Eyüp Ensari: HDP’ye ve Kürtlere büyük kumpas 

 “Bu yazı, adaylar daha tartışılırken yazıldı. HDP’ye en küçük bir eleştiri olmaması için de yayımlanmadı. HDP bu yazıdan dolayı bir oy dahi kaybetse, bu herkesten önce beni üzerdi. Aşağıda anacağım yazı, yazıldıktan sonra Nupel’un yayın yönetmeni Günay’a ve HDP’den bir dostuma da iletildi. Yazıya sadece son bölüm, ek adıyla, eklendi…”  

 TARİHÇE  

Nupel’i izleyenler bilir…  

HDP’nin bir kadın adayla seçime girmesi halinde yüzde 17 bandında bir oy alabileceği (Temmuz 2022’den itibaren) sıkça dile getirdi; yazılar yazıldı, videolar çekildi. Bunu dile getirmemin nedeni dünyada yükselen, öncüsü Suriye’deki kadın direnişi olan hareketti. 2000’li yıllarda, bütün dünyada salgın haline gelen milliyetçiliğe karşı, kadın hareketi daha hümanist ve daha derin bir sosyalizmin öncüsü oldu. Suriye Savaşı boyunca kadınlar “Jin, Jiyan Azadi” dedi. Temmuz (2022)  İran’da da bir kadın hareketi başladı; Mahsa Emini’nin katledilmesiyle kadınların saçları bayrağa dönüştü. Dünya bir kadın devrimini konuşuyordu, her yanda eylemler vardı. Herkes, sokaklara çıkıp “Jin, Jiyan Azadi” diyordu. Bu yalnızca bir slogan değildi. Bu, Abdullah Öcalan’ın kadın hareketine yüklediği anlamdı, bu anlamın tek kodu vardı: Güven.  

Kürtlerin en çok oy verdikleri parti olan HDP’den bir kadın adayla erkek devlete, iktidara; özetle, erke karşı bir duruş sergileyebilir, binlerce kişi, meydanlarda “Jin Jiyan Azadi” diye çıkabilirdi. Amaç olmadan, siyasettin araçsallığı bir işe yaramazdı ve biz, bu kadın, yaşam ve özgürlük etrafında sol diye yutturulan ittihatçı ve din diye yutturulan gerici sistemi alaşağı edebilirdik… Hiçbir şey kazanmasak da kendimiz olurduk; küçük bir birliğimiz olurdu; bütün itilmişlerle bir yere gelirdik.  

Kişisel anlamda Nupel’de yazan birçok kişi de buna inandı, hatta bir kadın adayımız olursa yazacağımız yazıları bile düşündük. Bu konuda hayal kırıklığına uğrayan arkadaşlarımız oldu; Müslüm Yücel gibi…       

Türkiye’de kadın hareketi olmazsa, siyasal hayatta güven veren bir “kurum” maalesef yoktu. Erkek siyasetçi kuru kalabalıktı, çok ego, çok erkek, çokça kendini sergileme adına güç ve kompleksle bezenmiştiler; kibirli ve çok narsistiler.  

Kadın aday, kim olabilirdi?  

HDP’deki herhangi biri olabilirdi bu… HDP’nin bileşenlerinden sosyalist bir figür de çok rahat olabilirdi.  

Nedeni de şu: Kadın adayın yedek parçaya ihtiyacı yoktu, kulise ihtiyacı yoktu.  

İlla partili biri olacaksa Gültan Kışanak ve Pervin Buldan isimleri kulaklara iyi geldi. Kime bu iki isim söylense, ikna oluyordu. Bu sanki bizim, altılı masaya ve AKP’ye karşı bir seçim çalışmamızdı: Her bir şey tamamdı, bir tek ergen tavırlarından kurtulamayan kimi erkeklerin “evet” demesi gerekti! Bunu düşünmedik. Erkek ne diyecekti?  

Elbette, iktidar ve iktidara muhalif olan kimseler vardı; AKP, bizi duyacak, düşüncelerimize kıymet verecek bir halde değildi. Buna rağmen, tanıdığımız AKP’lilerde bu fikirden etkilendi. CHP tarafından bu ses duymazlıktan gelindi. CHP’liler, sessizdi, “iyi fikir” dediler ama kendi adaylarını öne çıkaracaklarını söylediler. HDP’de kadın aday fikrine az da olsa sahip çıktı; en azından bunu tartıştı. Tartışanlara, buna tenezzül edenlere teşekkür ederiz.  

