Fırat Aydınkaya: Totem ve Tabu; “İslam Kürt Haklarına Engel Mi?”

Halihazırda İslamcı bir partinin yönetiminde pek çok felaketle karşılaşan Kürtlerin bütün bu olayları dinsel planda nasıl karşıladığı hassaten mühim. Bilindiği üzere aşağı yukarı çeyrek yüzyıl önceki madun Kürt bilincini şekillendiren ana ideolojik tema Türk milliyetçiliği ve laik devleti temsil eden İslamla mesafeli Kemalizmdi.

Bu sebeple Kürtlerin ana akım Sünni kitlesi devlete hükmedecek İslami aklın hakkedilmiş adaleti sağlayacağını veya hiç değilse tarihsel mağduriyetlerini azaltacağını umarak Türk İslamcılığına bir nebze umut bağlamıştı. Ne var ki geldiğimiz aşamada Sünni Kürt kitlesinin sükutu hayalini tarif edecek kelime bile bulmak zor. Peki ama bu hayal kırıklığın muhatabı kim İslamcılık mı, Türk İslamı mı, Tarihsel İslam mı, İslam mı?

Konu üzerinde düşünürken sadece Türkiye’deki tahakkümcü İslamcı partiyi değil daha makro planda İslami cemaatlerin devletin içine alınması sürecinin yarattığı travmatik dönüşüm de ele alınmalı. İslam adına hareket etme iddiasındaki Türk-İslam mefkuresinin geleneksel politik ilahiyatının anti Kürt tutumlarını daha derinlemesine incelememiz gereken günlerden geçiyoruz. Keza daha genel manada Ortadoğu’daki dini hareketler ve İŞİD’in mutlak Kürt karşıtı doktrinini de işin içine katmalı. Neden modern İslami bilinç tıpkı kadın bedeni gibi Kürtleri veya Kürtlüğü, İslami yasayı veya hakikati yerle bir edebilecek potansiyel kurucu öteki olarak görüyor?

İslam geleneğinde kutsal ile yasak kelimesinin linguistik olarak aynı kökenden (h.r.m-haram) geldiğini düşündüğümüzde modern dönemde Kürtlerin neden İslamın mahremi olarak kodlandığı üzerine düşünmemiz gerekir. Diğer bir ifadeyle Kürtler neden İslamın diğer adı (s.l.m-selamet-barış) olan İslami Selametin içine alınmadı?Din kelimesinin kökeni eğer borç ise Kürtler neden Müslümanlara ebedi deyndar bir halk olarak görülüyor? Ve eğer bu modern karşıtlığın bir ideolojik karşılığı varsa günümüzde modern İslam, Kürtlere ne verebilir? Son olarak söz konusu Kürtler ve hakları olunca neden modern İslami hareketlerin gözünde İslam bir anda “şimdiki zamandan sürülme arzusunu” temsil ediyor ve neden asrı saadet dönemine ışınlanan İslam üzerinden Kürtlere anakronik olarak etnik kör olmaları talep ediliyor?

Öte taraftan madalyonun karşı kutbuna da bakmak gerekebilir. Aşağı yukarı 1960’lı yıllardan bu yana Kürt mücadelesine ruhunu veren dominant bir tarih yorumu İslam ile Kürtlük, Müslüman kalmak ile Kürdistan’dan vazgeçmek arasında zorunlu karşıtlık veya negatif korelasyon varmış gibi bir siyasal teori terennüm ediyor. Bu yoruma göre Kürt meselesi İslamla mezc halindeki teoloji-politik bir sorunun bakiyesi olarak aynı zamanda bir İslam meselesidir de.

Bu yorumun örtük olarak bize söylediği şey esasında Kürtlerin, İslam diye bir sorunlarının olduğu yönünde. Çoğunlukla da bu manada yaptıkları İslam eleştirisinin Kürt meselesine yanıt olabileceğine dair sürreel bir tutum içinde olmaları ise ayrıca dikkat çekici. Buradan da yansıyan tersinden bir karşıtlık paradigması söz konusu. Bu iki karşıtlık durumunu nasıl yorumlamak gerekir?

