Fırat Aydınkaya: Fanon Gerilimi : “Entelektüel Kürt Aklının Eleştirisi”

Postkolonyal teorinin en etkili sol açığı olmaya aday Achille Mbembe, Zenci Aklın Eleştirisi isimli eserinde zenci aklını eleştiriye tabi tutarken “zenci gece yaşayan, gecede yaşayan, yaşamı gece olmuş olandır” tespiti yapma cüretini gösterir. 

Bu tespitteki “zenci” ifadesini kaldırıp yerine yeni nesil Kürt entelektüeli tanımlamasını koyabilir miyiz? Son beş yıldan bu yana giderek uzun kış gecelerine bürünen Kürt siyasetinin hali ortadayken okumuş Kürt aklının geceye teslim olma lüksü var mı? Değilse ne yapılmalı?  

1846 yılında İngiliz Albayı Rich’in, elinde padişah fermanıyla Cizre’de Bedirxan beyi ziyaret ettiğinde Bedirxan beyin ona anti kolonyalist bir diskurdan esintiler taşıyan cevabını, bir parça anakronizmi göze alarak Kürtlerin kolonyalizm karşıtı tarihinin miladı sayabiliriz şüphesiz. 

Bedirxan beyin, AlbayaHiçbir sultanı tanımıyorum. Bu Sultan kimdir? Neden onun fermanları bana geliyor? Ben burada ev sahibiyim” dediği anlatılmaktadır örneğin. Kürt siyasi tarihinde modern manasıyla sömürgecilik karşıtı ideolojiler için bu haşin söylevin üzerinden yüz yıl daha geçmesi gerekse de bu söylevi anti-kolonyal ideolojilerin ayak sesi olarak da okuyabiliriz. 

1846 yılını milat alırsak kesintilerle birlikte süren yüz yetmiş beş yıllık anti kolonyal bir siyasi mücadele tarihi söz konusu. Kürtlerin en uzun iki yüz yılına yayılan bu siyasi mücadelenin neresindeyiz bugün? 

Mücadelenin nihai hedefi olarak “devlet mülkiyeti”ni esas alanlara bakılırsa yaşanılan iki yüz yıllık trajedi ortadayken elde bir devlet tapusunun olmaması tarifi imkansız bir fiyasko. Ne var ki mücadeleye bir ulusun ayağa kaldırılması, bir ulusa ulusal bilinç aşılama bağlamında “ulusal devrim” görenlere bakılırsa ise ortada devrim tadında bir destansı mücadele praksisi söz konusu. 

Mamafih Kürtlerin karşı karşıya kaldığı son beş yıllık ulusal trajedileri düşündüğümüzde bir adım geri çekilip bir muhasebe zamanının geldiğini ileri sürebiliriz şüphesiz. Yüz yetmiş beş yıl sonra bugün hangi aşamadayız? Bedirxan beyin bıraktığı yerde miyiz, yoksa daha kaotik bir ulusal durumla mı karşı karşıyayız? 

Kürtlerin bütün olanaksızlıklarına rağmen diz çökmeyip mücadeleye devam etmesi paha biçilemez direniş geleneğine delalet. Ne var ki buna rağmen işlerin istenen ölçüde iyi gitmediği de ortada. 

Rojhilat’tan gelen peşi sıra idam haberlerine rağmen buradaki siyasal dağınıklık malum. Güneyde Hewler’in giderek toparlanma işaretleri vermesine rağmen kronik sorunlardan doğan kan kaybı devam ediyor. Bir anlamda Irak hem Kürdistan’a gebe görünüyor hem de Kürdistan’ın üzerine çöküp düşük de yaptırabilir. 

Rojava’nın istim üzeri siyasal pozisyonu ise katliamlar başta olmak üzere çok şeye gebe. Kuzeyin ise Dersim isyanı sonrası ürkütücü sessizliğini andıran mutlak hareketsizlik hali ise ayrıca üzerine düşünülesi bir durum. 

Kürtler Ortadoğu’da an itibariyle hem bir kilit hem de bir anahtar rolünde; tarih boyunca kendileri için kilit, başkaları için ise anahtar şeklindeki zımni Kürt yasasının hükmü devam ediyor ne yazık ki. Peki ama bu durumdan nasıl çıkılacak? Yaşanılan büyük politik sıkışmayı ideolojik bir yenilenme veya restorasyon çözebilir mi? Sömürgecilik tezlerine geri dönüş veya bu tezleri güncellemek şartıyla bunu siyasi ilahiyat mesabesine çıkarmak bir nefes aldırabilir mi?

Sömürgecilik üzerine konuşmanın zor olduğu tarihsel bir dönemeçte olduğumuz ortada. Bu tek başına klasik kolonyal dönemlerin bitmesiyle ilgili bir mesele de değil şüphesiz.  Esas mesele sömürge karşıtı hareket ve ideolojilerin ezilenlere daha iyi bir dünyanın mümkün olabileceğine dair heyecan verememesi gibi görünüyor. 

