir filmin afişini bile izleyicinin profiline göre değiştirebiliyorlar.
Sence günümüz dijital platformları ve sosyal medya, şimdi veya gelecekte Kürt sinemasına yeni üretim, anlatım ve dağıtım olanakları sunar mı?
Dijital platformların ve sosyal medyanın, en çok hizmet edebileceği yer, belki bizim tam farkında olamadığımız Kürt sinemasıdır. Hele de devletleşmiş, kurumlaşmış toplumlarda bu alanlara daha çok ihtiyaç olduğunu düşünürsek, bu alanlar kritik bir önemde. Biz buradan yeni bir enerji yakalayabiliriz. En önemli avantajımız, bu alanlarda seyirciyle dolaysız, aracısız ilişkilenebilmek. Bu ilişkilenme, sinemamıza maddi ve manevi dönüş sağlar. Bu mecralarda film üreticilerinin kendi kurumlaşmalarını yaratması gerekir. Yani üretenin yönettiği bir organizasyon. O durumda filmini çeken her bir kişi, kendi dijital platformunu yaratarak seyircisi ya da takipçisiyle etkileşime girmiş olur.
Kısa filmciler senin bahsettiğin özerk ve aynı zamandan kendi haklarını korudukları platformlarını oluşturdular.
Kürt Sinemasının şimdiki durumunu nasıl değerlendiriyorsun? Bakûr’da ve Türkiye’de bir durgunluk hakim sanki. Biraz Rojava hareketli…
Bence yakın gelecekte bir canlılık olacaktır. Çünkü geldiğimiz süreçte, Kürt sineması için düşünen, çalışan, heyecanlanan insanlar var. Şu an ülke koşulları gereği, grafik aşağı çekilmiş olabilir ama yakında eskiye oranla daha büyük bir üretim patlaması gerçekleşebilir. Bu potansiyel var. Siyasette bir şeyleri bastırabilirler ama sanatta bu baskıcılıktan sonuç almaları zor. Sanatın ve sanat eserinin en büyük özelliği, zamana meydan okuyabilmesidir. Yılmaz Güney’in Yol filmi neden hala geçerli, ilgi uyandırıyor?
Şu an Türk sinemasında çalışan insanların yarısından çoğu Kürtler’dir. Bu kötü hava dağıldığında, onlar elbette Kürt sineması için de çalışacaklardır.
Ji bo Azadiyê filmini izleyebildin mi?
Henüz izlemedim.
İzlemeni öneririm. Bazı amatörlükleri ve eksiklikleri olsa da, iyi kotarılmış bir iş. Özellikle prodüksiyon ve post prodüksiyonda bir sükse var. Devrimin olanaklarının politik bir filmin yapımına iyi yansıdığını düşünüyorum. Rojava’daki sanatsal süreci dikkatli takip etmeliyiz bence.
Sevgili Kazım, bildiğin gibi ülkede özellikle son 5-6 yıldır bir faşizm rüzgarı esiyor. Sürecin nereye evrileceğini kestirmek güç olabiliyor. Senin uzun yıllardır biriken deneyimlerin var. Ama bir yandan sinemayla ilgilenecek bambaşka bir kuşak gelecek. Bu koşullarda ve bundan sonrası için Kürt sinemacıların, film üreticilerinin izlemesi gereken yol nasıl olmalı? Senin önerilerin neler olur?
Üretim sorunları temel problem olsa da, en az bunun kadar dikkat edilmesi gereken şey, seyirciyle kurulacak ilişki. Şöyle ki, üretim sorunlarının bir kısım çözümü için de seyirciyle dolaysız bir iletişim ve ilişki içinde olunmalı. Hem bizim kuşak hem de yeni kuşak, modern dijital çağda seyirciye nasıl ulaşacağını düşünebilir. Burada sadece Kürt seyircisinden bahsetmiyoruz. Dünya izleyicisiyle bağ kurup oradan gelecek maddi olanakları da burada sinema için değerlendirebiliriz. Biz bir filmi çekerken aynı zamanda dünya seyircisine çekmeliyiz. Bu amaç, üretimden dağıtıma kadar doğru bir altyapı planlamasını beraberinde getirir. Amerika’dan Japonya’ya kadar, gösterim-dağıtım olanaklarını neden yakalamayalım?