Sonra olan oldu!  

Temmuz’da hareketlenen zihnimize kar yağdı. Özgürlükten feragat etmemiz istendi. Bu şu demekti: Doğanızdan feragat edin…  

Kürtlerden ve Kürtlerle birlikte hareket eden sosyalistlerden istenen buydu: Feragat.  

 

ZORAKİ DİPLOMAT: DEMİRTAŞ  

 Selahattin Demirtaş sosyal medya üzerinde oldukça etkindir. Demirtaş, siyasi deneyiminden dolayı konu da ne olursa olsun HDP’den önce devreye girer, sözü söyler; HDP daha cumhur adayını söylemezken, birden sosyal medya üzerinden “yürü Bay Kemal” diye bir kampanya başlattı. Böylece tartışmayı bitirdi, kendini de gündemde tutmasını da başardı. Siyasetteki bu başarısına şapka çıkartmak gerekir!  

Demirtaş hapiste olduğu içinde kimse onun görüşlerini tartışmaz. Kürtlerde ve sol gelenekte hapiste olanlara bir şey denmez. Ama hapisteki de bunu, bana kalırsa çok sömürmemeliydi.  

Demirtaş herkesten önce “Yürü Bay Kemal” dedi ve denklemde yerini almayı başardı.  

Şubat 2020’de kurulan altı masa ve daha sonra gelişen cumhurbaşkanlığı konusuna Demirtaş kayıtsız kalmadı. Ya aday olacak ya adaylık teklifi götürülecekti. Bu kesindi. Geçen sefer de aday olmuştu ama partisinden az oy alan tek aday oydu; şimdi, yeniden aday olabilir miydi? Kendisi aday olmasa da kilit bir rol oynayabilir miydi? Ya da kendisine teklif götürülse ve o da bu teklifi ret ederek, benim partim ne karar verirse desteklerim deyip “ağabeylik” yapsa, olmaz mıydı?  

Bunlar tartışılırken Demirtaş’ın değerli eşinin aday olabileceğine dair haberler yayımlandı.  

HDP bir şeyler söyler miydi? HDP sessizdi.  

En son HDP’nin başkan yardımcılarından Tayip Temel “Başak Demirtaş’ın adaylığı henüz gündemimizde değil” diye bir açıklama yaptı. 

Bu arada Altı Masa’dan Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu isimleri dikkat çekti. Kılıçdaroğlu’nun sağı solu oyulmaya başlandı. İlk tepki HDP’den vekil olan ve sonra TİP’e geçen Ahmet Şık’tan geldi. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ta anketlerde öne çıktılar. Ülkücüler ve ulusalcılar Yavaş, az bir İslamcı kesim, namaz kılıp oruç tuttuğu, cami de kuran okuduğu için İmamoğlu üzerinde durdular.  

Kürtler ve sosyalistler bir olur ve bir kadın aday etrafında kenetlenirse, evet, bunlar kadar oy almıyordu ama biz oy vermesek, onlar da kazanamıyorlardı. Erdoğan ve partisi erir gibiydi.  

HDP yükseliyordu; Bekir Ağardır, kadın aday fikrinden sonra HDP’nin seçimlerde patlama yapabileceğini söylüyordu ve yüzde 17 alabileceğini belirtiyordu. Yılların deneyimli adamı boş yere konuşmazdı. Belki de Nupel’i izliyordu.      

Kasım 2022’den itibaren gardlar alındı, kılıçlar çekildi. HDP’den kadın aday fikri usul usul, magazine dönüştü. Zülfü Livaneli’den bilmem kime kadar adaylık teklifleriyle ilgili yorumlar yapıldı.  Livaneli, kuşkusuz güldü. Kürtlere, sosyalistlere kıran girdi.  

Bu arada Demirtaş, bir gece cezaevinden alınıp Diyarbakır’a götürüldü; hasta babasını ziyaret etmişti, sabahta görüşe çıkmıştı. Kimsenin ruhu duymamıştı. Kimine göre bu bir pazarlıktı. Demirtaş  konuyu önemsemedi. Kimse de üstünde durmadı. Adalet bakanlığı da bu konuda sessizdi.  

