Figen Yüksekdağ: Değişim gücü HDP’nin merkezinde durduğu demokrasi ittifakı olacaktır

Herkesin pandemide değişen düzeylerde kayıplar yaşadığını belirten HDP’nin önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ,  cezaevlerinde pandemi sürecinde siyasi tutsakların durumuna dikkat çekti ve pandemi yönetimine karşı daha aktif bir mücadele gerektiğini belirtti. “Özellikle de siyasi tutsakları izole etmenin, uzun ve can bedeli kazanılmış hakları gasp etmenin adı pandemi oldu” dedi.

Vedat Yeler

Yüksekdağ ile röportajımızın ikinci bölümünde HDP’ye yönelik baskılar gündeme geldiği her defasında ‘endişeliyiz’ açıklaması yapan Avrupa Birliği’nin tutumunu ve siyasi partilerin seçim pozisyonunu ele aldık.

Daha önce “Başka bir olağanüstü koşulun sonucunu da yaşıyoruz. Pandemi ayrıca siyasi ve toplumsal bir vakaya dönüştü.” sözleri ile bu süreci cezaevinde daha fazla deneyimlediğinizi ifade etmiştiniz. Şimdi bir yıllık bir pandemi sürecini geride bıraktı. Bu bir yıllık süreç ile beraber ifade ettiğiniz bu deneyimlerinize biraz değinebilir misiniz? 

Pandemi sistemin doğayı ve insanı tahrip eden yapısının sonucu olarak ortaya çıktı. Bugün baktığımızda ekonomik, sosyal, siyasal boyutlarıyla pandeminin tahrip edici sonuçlarının da katlandığını görüyoruz, yaşıyoruz. Aslına bakarsanız sistem hasta ama ölen, zarar gören, bedel ödeyen toplum ve insan.  

Herkes pandemide değişen düzeylerde kayıplar yaşadı fakat cezaevlerinde bu süreç daha özgün ve ağır sonuçlar doğurdu. Zaten genel olarak halkın hak arama, hakkına sahip çıkma yöneliminin önü pandemiyi bahane ederek kesildi. Cezaevleri ise hak ve olanakların kırıntısını bile süpüren uygulamalara sahne oldu. 1.5 yıldır ailelerimizle maske-mesafe kuralıyla bile açık görüş yapamıyoruz. Avukatlarımızla hala camdan cama görüşüyoruz. Sohbet-spor gibi tanımlanmış haklardan yaralanamıyoruz. Birçok insani talebimiz, mantıklı gerekçesi olsun-olmasın pandemi koşulları bahanesiyle reddediliyor. Her yerde ve tabi burada da katı bir tecrit hakim. Özellikle de siyasi tutsakları izole etmenin, uzun ve can bedeli kazanılmış hakları gasp etmenin adı pandemi oldu. Kadın katilleri, şiddet suçluları, hırsızlar, dolandırıcılar, cinayet işleyenler ‘pandemi tedbirleri’ adı altında açık cezaevlerine alındı, sonra çoğu dışarıya salındı. Ama tek bir siyasi tutsak bu süreçte tahliye edilmedi. Aksine, 2 bin civarında hasta tutsak ölüme terk edildi. Bu yüzden çok sık ölüm haberi aldık. Sonradan çıkarılan yargı-infaz yasalarıyla da tecrit ve hak gaspı saldırıları tırmandırıldı. 

Diğer yandan virüsün girmediği hapishane kalmadı. Tutsakların temel haklarla her tür teması kesildi ama personel yoluyla covid-19 yine yayılıyor. Yani asıl mesele mahpusları pandemiden sakınmak değil, bu fırsatta olağanüstü hal rejimini hakim ve kalıcı kılmak. Bu nedenle içerde de dışarıda da sosyal ve siyasal yıkıma dönüştürülen pandemi yönetimine karşı daha aktif bir mücadele gerekiyor. 

HDP’ye yönelik bunca alenen yapılan hukuksuzluğun teşhir olmasına rağmen ‘Endişe duyuma’ açıklamaları ötesine gitmeyen AB vb. devletlerin tavırlarını nasıl değerlendiriyorsunuz ve ‘kaygıları’ ne içeriyor?

AB ve Batılı devletlerden bir beklenti içinde olmak zaten doğru değil. Ama maalesef yıllar içerisinde AB’ye giriş gündemi üzerinden Türkiye kamuoyunda beklenti ortamı yaratıldı. Bu ortamı egemen AB devletleri de Türkiye’deki siyasi iktidarda kendi çıkarları lehine dere-tepe kullandı. AB’nin ‘vade dilmiş özgürlük ve refah toplumu’ hikayesi ise artık kimsenin dinlemek istemediği bir martavala dönüştü. Bu durum AB efsanesinin, 2. Dünya Savaşı sonrasında onu var eden asgari demokratik değerlerin erozyona uğramasıyla da ilgili. Kimse ondan Türkiye’ye demokrasi, özgürlük getirmesini zaten istemiyor. Ama kendi değerlerine ve kurumlarına bağlı kalmaları elbette beklenir. 