Bahsettiğin şekilde tasarımlamak ve üretmek, Kürt devrimine de daha fazla katkı sunacağı gibi, Kürt halkının dünyayla daha entegre olmasının imkanlarını geliştirecektir.
Tabi ki… Bu yoldaki en önemli araç, dijital platformlardır. Ama egemen güç odakları ve iktidarlar, kendi çıkarları, güç ilişkileri için bu alana sürekli “çekidüzen” verme gayreti içindeler. Bunları aşmak için de yeni hamleler, mücadele tarzları bulmalıyız. Yeni kuşağın bu mücadelede yaratıcı rolü olabilir. Eski ve yeni kuşak bu tartışmalar için yan yana gelebilmelidir. Biz fikirsel olarak çözüm arıyoruz, onlar teknik-pratik olarak bu yolu açarlar.
İkincisi önemli yol, Kürt film festivallerini yapabilmek. Festivallerimiz şimdiye kadar çok zayıf işledi. Biraz siyasetin gölgesinde kalan, dar bakış açılarıyla festivaller gerçekleştiriliyor. O yüzden marjinal kalıyor. İçinde Kürtler yaşıyor olsun olmasın, dünyanın hemen her büyük şehrinde Kürt film festivallerini yapmayı hedeflemeliyiz. Hem böylece Kürt entelektüelleri de tartışma zeminleri bulmuş olur.
Üçüncüsü ise, Kürt medyası. Bunlar ne yapıyorlar? Niçin filmlerimiz Kürt televizyonlarında dönmüyor? Harcadıkları bütçede, sinemaya yer yok. Bu nasıl olur? TV’ler sabahtan akşama kadar kimi gereksiz, klişe canlı yayınlarla dolu. Özellikle Avrupa’daki Kürt TV’leri kültürel ve sanatsal çoraklık içerisinde. Kürt halkına da bu büyük haksızlık bence. Sadece bizim filmlerimizi değil, dünyadan filmleri izletsinler. Avrupa’daki Kürt diasporası MUBİ benzeri dijital platformlar kurmak için neyi bekliyor? Nicelik olarak zaten az olan Kürt filmlerine ulaşmakta, insanlar güçlük çekiyor.
Yine yapım sorunlarına dönersek, bu sorunlar da mevcut kurumlar tarafından sahiplenilip desteklenebilir. Burada atıl bir yapı söz konusu. Belki bilinçli bir engelleme yok ama kurumlarımızın varlık biçimleri bile doğal bir engele dönüşüyor, bizim için.
Elbette sadece Kürt kurumları değil, Türkiye ve Avrupa’daki sol kurumları ve medyası, hatta CHP’nin içindeki demokratik unsurları da eleştiriyoruz. Büyük kentlerde halkların desteklediği belediyelerin rolünü oynamadığını görüyoruz. Niçin Kürt sinemasını desteklemiyorlar? Kürt film festivallerini, film günlerini organize edebilmeliler. Adına Kürt denince onları rahatsız edecek şey nedir? İstanbul Büyükşehir Belediyesi, niçin bir Kürt film festivali, bir Arap ya da Süryani kültür festivali yapmasın? Muhalif bir İslamcı’nın filmini de destekleyebilmelidirler. Sanatçılar ve bu kurumlar arasında kurumsal bir ilişki değil, demokratik bir ilişki gelişmeli.
Eleştirilerimiz aynı zamanda Avrupalıların sistemi için de geçerli. Bir film fonuna başvurunca bize, devlet desteği şartını koşuyorlar. Böyle saçmalık olur mu? Avrupa sinema fonları, sanat yapmak isteyenlere böyle hiyerarşik, devletçi şartlar koşamaz. Yoksa Euroimage gibi kurumların demokrasiden, özgürlükten dem vuran manifestoları, yalandan ibaret olur.