Soru şu: O gece Demirtaş’ı götüren uçak düşseydi, ne olurdu? Kimsenin aklına bir hastane ziyareti gelmezdi. Allah korusun Selocanın başına bir şey gelse ne yapardık? Üstelik kendisi nasıl böyle bir şey yapardı. Her gün hücrede zincir seslerinden bahseden adam, nasıl, bir gece, hiç kimsenin haberi olmadan alınıp götürülürdü. 

Çok geçmedi, bir anket yayımlandı, bu mesele unutuldu. Anket, Metropol Araştırma Şirketi tarafından yapıldı, ilk kez Halk TV’de yayımlandı. Zaten Halk TV, artık hamileşmişti.  

Bu anketin sorusu şuydu: “HDP seçmeni üzerinde Öcalan mı yoksa Demirtaş mı etkilidir.”  

Verilen yanıtlara göre “HDP seçmeninin yüzde 21. 2’si Öcalan, yüzde 51 Demirtaş” diyordu (Halk TV, 14 Kasım 2022).   

Bu anketi kim yaptırdı?  

Meselenin üstünde kimse durmadı. Oysa burada özneler vardı, söz konusu edilen bir de parti…  

Demirtaş, yorum yapmadı. Öcalan’a zaten görüş yasağı vardı. HDP bu konuda yine yorum yapmadı. Beş altı vekilin eline pankartlar konuldu, Öcalan’a sembolik destekler sunuldu. Bir sonuç alındı mı? Hayır. Alınmadı.   

Konu sızdı ve unutturuldu. Amaç da zaten sızdırmak ve unutturmaktı.  

Ama bir kumpas vardı.  

Bu açıktı.  

Halk TV’de meselinin sadece sonuç kısmıyla ilgilendi. Oysa gazetecilik bir meseleyi salt gündeme getirmek değildi: Haber canlı bir şeydir ve sürdürülmesi gerektir. Sürdürülmeyen haber, sadece yapılan bir iş de değildi, sanki bir görevdi. Kim, kime böyle bir görev vermişti?   

Bir süre sonra Halk TV üzerinden başka bir haber yayımlandı (2 Aralık 2022).  

Halk TV’nin çalışanlarından biri 1 Aralık’ta (Perşembe günü görülen Kobani Davası’ndan sonra) Demirtaş’la görüştü.   

Bu haber de büyük ilgi gördü.  

Demirtaş’ın reytingi mi vardı, yoksa Demirtaş bu televizyonun işine mi yarıyordu? Açık açık bizim başkan kullanılıyor muydu? Demirtaş göz bebeğimizdi, niye bunlara malzeme veriyordu…  

Demirtaş, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “siyasetten de ahlaken de uygunsuz bir teklifte” bulunduğunu söylemişti.  

Bu habere göre, Fidan, Demirtaş’la görüşmek istemişti, bir teklifi vardı, “Öcalan’ın yerine geçme.”   

Açıktı, belki Demirtaş’ın niyeti farklıydı ama Öcalan şahsında, Kürt meselesi yine kriminal bir hal alıyordu.  

Demirtaş, Fidan’la görüşmeyi kabul etmemişti.  

Haber “bomba” etkisi yaratı, aynı gece Halk TV’de bu konu tartışıldı! İsmail Saymaz adlı gazeteci Demirtaş’ın aynı gün yurtdışına gittiğini söyledi, hangi ülke olduğunu, seyahatin amacının ne olduğunu söylemedi.  

Demirtaş’ta sustu. Açıkça Kürtlere ve HDP’ye bir kumpas vardı.  

 

TİP’LİLELER DEVREDE 

 

Yeni yıl geldi. Seçimlerin ayak sesi duyuldu. Altılı masa kaynar kazana döndü. Anketlerde Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın dikkat çekti; ikisi de Erdoğan’ı geçebiliyordu. Kemal Kılıçdaroğlu, gerilerdeydi. Tartışma başladı. İmamoğlu istekli, Yavaş, sessizdi. İkisi de yan cebime yok cinsindendi.  

Seçimler yaklaştı. Aday isimleri öne çıktı. Altılı masa, bu hafta açıklayacak diye bir dizi haber yapıldı. HDP, kimi desteklerse o kazanır yorumları sıkça yinelendi. HDP, sürekli bir toplantı halini aldı.  