Mamafih Marx’tan beri biliyoruz ki bir sorunun formülasyonu aynı zamanda o sorunun çözümünü de ihtiva eder. Her iki karşıtlık bize Marx’ın Yahudi Sorunu için yaptığı tahlilleri akla getiriyor. Bir karşıtlık nasıl nasıl çözülür diyen Marx, bu soruya verdiği cevapta “onu olanaksızlaştırarak” cevabını verir. Marx’ı izleyerek şu iki soruyu sormak bu sebeple kaçınılmaz: “İslamı olanaksızlaştırarak Kürt meselesini çözmek mümkün mü? Kürt haklarını ve taleplerini olanaksızlaştırarak modern İslamın/İslami bilincin bir geleceği söz konusu olabilir mi?

**

Ne var ki her şeye rağmen bu tartışmanın İslam ile İslamcılık arasındaki rabıtayı ortaya koymadan yol alması zor görünüyor. Yakın zaman önce Zizek, yazdığı bir metinde İslamın, Batı modernitesine meydan okuyan yegane fikir olduğunu söylemişti. Ne var ki bu iddialı tespit bir ölçüde modern İslamın çağdaş krizini temsil eden İslamcılığı göz ardı etmekle maluldü. Zira islamcılık, bir ölçüde İslamın kendi olma isteğindeki ümitsizliği temsil ediyor. Fakat her ne olursa olsun Molla Sadra’dan, Afgani’den bu yana İslamın en gür sesi olarak ortaya çıkan İslamcılık kelimenin tam manasıyla iflas etmiş durumda.

Öyleyse sorulacak soru tam da şudur. Bu iflasın sonuçlarından kim sorumlu, müflis kim, iflas eden ne? İslamcılık eğer İslamın modern yorumlarından biriyse bu yorum İslama ne derece teşmil edilecek, edilecek mi? Bu yazının esas derdi veya muhatabı modern bir bilinçle yeniden üretilen dinsel teoloji-politik paradigmadır. Diğer bir ifadeyle modern dönemde yeniden keşfedilen İslami aklın marjları ve kara delikleri sorgulanacaktır, bu manada asrı saadet olarak görülen İslam anlayışı bu tartışmanın dışında tutulmuştur. 

Freud bilindiği üzere dindeki hakikat payını “tarihsel hakikat” olarak tarif ediyordu. İslamın teoloji-politik anlayışının evrenselliği tartışma götürmez bir hakikat. Hususen sembolik manada “Arabın Arap olmayana bir üstünlüğü yok” düsturu bunun açık ifadesi. Bu şekilde İslamın etnik ayrımcılığı yasaklayan kurucu yasasına rağmen İslamcı hareketlerin dinsel keşif ile ulusal keşfi aynı anda gerçekleştirmeleri herhalükarda üzerinde düşünülesi bir problem. Ulusal olanın dini olanla iç içe geçmesi veya dini olanın ulusal bilinçle yıkanması yani dinin ulusal olanla massedilmesi tartışma götürmez bir modern islam realitesi. Ulusal olan bu sebeple modern dönemde dini olanın içine yerleştirilmiş bir protez akıl işlevi görüyor.

Freudyen manada İslamın tarihsel hakikatinin bir halk olarak Kürtler için iç açıcı bir fasiküle tekabül etmediği aşikar. Zira bir sebat ideolojisi olarak kadere kurucu bir değer atfeden, uhuvvet felsefesi adına kendi için olanı öteleyen modern İslami evrenselliğin Kürtleri hareketsizleştirdiği veya hiç değilse kendisine ait olanı talileştirdiği ortada. Diğer bir ifadeyle modern İslamın tarihsel hakikati Türk’ü-Türklüğü, Acemi-Şiiliği hamledebildiği halde neden Kürdü-Kürtlüğü etmedi veya yeterince etmedi? Burada İslamın modern bilinci kadar Kürt islamını da teşrih masasına yatırmak gerek. Zira aynı modern İslamın Acem’e, Arab’a, Türk’e bir duvar, bir yurt olduğu halde Kürde olamamasının sorumlusu büyük oranda Kürt islamı gibi duruyor.