Diğer bir ifadeyle sömürge karşıtı ideolojiye içkin umut ilkesinin yerinde yeller esiyor bugün.  Marxist jargon ile söylersek bugün itibariyle kolonyalizm karşıtı teori değiştirmeye değil yorumlamaya kendini adamış durumda. 

Peki ama sömürgeci hegemonyanın bütün kuşatıcılığıyla ezilenleri kasıp kavurduğu böylesi bir ortamda ezilenler neden mefluç bir halde? Bilenler bilir Kürtçe’de “tevizi” diye mükemmel bir sözcük var. Kürtler Dersim isyanından sonra uzun on yıllar boyunca kelimenin gerçek anlamıyla tevizi bir halk olarak yaşadı. Son beş yıllık süreç içinde Kürtler tekrar tevizi bir halk olmanın semptomlarını gösteriyor. 

Büyük üstad Êhmedi Xani ölümsüz eserinde “Ez pilewer im ne gewheri me/Xodreste me ez ne perweri me” derken bize bir çıkış yolu gösteriyor olabilir mi? Xani’nin bu felsefesini anlamak için Michel Foucault’nun, sisteme karşı direniş felsefesi bağlamında bahsettiği kendilik teknolojileri veya kendilik inşası süreçlerini hatırlamak işimize yarayabilir. 

Xani “xodreste” kavramıyla tamı tamına Foucault’cu bağlamıyla kendilik inşasının orjinalliğinden bahseder, hem de nerdeyse Foucault’dan üç yüz yıl evvel. Öyle ki, Xani “xodreste” olma halini eğitimin karşı kutbuna yerleştirmez, tersine “xodreste”liği sistemin eğitim/dönüşüm mantığının, yani tahakkümcü ve belki de asimilasyonist ayartma felsefesinin karşısına yerleştirir. 

Diğer bir deyişle Xani, kendi kalmakta ısrar için kendi kendini inşayı önerir. Bu ilk bakışta özcü milliyetçiliğe kapı açan bir tutum görüntüsü verse de Fanon’un kuruluş dönemlerine özgülediği inşacı bir subjektiviteyle tam olarak uyumludur halbuki. Xani de tıpkı Fanon gibi sisteme karşı direniş için “yeni insan” inşa etme kipinde önce kendi olmayı öğütlüyor kısaca. 

Özcülüğe kapılmamak kaydıyla kendi olmak, Foucault’cu manada kendilik inşası ile Kürtler, yeni bir Kürtlük bilinci ile bu süreci karşılayamaz mı? 

Kim ne derse desin geldiğimiz aşamada bir adım geriye çekilip “xodreste” olma halini yeniden düşünme gereğini hissettiğimiz zamanlarda yaşıyoruz. 

Kürtlerin okumuş kesimlerinin çoğunluğunun hususen şu sıralar baştan aşağı “tevizi” bir görünüm vermesinin üzerine konuşmak elzem. En az son on yıldır Türk entelektüelizmine yön ve ilham veren Kürt entelektüel aklının giderek kan kaybetmesinin önüne geçmek gerekir. 

Bu üretken dinamiğin tevizi halini yeni totaliter rejiminin adam markajcı felsefesine bağlamak bir parça doğru görünse de sorunun bütününü burada görmek eksik bir yaklaşım olacaktır. 

Kürtler son beş yıl içinde yaşadığı tüm felaketlere rağmen hala ayakta. Ne var ki bu diz çökmeme haline en az katkı verenin Kürt okumuşları olması üzerine düşünülesi bir durum. Devletin yeniden büründüğü totaliter huşunete karşı radikal demokrasi makinesinin istenileni verememesi bunun en önemli sebeplerinden biri şüphesiz. 

Öyle görünüyor ki bununla birlikte en önemli sebep devletin yeni rejimine kalemle karşı konulamayacağına dair yeniden depreşen nihilist Kürt okumuş karakterinin geri dönüşü. Bu melankolik aydın karakterinin doğal düşünsel uzantısı ise kaleme duyulan mutlak inançsızlık ile kılıca duyulan sonsuz güven. 

Yeniden hortlayan aydın melankolizmi sadece bir kesimi de ilgilendirmiyor üstelik. Değişik cemaatlerden Kürt okumuşlarının önemli bir kısmı bir adım geri çekilip “bekle gör”cü bir haleti ruhiyeye bürünerek kalemlerini kınına sokmuş görünüyor. Bunda liberal Türk aydınlarının geri çekilmesi de bir parça etkenmiş gibi görünse de burada gözetilmesi gereken bir başka sebep öyle görünüyor ki Bauman’ın altını çizdiği manada Kürt entelektüel aklının akışkan bir modernite ritmini yakalayamaması hatta bundan oldukça uzakta olması. 

