Eyüp Ensari: Hasan Ali Toptaş’ın özrü, özür müdür 

Yıllardır söylenmiştir, kimse söylememişse de ben söylemişimdir: Hasan Ali Toptaş “kötü bir yazar” ve kötü “edebiyatçıdır.” 

Ancak “kötü” edebiyat ve edebiyatçı babında olumsuz bir önerme değildir: Ferdinand Celine kötüdür ama onun kötülüğünde büyük bir edebiyat vardır. 

Hasan Ali’nin yazdıkları tek kelimeyle duygu sömürüsüdür. Çıkışı ve yükselişi ise reklamla iniltilidir: Hasan Ali,“Türkiye’nin Kafka’sı” diye sunulmuştur! 

Türkiye, açıktır bunca sıkıntıya rağmen Kafka ayarında bir yazar yetiştirememiştir ve bu yüzden, entelektüel düzeyde bir kompleks yaşamıştır. İlan verilip aransa böylesi bulunmaz denilip Hasan Ali ve saz arkadaşları piyasaya sürülmüşlerdir. İmza günlerinde büyük büyük kuyruklar oluşmuştur. 

Hasan Ali’nin trajedisi, Türk aydının trajedisidir.  

Hasan Ali’yle, Türk aydını Kafka ihtiyacını karşılamıştır. 

Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Sait Faik, Orhan Pamuk gibi edebiyatçılar bir yana bırakılmış, sahte bir Kafka üzerinden zoraki bir yazar yaratılmıştır.

Sahi olmadıkça, yerine geçenin halidir Hasan Ali’nin hali.   

Hasan Ali’nin Hasan Alililiğiyle kimse ilgilenmemiştir. Her kes onu buraya çekmiştir, edebiyat mı, mizah mı, karikatür mü, ne olduğu bilinmez kimi dergilerde aynı kapak, aynı söz ve aynı duyguyla bu gariban, gariban olduğu kadar okumamış, edebiyattan uzak adamı satışa sunulmuştur, son elbette bu olacaktır; şimdi “canavar” diye sunulan Hasan Ali, bu küçük reklam pastasının mahsulüdür. 

Yazık! 

Hasan Ali de buna hiçbir zaman itiraz etmemiştir. Yazdıklarından öğrendiğimiz kadarıyla Kafka okumamıştır bile… Hatta roman düzeyi oldukça aşağılardadır. Klasik romanı dahi (düğüm, serim, çözüm) bilmemektedir.  İbrahim Tatlıses ve Konservatuar ne kadar bir birine uyarsa, böylesi bir uyumu vardır. Ancak, Tatlıses’in sesi vardır. Toptaş’ın ise, kalemi diye bir kalemi yoktur. Modern romandan da çok uzaktır. 

Okuyacak zaman bile yoktur Toptaş’ın; artık ne yazarsa, yazdıkları para etmiştir, piyasa için uydurulmuş uygun kederlerin yazarı olmuştur. Giderek bir “marka/ star” olmuştur, ne yazarsa yazsın bir haftada tiraj almıştır. Aklımıza seksenlerin arabesk küçüklerin yükselme hikayesi de gelebilir tabii… Ayhan Işıklar, Yılmaz Güney’ler bir tarafa çekilmiş, sinemalar küçüklerin filmleriyle dolmuştur. 

Dergi mi çıkartılacak, koy bir Türkiye’nin Kafkası’nın resmini, az biraz keder, az hicran, gelsin okurlar; mangalı yaktık zaten, rakıyı çaktık zaten, yazarımız Hasan Ali, sermayemiz 12 Eylül generalleri; okur dediğin, okur da değildir zaten, müşteridir! Haydi akşam vaktidir, iki karpuz alana, bir karpuz bedava…

Ağama iki yüz elli gram keder, tam iki sayfa; paşama al şuradan yüz eli gram taşra yalnızlığı, bu da bir sayfa, yanına da koy biraz ölüm, biraz intihar süsü, bu da dört sayfa, etti mi, kırk elli sayfa, misafirler için de bir şeyler yapalım, Kültür Bakanlığı Türk yazarları Almanya’da tanıtmak için fon ayırmış, tamam, tamam, on sayfa da gurbet…

TRT I’de de yirmi adım kar ve keder konuşulacak, iyi konuşursan, dudağında bir gülümseme olursa, bu da kederine reyting… Tamam mı, tamam!   Edebiyatçı dediğimiz bunlar. Edebiyatçılar, roman konuşurlar, kitap konuşurlar, bizimkiler, kendilerini anlat anlat bitiremezler… 

Bir kitap yayımlanmıyordur; yayınlanmadan önce, en az beş yerden yazı tertipleniyordur, gazetelerle verilen reklam uyarınca zaten mecburen yapılan söyleşiler, parayla yazılan eleştiri yazıları vardır. Yazar bir maldır, para ettikçe değeri vardır.  Böylece gariban insanlardan birer canavar yaratılıyor. Biz gençken okuduklarımızla sohbet ederdik, şimdi yazar, kendi yazdığı kitabın pezevengine dönmüştür. Orda söyleşi, şurada imza, falan okula, iki bin kitap imza edilecektir, falan yerde kaymakamlık daveti vardır, filanca belediye yazara şu kadar para veriyor; dikkat top sakal, uzun saç, mistik birkaç söz, bunları sakın unutma… 

Mesele şu!