**

Mamafih İslamla Kürtlerin ilişkisinin düz bir çizgide ilerlemediği ortada. Kürtler Persler gibi Şiilik teolojisi bağlamında şartlı bir ideolojik senteze gitmediği gibi,Arap veya Türk aklı gibi kurumsal/organik bir senteze de gitmemiş görünüyor.Uzun yüzyıllar boyunca Kürtler daha çok pasifist bir ideoloji olan Kadiriliğin anestezik etkisiyle üretimsiz kalarak İslam ordularına asker olmak dışında ideolojik/kurumsal bir üretim gerçekleştiremedi.

Bu durumda Kürt islamı eğer kavram olarak ele alınacaksa bu kavramın kurucu babasının Mevlana Xalıd olduğu herhalde tartışmasız. Mevlana Xalıd, Sünni ortodoksinin tıkanıklığını veya kökensel problemini Hint mistisizmi ve Kürt pastoralizmi/praksisi ile yeniden yorumlayarak aşmayı önerdi. İslamın bu modern yorumuna Kürt islamı demek bu sebeple yanlış bir tanımlama sayılmamalı. 

Mevlana Xalıd, teoloji-politik bağlamda reaksiyoner bir Sünni milliyetçisi olarak Osmanlıcı/ümmetçi bir okumaya sahipti. Değişik kereler Osmanlının gadrine uğramasına rağmen şahit olduğu Kürt isyanlarına bigane kalarak feodal Kürt milliyetçiliğine bile şüpheyle yaklaşması manidardı. Kaleme aldığı estetik Kürtçe şiirler onun kültürel Kürt milliyetçiliğine delalet etse de Kürt islamının bu kurucu babasının siyasal teolojisinde siyaseten Kürtlüğe yer yoktu. Ne var ki onun özenle yetiştirdiği Kürt halifelerin bazıları Nakşiliği, Kürtlükle buluşturan bir dini söylem ortaya koydular. Barzan, Nehri, Sebti, Tawela ekolleri İslam kadar olmasa bile Kürtlükle de hemdertti.

Buna karşın hareketin esas ırmağı sayılabilecek Hizan, Arvas, Norşin, Adıyaman ekolü oto-kolonyal bir perspektif içinden devletle içli dışlı bir siyasi ilahiyat inşa etti. Kısmen bu ekolün içinden yetişen Said Nursi’ye Kürt islamının ikinci kurucu babası gözüyle bakmak mümkün. Nursi’nin Kürtlükle bağlantısı M.Xalıd’tan çok daha doğrudan, aleni ve sıkıydı. Özellikle ilk Said döneminde hem kültürel Kürtlük hem de siyasal Kürtlüğün proaktif bir üyesi gibi davranmaktan kaçınmamıştı. Ne var ki Nursi de tıpkı Xalid gibi İttihadi İslam mefkuresinin tavizsiz bir takipçisiydi.

Bu uğurda Van’da Kürt aşiretlerinin, Şam’da Arapların, Kosova’da Arnavutların devletle rabıtasını güçlendiren dini yorumların içinden konuşuyordu. Daha düşündürücü olanı ise İslam ile Türklüğü simbiyotik bir ilişkide buluşturan ve böylece Türk islamına hayat öpücüğü veren teolojik yorumlarıydı. İsrail oğulları geleneğinden gelen “seçilmiş millet” mitolojisini ayet destekli bir yorumla genişleterek Türk islam mefkuresine siyasi ilahiyatın can simidini armağan etti. Marx’ın diyalektik için söylediği “Hegel diyalektiği baş aşağıydı, onu ben ayakları üzerine oturttum” durumuna benzer bir şekilde “baş aşağı duran Türk islamını, ayakları üzerine oturtan bizzat Nursi’nin kendisiydi. Sonuç olarak Mevlana Xalıd’ın kurup canlandırdığı, Nursi’nin ruh üflediği modern İslami gelenek, Kürtlerden çok başka halklara hayat öpücüğü verdi.