Fakat bu meselede herhalde en büyük etken Kürt okumuşlarının tarihsel üretim mekanlarının giderek yer değiştirmesi. Kürt okumuşları parti okulları, üniversite kampüsleri, öğrenci dernekleri, dergiler ve matbuat değil artık büyük ölçüde sosyal medyayı fikri üretim alanı olarak görüyor. 

Birkaç yüz karakterle düşünen ve bütün düşünsel üretimini vitamin niyetine takipçilerine enjekte eden yeni entelektüel bir kuşağımız var artık. Sosyal medyanın yine Bauman’ın altını kalın şekilde çizdiği üzere kayıtsızlaştırma ve sosyal ölüm niteliği yeni entelektüel kuşağımızı muhasaraya almış durumda. Bu yönüyle sosyal medya yeni kuşak Kürt entelektüelizmi için Auschwitz’teki mahkumların kendilerini yüksek voltajlı dikenli tellerin üstüne atmasına benzer bir tuzak özelliği gösteriyor.  

Öte taraftan Kürt okumuş aklı bilhassa mücadelenin sertleştiği anlarda kendini görünmez kılma gibi benzersiz bir yeteneğe sahip. Mbembe’nin  “zenci, bir başkasıyla göz göze gelemeyendir” tespitini andıran bir kavrayışla mücadelenin kasvetli olduğu zamanlarda Kürt okumuşları da göz göze gelmemeyi tercih ediyor. 

Ve yine Mbembe’nin dediği gibi böyle anlarda kapısız bir duvarın önünde sıkışıp kalan ve kapının eninde sonunda ona kendiliğinden açılacağına iman ediyor Kürt okumuşları. Oysa bu sıkışmışlık anlarında kapısız duvarlara çelik kapı olmayı beceren yegane kişilerden olan Fanon’dan bahsetmenin öncelikle Kürt okumuşlarına umut vereceği yerde onları tedirgin etmesinin üzerine hassaten düşünmek icap eder. 

Koca anti kolonyalizm karşıtı teori tarihinde Fanon’un, sömürgecilerden önce sömürülenleri germesi belki de ilk kez Kürt okumuşlarına özgü bir durum. Fakat şu da var ki Fanoncu reçete ve anti kolonyalist söylem Kürt siyasi tarihinde belki de ilk kez el değiştiriyor. Kürt sağına ve muhafazakar dünyasına bugün itibariyle Fanon ve ardıllarının daha çekici gelmesini nasıl yorumlamak gerekir? 

Kürtlüğün muhtevasını Fanon’la yeniden inşa etme niyetinin sağ muhafazakar bilinci daha üretken bir milliyetçilikle buluşturduğu ortada. Fakat buradaki yapısal sorun tam da Fanon feneriyle yeniden keşfedilen milliyetçiliğin özcü bir içe kapanmaya göz kırpması, sınıfsal boyutunun es geçilmesi ve bu yeni bilince örgütlü bir praksisin eşlik etmemesi. 

Öte taraftan Kürt solu ve legal Kürt siyasetine yakın entelektüel kuşağın bir kısmının Fanon’un yeniden tartışılmasında yerini izleyiciler safında belirlemesi ilgi çekici bir tutum. Bu kesimler daha çok Fanon üzerinden sağcı bir milliyetçiliğin neşvü nema bulmasının üzerine çentik atıp bu zemin üzerinden Kürt sosyolojisinde “Türkiyelileşme” politikasının zeminin kaymasından endişe duyuyor.  

Fakat ne olursa olsun bilhassa da kendini sol gelenek içinde konumlandıran kimi Kürt okumuşlarının Fanon’u duyunca gerilmesi hayra alamet değil. Fanon’un, Fransa’daki kısa yaşamında annesinin elini tutan beyaz bir çocuğun “anne bak zenci” lafı üzerine nasıl da irkildiğini biliyoruz. 

Kendisi de siyah olduğu halde Kürt okumuşlarının tıpkı beyaz batılı çocuk gibi “anne bak Fanon” diyerek gerilmesinin Kürtlere hiçbir faydası yok bugün. 

Velhasıl Kürdistan semalarında Fanon’un hayaleti ikinci kez beliriyor bugünlerde. Yazıya Mbembe ile başladık, onunla bitirmek icap eder. Ona göre eğer zenci, örtüsünü kaldırırsa bunun bedelini ancak başka bir örtünmeyle ödemek üzere yapar. 

Kürt okumuşları örtüsünü kaldırdığında başka bir örtünme için Xani’nin xodreste örtüsüne bürünmesi onları gerçek anlamda özgür kılabilir… 

İlginizi çekebilir