HDP’nin bileşenlerinden TİP depremle öne çıktı. Bugüne kadar HDP ve bileşenlere kapalı olan Habertürk gibi TV kanalları birden kapılarını açtılar.  

Altılı masa gergin günler yaşıyordu. Bir yıldır oturup konuşuyorlardı ama kimse Kürtlerden ve Kürt meselesinden söz etmiyordu; Burada Meral Akşener vardı.  

Akşener, gittiği her yerde azarlanıyordu ama anket firmaları onu ikinci parti yapıyordu; eski diye ne varsa Akşener’de toplanmıştı; eski MHP’li, eski DYP’li, eski AKP’li…  

Akşener, birden masadan kalktı. AKP, bunu ciddiye almadı. Akşener, Mansur Yavaş’ı kabul ediyordu ama Kılıçdaroğlu’nu istemiyordu. Tekrar masaya döndü: Kılıçdaroğlu’na “evet” dedi ama bir şartı vardı: Yavaş ve İmamoğlu’nun vekâletinde, evet…  

TİP’liler de, bu aralar, “ayağıma bir yer bulayım, bak sana ne edeyim” hesabına girdiler; bir ayakları CHP’de, bir ayakları HDP’deydi… Kılıçdaroğlu, adaylığını açıkladıktan sonra ilk TİP’le görüştü; toplam oyu, iki yüz bini geçmeyen bir parti niye bu kadar kıymetliydi.  

TİP dediğimiz bir parti var mıydı? Adı TİP olan bir parti vardı ama TİP’in beslendiği tek havza vardı: Ergenekon.  

TİP’in Ergenekon mahkûmluğundan hükümlü bir vekili ve Ergenekon avukatlığıyla övünen bir avukatı/ bir vekili vardı: Ahmet Şık ve Sera Kadıgil… Erkan Baş’ında Ergenekon’a yakın gibi duran bir yayınevinden “kitabı” var. Okuyun, tiksineceksiniz.  

Ergenekon, Türkiye’nin güçlü yapılarından biridir. İlk defa oy kullanacak olan kişiler elbette onu bilmeyeceklerdir. Ergenekon’un tarihi faili meçhul cinayetlerdir.  

TESEV’in “Ergenekon’un Öteki Yüzü” adlı bir çalışması var. Bu çalışmada Tahir Elçi’nin can alıcı bilgileri, gözlemleri yer alıyor. Elçi, “Bölgede, Renault arabalarla sivil giyimli kişilerin şehirlerin ana caddelerinde rahatça gezdiği, Jandarma binalarına rahatça girip çıktığı, yargısız infazlarla hukuk devletinin hiçbir güvencesi bulunmadığını” söylüyor.  

Ergenekon diye bildiğimiz kimseler en çok hangi partilere dağılmışlar? CHP’nin ulusalcı kanadı acaba onlar mı?  

Bilmiyoruz… 

Ergenekon, derin devletin ya da devletin bir bileşenidir. Araştırmalar, böyle tanımlıyorlar. Sol ayağı da vardır, sağ ayağı da… Çok merkezli bir yapıdır. Susurluk’ta devrilen otomobil belgisidir; içinde, pek çok seksiyon vardır. TESEV’in çalışmasında şu cümle oldukça dikkat çekicidir: “Kürtlerin siyasi hareketi başta olmak üzere toplumdaki muhalif hareketleri bastırmaya ve sivil siyaset alanını kontrol altına almayı” hedeflemektedir.  

Ergenekon budur.  

Raporda kimi mağdur öykülerine yer verilmiş. Bir Kürt erkeği şunu söylüyor: “Beni öldür ama karıma dokunma.”  

Çok şey söyleyebilirim, çok örnek, çok alıntı…  

Dikkat çekmek istediğim TİP’tir: TİP, hiçbir ağırlığı olmamasına rağmen ağırlığından çok, kendine bir hacim belirlemiştir.  

Tam bu tartışmalar sürerken, birden Ergenekon davası tutuklularından Emin Günses, çıktığı bir TV kanalında Sırrı Süreyya Önder’i tehdit etti, ona “Devrimci Şiddet”  uygulanmazsını istedi. Açık bir tehditti. Normalinde bir vekil tehdit edildiğinde ilk başta partisi karşı çıkar. Kimse ses etmedi. Gürses, basit bir akademisyendir. PKK ve İRA’yla ilgili bir makalesi dışında (Sonra kitap oldu) hiçbir teorisi yoktur. Ama pratiği var: Devrimci Şiddet!  