En basitinden, kurumsal-organik bağlayıcılığı olan AİHM karalarına sahip çıkmayan, arkasında durmayan bir AB ve AK (Avrupa Konseyi) gerçeği var ortada. Çoğunlukla Türkiye iktidarına ‘Neden AİHM karalarına uymuyorsun?’ deniyor fakat AB devletlerinin siyasi iktidarın bu itaatsizliğini sineye çekme karşılığında ne kadar kirli bir pazarlık ve al-ver çarkı döndürüldüğü son zaman kadar pek konuşulmuyordu. Bu çarkın işleyişi artık birçok boyutuyla ifşa oldu. En bariz örneğini ise göçmen pazarlıkları sırasında görüyoruz. AB, siyasi iktidarın ağır hak ihlallerine, anti demokratik zulüm politikalarına sessiz kalıp durumu idare etme karşılığında Türkiye’yi mülteci kampına dönüştürme, bazı Batlı tekellere ekonomik pazarda ayrıcalık sağlama gibi tavizler alıyor. Aynı zamanda rüşvet, lobi, arka kapı lobi diplomasisi kanallarının açık olduğunu uzun zamanlar duyuyoruz, biliyoruz. 

 

Son olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararları kamuoyuna yansıdı ama açıkçası yine ‘Bir adım ileri iki adım geri’ klasiğini tekrar edebilirler. Avrupa demokratik kurumları ve kitlesinin basıncıyla dönem dönem ve gayet sınırlı söylemler geliştiriyorlar. Bu da esas olarak Avrupa demokratik kamuoyunun yarattığı bir yansımadır. Bugüne kadar hep çıkar ‘kaygıları’ ağır bastığı için gerçek bir pratik sergilenmedi zaten. Bizim için en doğrusu AB ve Türkiye iktidarını kaygı ve pazarlıklarıyla baş başa bırakıp yolumuza bakmaktır. 

Bir diğer değinmek istediğim nokta ise hükümet yani AKP-MHP ittifakın (Cumhur İttifakı) kan kaybetmesi. Yapılan seçim anketleri ve toplumsal tablo Cumhur İttifakı’nın tek başına iktidar olamayacağını gösteriyor. Ana muhalefet konumunda olan CHP ve İYİ Parti yani Millet İttifakı ise Cumhur İttifak’ını geçmektedir ama tek başına iktidar olabilmesi biraz zor gözükmektedir. Hiçbir partinin tek başına iktidar olamayacağını ifade edebiliriz. Bu tablo içerisinde HDP ise yüze %11 ve üzerinde gözükmektedir. Her şeye rağmen HDP kilit bir noktada durmaktadır. Yani, tablonun 7 Haziran 2015 seçimlerine işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu noktada, siz tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz ve değerlendirmelerinizden doğru HDP’nin nasıl bir politika izlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Ya da HDP var olan yönelimini nasıl geliştirmeli? 

Cumhur ittifakı bakımından sonun yakınlaştığı daha net söyleyebiliriz. Açık zor politikaları ve muhalefetin yetmezliği, alternatif sıkıntısı nedeniyle oynadıkları uzatmaların da sonuna gelindi. Onların tükenişi ve bu sırada yarattıkları ağır tahribatın arasında hayatın ve siyasetin temel kuralı gecikmeli de olsa işliyor. Cumhur ittifakı durdurulamaz şekilde kan kaybederken, muhalefetin ivme kazanması ve toplamda AKP-MHP koalisyonunu seçmen desteği bakımından geride bırakması böyle açıklanabilir. HDP ve temsil ettiği halk realitesi, olası bir seçimde kazanan ya da kaybeden tarafı belirleme bakımından özgün ve kritik bir yerde duruyor. Dün bu özgün rolün sonuçları belirlendi, bugünde daha belirleyici hale geldi. Elbette mevcut durumda siyasi rolünü faşizme karşı demokratik halk iradesinin gelişmesi ve önünün açılmasından yana kullanacaktır. 

Öteden beri sadece seçim odaklı siyasi tutum belirlemenin yetmezliklerine vurgu yaptık. Bugün bu belirleme eskisinden daha tayin edici bir yerde duruyor. Antifaşist demokratikleşme programını alanlarda, halkların bağrında var etmek; emek, özgürlük, barış ve kadınların kurtuluşu saflaşmasını sağlamak HDP’nin güncel politik önceliği ve en önemli farkıdır. Bir süredir bu yönlü dinamik eylem ve doğrultu geliştirdiği de ortada. HDP’nin siyasi dengeleri yapıcı ve yeniden kurucu düzeyde değiştiren rolü de buradan geliyor. Kapsamlı ve tutarlı demokratikleşme programını, onun siyaset ve toplumsal sahadaki pratiğini ve bu yönlü birleşik mücadele hattını temsil etmesi bakımından, halkımız için üçüncü bir yol ve seçenek sunuyor. Geleneksel devlet statükosuyla kilitlenmiş iki ittifak dışında bu kilidi açacak değişim gücü, HDP’nin merkezinde durduğu demokrasi ittifakı olacaktır. Bu çizgide kararlı şekilde ilerlediğimizde 7 Haziran’ı da aşan politik başarılar ortaya çıkacaktır. 

Umutla, dirençle, dayanışmayla uyanacağımız yeni günlerde buluşmak üzere…

22.09.2021

İlginizi çekebilir