Orta Asya’dan Mısır’a kadar geniş bir coğrafyada Kürt islamı karşı koyan, meydan okuyan bir direnişçi gelenek inşa ederek başta Türkler olmak üzere değişik halklara yurt sağladı, millet olma bilinci ile milliyetçi başkaldırı bilinci kazandırdı. Ne var ki burada tartışılması gereken en önemli şey Kürt İslamının neden anti kolonyalist bir paradigmaya sahip olmadığı meselesidir.Diğer bir deyişle Kürt islamının kurucu babalığını yaptığı Türk islamının bir tür Oedipus kompleksini andıran dinamikle Kürt kitlelerinin haklarına el koyan bir sömürge metni olarak geri dönüşünü nasıl okumak gerekir?

**

Belki de bu aşamada Fanon’a kulak vermeliyiz. “Sömürgelerdeki kilise beyaz adamın kilisesidir. Bu kilise sömürge halkını Tanrı yoluna değil, beyaz adamın yoluna, efendinin yoluna, ezenin yoluna çağırır.”diyerek tartışmanın odağını başka bir yere kaydırır Fanon. Modern İslami bilincin Kürt halkının kolonyalist bir evrene sokulmasında bir dahli var mı? Hindlilerin bağlı bulunduğu dinsel ve toplumsal yapının onları kolayca İngilizlerin sömürgesi haline getirdiğini iddia eden Marx’ın bu tespitini Kürtlere teşmil edebilir miyiz? Kürt coğrafyasındaki cari Kürt İslamı anlayışının tamamen olmasa da bir ölçüde beyaz adamın kilisesi rolü oynamış olduğu görülüyor.

Türk islamının kurucu fabrika ayarının Kürtleri beyaz adamın yoluna çağırmak olduğuna şüphe yok, buna karşın Kürt islamının bazı kritik dönemlerde bu ayartmaya şeriklik yapmasıdır esas sorun. İslamın kafkasyada Ruslara karşı, Afrikada Avrupalılara karşı koyan anti kolonyal mukavemetinin Kürt coğrafyasında görülmemesinin tek sebebi öyle görünüyor ki aynı kıbleye baş koymanın verdiği pedagojik oryantasyon. Tersinden düşünürsek şu soruların peşinden gitmek de meşru. Kürtler kapı komşuları olan Ermeniler gibi Hristiyan bir inanışa yönelseydi veya Ezidi-Zerdüşti teolojisinde sebat etseydi sonuç değişir miydi? Veya Türkler, Acemler, Araplar Hristiyan bir dine mensup olup Kürtler bugünkü gibi Müslüman olsaydı sonuç bu mu olurdu?

İslam, Kürt halkı için neden anti kolonyalist bir bağlama sahip olmadı? Kısmen Şeyh Ubeydullah’ın ama daha çok da Abdülselam Barzani’de dile gelen anti kolonyalist arayış neden Kürt islamının temel siyasi ilahiyatı haline gelemedi? Latin Amerika dini geleneğiyle mündemiç ezilenin siyasi ilahiyatı neden Kürdistan’da gerçekleşmedi? Bunun cevabı kısmen yaşanan tarihsellikle alakalı. Yani Kürt coğrafyasının mükerrer fetih organizasyonlarıyla yerle bir edildiği dönemle aynı zamanda gelişen Kürt Nakşiliğinin siyasi kodlarına bakmak bir fikir verebilir.