TİP, daha da illeri gitti. HDP listelerinden seçime girecek. Amacı kendisine oy devşirmek, örneğin kimi yerlerde HPD’yi vekilsiz bırakmak. Antalya ve İstanbul gözlerine kestirdikleri yerler; Hatay’a kesin gözüyle bakıyorlar ve başka yerlerde de tırtıklayacaklar. Farenin amacı ambara girmek değildir, çuvalı delmektir.   

Seçimlerde adaylar isimleri öne çıkarken elbette Hasan Cemal’i de anmam gerek. Öcalan, Türkiye’ye getirildiği zaman Hasan Cemal, milliyette çalışıyordu, Cumhuriyet’e küsmüştü. O zaman Ecevit, onun için fatihti ve Cemal, bayrak, zirveleri dikilmişti. Kürtlerin travması olan bir yazıydı bu…  

Bu yazı yayımlandığında Cemal vekilimiz olacaktır… Daha başka bir sürü aday da var ama Cemal göze battığı için anmamız gerek. Sorun Cemal’in vekil olması değil, bu kadar Kürtlere ağır laflar eden birinin bunu kabul etmesidir. Haramı geçebiliriz, hamiyet diye bir şey vardır.  İşin tuhaf yanı Cemal’e teklif gidiyor ama Cemal’i eşi ikna ediyor. Bunu da Ertuğrul Özkök söylüyor. Bu kadar yavanlaşma, Cemal’in adaylığından daha vahimdir. HDP’ye şunu sormak gerek: Sizin vekillik ölçünüz bu mu?  

Kimse demesin Kürtler bilmiyor, farkında değiller, biz kanlımız bile kapıya gelse, onu hiç boş çevirmeyiz…  

 

SARUHAN ORUÇ’UN TAHRİBATI 

 

HDP’nin aday belirleme süreci sorunlu oldu. Kimin kardeşi, oğlu, yeğeni vs ham sıfatlar ortalığı kasıp kavurdu. Parti sıfatı, Diyarbakır’la dayanışma derneğine döndü. Demirtaş’ın danışmanı, avukatı, arkadaşı gibi sıfatlar havada uçuştu. TİP’lilerin o ergen tavırları herkesin canına tak etmişti zaten. Kürtlerin bileşenden kastı ve anladıkları Suriye’ydi; kim orda Kürtlerin yanındaysa, burada onlara kucak açmak. Bu netti.  Ancak aynı, TİP’lilere benzer tavırlar HDP’nin içinden de geldi. Saruhan Oruç, açıkça sonra da hiç özür bile dileme gereği duymadan, şunu söyledi: “Bizi temsil etmeseler de, seçmenimize kimi işaret edersek ona oy verir…”  

Bu ifadeler üzerinde durmam gerek. Kürtler bu ifadelere, seçim sürecidir diye ses çıkartmadı ve sessizliği seçtiler. Oruç zihniyeti de sandı ki kendileri çoban, Kürtler de sürüler, onun işi de Kürtleri gütmektir. Bu siyasi bir mesele değildir. Oruç’un siyasetten anladığı buysa, bu açık bir faşizm tanımıdır. Sen kimsin ki bana işaret ediyor ve benim iradem oluyorsun; sen HDP’li olmasan kim sana kahvede oturacak tabure uzatır. Senin vekil olmak dışında Kürtlerle ilgili bir hikayen var mıdır? Ya da seni, orda vekil ve yetkili kılan akıl seni tanımıyor mu? Bu güne kadar evinde bir gece misafir ettiğin bir Kürt var mıdır? Kapını çalıp da derdini dinlediğin biri olmuş mudur?  