Farklı deyişle Kürt coğrafyasının modern manasıyla kolonyalist tahakküme alınması Sultan Mahmud’un Mirlikleri tarihe gömen seferleri ile başladığı iddia edilebilir. Sultan Mahmut’un kolonyal projeksiyonla carileştirdiği askeri seferlerinden sonra Mevlana Xalıd’ın ideolojisinin (bir ölçüde Xalıd’a rağmen) tarlaya ekilmesi arasında nasıl bir bağ var? Xalıd’ın İstanbul tekkesine atadığı halifesini sertçe ihtar edip tarikatten kovduğu halde bu teoloji politiğin, önemli ölçüde Osmanlı bürokrasisinin siyasi ilahiyatı haline dönüşerek sömürgeci bir iştahın vitamini haline gelmesinin üzerinde düşünmemiz lazım. Bu andan itibaren sömürge otoritesinin melezliği veya kamuflajı rolünde gelişen bir dinsel bilincin varlığı apaçık. Farklı deyişle Xalıd’ın “Osmanlının İslamın son kalesi”olduğu yolundaki politik tasavvuru ve dinsel kardeşliğin sembolik evreni olarak İslami evrenselliğin Kürtleri sömürgeci kuşatmaya karşı bir ölçüde hareketsiz kıldığı ortada.

Bilhassa da Freud’un altını kalın bir şekilde çizdiği üzere “takdiri ilahi” felsefesinin gündelik hayatın ideolojisi haline geldiğinde mümin bilinci, acılarını ve trajedilerini unutmak için kendisinden daha yüce bir gücün karşısında koşulsuz bir şekilde boyun eğmeye yönelir. Bu psiko-politik durumların mükerrer fetih operasyonlarından bugüne Kürtlerin oto-kolonizasyon merakının kültürel ve psikolojik arka planını teşkil ettiği tartışma götürmez. Kabul edelim ki modern İslamın tarihsel şekillenişi, bu dünyanın geçiciliği ve ümmet mistifikasyonu sayesinde Kürt coğrafyasındaki sömürgecilik modeli, klasik sömürgecilik tarihinin dışında benzersiz bir modalite ile cari kılındı. Kürtlerin Freud’un altını çizdiği manada Kürt İslami bilinci sömürgeci elitlere “yerlisiz sömürge” şeklinde bir ideolojik kamuflaj yapmasına zemin sundu. Kürtlerin sömürgecilikle imtihanı belirtilen sebeplerle “sömürüsüz sömürgecilik” paradigmasına mükemmel bir örnek teşkil ediyor.

Bu konuyu tartışırken tartışmanın selameti açısından bir başka hususu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Osmanlının dağılma süreçlerinde bir siyasal mühendislik biçiminde kurgulanan İslamcılık düşüncesinin oynadığı kurumsal kolonyal rolü görmeden şu andaki İslamcılık veya İslam tartışmasını yapmak eksik bir yaklaşım olacaktır. Abdülhamit’in ve peşinden İttihatçılar ve hatta bir yere kadar kuruluş döneminde Kemalistlerin modifiye ettiği İslamcılık ideolojisi (Panislamizm) esasen Kürt halkı gibi merkez dışı halkları asli unsura lehimlemek için kullandıkları bir kolonyal rabıtaydı.

Kürt coğrafyasında Nakşiliğin re-organize edilmesi veya Afrika’daki Sunusi hareketi gibi dinsel hareketler bu manada egemenler açısından kolonyal bir tasarım için paha biçilmez oluşumlardı. Öyle ya da böyle başvurulan Pan-islamizm politikasının kimi yerlerde, sömürgeci beyaz adamın elindeki Hristiyanlık gibi kolonyal iştahı kolaylaştıran bir keşif rolü oynadığı ortada. Ermeni katliamlarında, II. Mahmut döneminin yıkıcı seferlerinden sonra Osmanlı ve Osmanlıcılığın rıza temelinde yeniden örgütlenmesinde, Abdülhamit’le hemhal istibdat rejiminin Kürt coğrafyasında kök salmasında, İttihatçıların ve Kemalistlerin kritik savaşlarında Kürt İslamının oynadığı rolün onu kolonyal bir tasarım olan Panislamizm siyasetinin şeriki haline getirdiği iddiası abartı değildir. Buna karşılık Kürt islamının bir damarının (Nehri-Tawela-Sebti ekolü) anti kolonyal söyleme meyyal bir okumaya sahip olduğu yine de akılda tutulmalı.

**

Kürt islamı günümüzde Kürtlere ne verebilir, Kürtleri özgürleştirebilir mi? Veya soruyu girişteki yorumla bağlantılı olarak bir miktar büküp tersinden sorarsak Kürtlerin ezilmiş halinin biricik müsebbibi İslam mı? İslam yüzünden mi Kürtler parçalandı, haklarına kavuşamadı ve İslam mı Kürtlerin devletleşememesinin esas sebebi? Kürtlerin son yirmi beş yıl boyunca İslamcı iktidar tarafından ezilmesi ister istemez bu soruların yine yeniden sorulmasını gerektiriyor. Ve giderek bu sorular daha yüksek sesle soruluyor. Sonuç itibariyle iki yüz yılı geride bırakan Kürt islamının artık teolojik köken bağlamında ciddi bir yapısökümden geçirilmesi şart görünüyor. Belki de Kürt islamını anarşizan bir felsefeyle, anti kolonyal bir paradigmayla yıkamak gerekiyor. Zira bu haliyle Kürt islamı, Kürt toplumunda istisnaları ayrı kalmak kaydıyla halihazırda sömürgeci egemenlere, orta üst burjuvaziye, orta sınıfa konfor sağlarken Kürt ezilmişlere verilmiş bir “sus payı” hükmünde.

Hülasa Türkiye’de yaşayan Kürtlerin mühim bir kesimi, İslamcı iktidarın muhatabı olarak “din yorgunu bir halk” halinde farklı arayışlar içinde. Evet, Marx’ın işaret ettiği manada din Kürtler için afyon olmadı belki ama vitamin de olmadı. İslam elbette Kürtlerin haklarına engel değil, başka halkların haklarına engel olmadığı gibi. Ne var ki bunu söylerken modern dönemdeki hakim İslami yorumların, Kürtler gibi ezilmiş kesimlerin haklarını kolaylıkla gasp ederken bunu dini söylemle doktrine ederek meşrulaştırdığını da görmemiz gerek. Başka bir deyişle Muhammed İkbal gibi sorunu sadece Müslüman sorunu olarak görmek isabetli değil. Sorun Müslüman sorunu olduğu kadar üretilmiş modern İslam aklı ve bilincinin de sorunu. Bu manada hassaten Kürt Müslümanları Bediüzzamanın bireysel düzlemde dahi olsa özgürlüğü imanın bile şartı olarak gören teolojik formülasyonunu hatırlamalı belki de ve tabi bunu toplumsal olana şamil etmenin yollarını aramalı.

Ezilmişlere sebat ideolojisini, Kürtlere ümmetin hamallığını münasip gören, orta üst sınıflara bu dünyada cenneti yaşatan bir din algısını yeniden sorgulamak elzem. Kürt islamı bu manada yolun sonuna gelmiş görünüyor. Belki de şöhretli Müfessir Taberi’nin anlattığı ve Kuran’ın “tek kişilik ümmet” olarak selamladığı Hz. İbrahim meselinden ders çıkarma vaktidir. Taberi’ye göre Hz. İbrahim Mekke’ye gidip oğlu İsmail’i görmek istediğinde, oğlu ava gittiği için onu göremez. O sırada evde kendisini ağırlayan gelinine Hz. İbrahim, “oğlum gelince ona söyle eşiğini değiştirsin, kendisine başka bir eşik arasın” demişti. Belki de Kürt islamı eşik değiştirmeli, insan özgürlüğünü odağa alan ve tek kişilik ümmet olmayı göze alabilecek özgürlükçü bir eşik tasavvur etmeli. Bunun için Kürt İslamının kurucu babası Mevlana Xalıd’ın Kıblem firaqet, Kıblem firaqet/Aram senden sevda-yi firaqet dizelerini anti-kolonyal bir bağlamda yeniden düşünmek atılacak ilk adım olabilir…

İlginizi çekebilir