 

BESE HOZAT’TAN TALİHSİZ YAZI 

 

Bese Hozat’ın bir yazısı yayımlandı. Ben bu yazıyı yazmadan Hozat’ın kimi yazılarını okudum, söyleşilerini izledim, seçimle ilgili yayımlanan bu yazısını okurken hayal kırıklığına uğradım… 

Yazarken ne kadar doğrudur bilmiyorum, Hozat’ın hayat hikâyesini okudum: Kalabalık bir ailede doğmuş, bir kardeşi ölmüş, peşinden babası…  

Asıl adı Hülya ama kendisine bütün Kürtlerin sevgi ve büyük saygı gösterdiği Bese adını vermiş…  

Büyük bir tarihi var, elbette ninesinin anlattıkları da ayrı bir tarih oluşturmuş olmalı. Bu kadar engin bir tarih karşısında ne diyeceğini bilemiyor insan… 

Allah bana ne kadar bir ömür vermiş bilmiyorum, ömrümün kalan kısmı adınızın anısına kurban olsun. Yaşlı bir adam sayılırım, ayak bastığınız toprakta bir mezarım olsun yeter, hayatta başka bir şey de istemem… 

Yazıya geleyim…  

Hozat, seçimlerden söz ediyor. Diyor ki, “sanal medya üzerinden, adaylara dönük bazı sağlıksız tartışmalar yürütülüyor…” 

Bese Hozat, sanal medyayı bu kadar mı ciddiye alıyor? 

Seslendiği kitlenin kaçta kaçının cep telefonu var ve cep telefonu üstünde sosyal medya hesapları var?  

Üstelik “var” diyelim, tartışmanın “sağlıklı ya da sağlıksız” olanı var mıdır? Tartışma, her koşulda gerekli değil mi?  

Tartışmadan bir şeye karar verilir mi?  

Hem, Bese Hozat, niye tartışmadan rahatsız oluyor ki? Hem Bese Hozat’ın emektarı olduğu parti hep eleştiriyi yüceltmedi mi? 

Hem insanlar niçin tartışır?  

Tartışma sorunların kaynağını bulmak için değil mi?  

Bese Hozat, ekliyor, diyor ki, “Yeşil Sol Parti kimi aday gösteriyorsa ona saygı duymak, ona ve kendine ve değerlerine saygının gereğidir…”  

Kürt hareketi için bunlar söylense, anlaşılır belki ama YSP bir din midir ki insanlar iman etsinler?  

Hozat’ın sözünü ettiği saygı değildir, skolastik bir şeydir. Salt sadakat beklemektir. Salt sadakatin ne kadar yanlış olduğunu söylememe gerek var mı? Salt sadakat ne demektir?  Salt sadakat, insanı ortadan kaldıran bir şeydir. İnsanlar birbirlerinin sahibi değildir Bese…  

YSP’ye kim oy verecek Bese?  

Yüzde doksan, Kürtler!  

Farkında mısınız Kürtleri nasıl ele almışsınız… Hozat diyor, “kimi aday gösteriyorsa ona saygı” ve biraz daha ileri götürüyor, YSP’nin adaylarını kendine saygının, değerlerlere saygının bir ölçütü oluyor… Değerlere saygının ölçütü, vekiller ve adaylar olacaksa, şöyle bir listelerden birkaç kişiyi tartışalım mı acaba?  

Tut ki biz bu hor görülmeyi hak ettik…  

İsmail Beşikçi senelerce tepemize vurdu, düşmüş ve düşürülmüş bir halk olarak Kürtler diye cümleler kurdu… Bunu deşecek değilim, bize değil de kendine nasıl kıyarsın Bese! 

Kimi aday gösterirse, ona saygı duyacak bir millet miyiz? Benim annem doksan beş yaşında gidip oy kullanıyor? Bilmem kimin avukatı, kimin arkadaşı için mi? Değil, senin için Bese!   

Bu halk çocuğuna yıllardır Mazlum ismi verir, Agit ismi verir, Bese’den dolayı da Bese ismi verir… Nice bebeğe Bese ismi verildiğini biliyor mu Bese? Anne ve babaları anlamak için çocukların adlarına bakmak gereklidir Bese. Kırk tane vekili o Bese ismine kurban edecek kimseleri biliyor mu Bese?  

Kürtlerin saygı ölçüsü Bese’dir, değerleri Bese’dir, Kürtlerin ve Kürtlerle birlikte hareket edenlerin ölçüsü vekillik seçimi ya da cumhurun kim olacağı mıdır?  

En ağırıma giden şudur, Bese diyor ki, “Partinin adaylarını tartışmak, onları yıpratmaktır. Dolayısıyla bu davranış özel savaşa hizmet etmek anlamına gelecektir…”  

Bu güne kadar Kürtler kimi yıprattı? Hep Kürtler yıpranmadı mı?  

Oy verip vekil yaptığımız, sonra da HDP’nin kuyusunu kazanları şöyle bir değerlendirmeye tabii tutalım mı? Bir zamanlar Mehmet Matiner vardı, üstüne yemin edilirdi. Altan Tan diye biri vardı… Orhan Miroğlu vardı. Ayhan Bilgen vardı; vardı, vardı. Bunlara söz söyleyenler partiden ihraç edilirdi.  

Bunlar bir anlayıştılar ve şimdi de onların fotokopileri karşımızda duruyor ama biz, bizden olan, iki üç kişi dahi olsa, onlar için canla başla zaten çalışıyoruz. Bu iki üç kişi için bile olsa Bese’nin bize saygı göstermesi gerekmez mi?  

Hem istesek bu iki üç kişiyi bağımsız da meclise sokarız.  

Şunu söylesek suç mu olur? AKP, Urfa’da Bekir Bozdağ’ı ilk sıraya koyuyor ama YSP Şenyaşar’ı dördüncü sıraya koyuyor… Bu adalet mi?  

Şenyaşar’ı bir yap, Urfa’dan en az yedi çıkar ama dört yaparsan… Simgeler bayrak gibidir; göklere çekilmedi mi yerlerde sürünürler… 

Sonra biz azınlıklarla gurur duyardık, bu bize güç veriyordu. Garo iki döneme takıldı; olsun, başka Garo’lar yok muydu?  

Siz insanların Sezai Temelli, Mithat Sancar, Saruhan Oruç, Sırrı Sakık, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Erol Katırcıoğlu ve başka bilmem kime oyunu verdiğini mi zannediyorsunuz?  

Onun kardeşi, onun kızı, onun yeğeni, onun…  

Kürtler oyunu Bese’lere verir, bunları kim tanır, kim takar; bunların entelektüel ve siyasal derenliğini zanneder misiniz ki Kürtler bilmiyor…  

Kürtler, evet bunları vekil yapacak ama Bese’nin de Kürtlere, Bese için özeleştiri borcu var.  

Bese’nin canını da yakabilirim ama Bese’nin canı yanarsa, benim canım yanar; Bese’de bunu bilmelidir. Bese’nin tırnağı taşa değse, canı yanan milyonlar vardır… Bese, kendini niye bu kadar hor görür…  

Beselere saygıdan dolayı kimlere “boyun eğdiğimizi” Bese bilmelidir, Bese’de boynumuzu eğmemelidir…  

 

 EK 

 Bu seçimlerde elbette HDP baraj altında kalmadı, hepimiz oy verdik ama HDP daha önceki seçimlerde aldığı oyu alamadı. Bunun nedeni de şu: Ergenekon dün silahla Kürt siyasi hareketini bastırmak istiyordu, şimdi siyasetle bunu yaptı… TİP, HDP’den en az yirmi vekil götürdü. Avrasyacılarla, Fethullahçıların hesapları tuttu. Üçünün Suriye siyaseti birdir.   

HDP başarısız bir propaganda yürüttü. Bu seçim bürolarının açılışı ve halayları geçmedi; Suriye, Rojava hiç gündeme gelmedi. Seçimde güçlü bir argüman sunulmadı. Deprem işlenmedi. Adıyaman, Maraş ve Hatay’a en zayıf adaylar gönderildi. Hatay, TİP’e tahsil edildi. Bir tek Sırrı Süreyya Önder’in Adıyaman konuşmasından sonra genel af dile getirildi. Ancak bu da bir süre sonra sanki bir tek tutuklumuz var havasına büründü; oysa bu ülkede insanlar cezaevlerinde hastalıktan ölüyordu, aylarca ilaç bulamayan, görüşe çıkamayan, telefonla yakınlarını aramayan tutuklular vardı.  

Halk, adeta HDP’yi zorla sokağa sürdü: HDP’de, garanti seçilecek olanlar yerinde saydı. Pervin Buldan eş başkandı ama yeterince Kürt basınında yer almadı.  

Kürt basınında Medya Haber dışında kalan diğer yayınlar, CHP’nin uydusu gibi davrandı ve böylece CHP, Kürdistan’dan hatırı sayılır bir oy aldı.  

Daha çok şey yazılabilir ama buna neden olanlar, benim kadar canları yanmıyordur; bu yüzden, burada keselim… Seçim bitti, Kürt sorunu şurada daha can yakıcı halde duruyor… 

İlginizi çekebilir