Mesele, Hasan Ali’nin yazdıklarından adını çıkarttığımız zaman hiçbir yayınevinde karşılığı yoktur.  Şimdi düşmüş de ben de bir tekme vurayım derdinde değilim, söylemek istediğim bir dönem kapanıyor. Kova Çağı!

Sahte, bir yere kadar var ve bir yere kadar iyi işte çıkartıyor ama, sahtenin kendisi bir yerde, kendini açığa vuruyor. Hasan Ali üzüldüğüm biridir şimdi. Hatta çok üzüldüğüm biridir. 

Normal bir banka memuruyken anlamlıdır Hasan Ali; bu memurun arta kalan zamanını edebiyatla telafisi anlamlıdır ama bundan sonrası, trajedidir. Hasan Ali kitaplarından bolca para kazandıktan sonra iki şey yapmıştır: Eşini boşamak ve onu yazdıran memurluktan istifa etmek. 

Türkiye’de iyi hikâye yazıp da yayınevlerinin kapısında toy bir editörle randevu alamayan yazarlar vardır. Ama piyasa o kadar boş beleş yazarla doldurulmuştur ki, artık vazgeçen ya da yazsa bile yazdıklarını yayımlatmayan çok sayıda yazar vardır. Edebiyat derdi/ dert olarak bir yana bırakılmıştır. Satar/ satmaz diye bir konu vardır. Bir piyasa yaratılmıştır ve bu piyasanın en büyük kötülüğü de edebiyata olmuştur.

Hikâye denildi mi akla Ahmet Ümit geliyor şimdi, roman denilince Hasan Ali geliyor, şair denildi mi Şükrü Erbaş. Rezalet bir ödül jürisi de var, bunlarda eş dostlarına boncuk gibi ödül dağıtıyor. Turgut Uyar, Edip Cansever gibi şairlerin yerine insanlar Şükrü Erbaş okuyor. 

Taciz, adli bir sorun ama, kimse yıllardan beridir, bu üretilmiş, edebiyat yoksunu okuduğundan çok yazdıkları olan edebiyat/ edebiyatçı tacizini görmüyor. Bir diğer sorun da şudur, taciz edilenler çocuk yaştakiler oluyor. Çünkü yapay edebiyatçılara önerilen bir şey var, ergenler için yaz, kısa olsun, yüz yirmi sayfalık romanlar, en fazla iki yüz elli sayfa, üç gün de bitirilecek…  

Hasan Ali bu gün özür diledi. Twitter’da en çok konuşulan adam oldu. Bunun bir reklam olduğunu düşünüyorum. Tacizi kabul etti, özür diledi ama bana bu özür çok küstahça geldi. Sahici ve sahte burada yine karşıma çıktı. Hasan Ali, elini vurup bir tek şey deseydi, belki de bu yazı yazılmayacaktı; şunu: Sevdim! 

Nazım Hikmet niye severiz ki? Bütün hayatına giren kadınlar için sevdim demiştir, şiirler şarkılar yazmıştır. 

Aşk bizi büyüten bir şeydir. 

Hasan Ali demek ki taciz etmiş ve sevmemiş, sevse! 

Bu ortaya çıkınca özür dilemek çok pişkincedir. Hatta saçmadır. Bir beyefendi tavrı değil, bir sonradan görmenin halidir. Bir, bir daha yapacağım ve özür dileyeceğimin ilk basamağı. Özür çirkin bir şeydir. Özür.

Ben sevmediğimle yatmam, biriyle birlikte olmuşsam, sevmişimdir; şimdi özür diliyorsam, bu utançtır, bu ortaya çıktı diye de özür diliyorumdur sadece, ortaya çıkmazsa, ben hala iyi adamımdır. Yazarlar, toplumun vicdanıdırlar.

Türkiye’de “yazar” yoktur, müşteri avlar gibi okur avlayan sermeye ve bu sermayenin değnekçileri olan yazar müsveddeleri vardır; okur da onların müşterisidir. Müşteri şimdi senin kötü mal olduğunu söylüyor… Sen de buna karşılık, “özür diliyorum” diyorsun… Özür, sana iyisini vereceğim demektir. 

Hasan Ali’nin pişkinliği özür süresince devam ediyor; twitterden yaptığı açıklamayla da bu pişkinliğini sürdürüyor. Şunu söylüyor: “Eril failliğin ne olduğunu anlayana kadar karşı tarafa ne büyük yaralar açtığını bilmeden, fark etmeden, düşünmeden hatalar yapabiliyor. Failliğin ne olduğunu bugün kadınlardan öğreniyoruz.” 

Buraya kadar, “ruz” ekiyle; biz, erkek ve toplum kast ediliyor, sorunu dışa çekiyor, kendini dışa çekiyor ve sonradan şu ifadeyi kullanıyor: “bilmeden, farkında olmadan yaptığım davranışlar nedeniyle kırdığım, üzdüğüm, yaraladığım bütün insanlardan samimiyetle özür diliyorum.”  

“Eril fail” nedir? Kalktı, ateş aldı, önüme kim geldiyse… 

Türkiye gibi beşinci sınıf yazarları yücelten bir toplum için bu açıklama iyi geliyor. Ancak Toptaş, bu açıklamayla utancın utancını veriyor: “Bilmeden, farkında olmadan yaptığım davranışlar…”  Taciz, bilmeden, farkında olmadan yapılan bir davranış değildir; taciz, bilerek, isteyerek, bütün bedenle farkına varılarak, bilinçaltından, bilinç üstüne çıkan çok somut bir fiildir. Aile terbiyesi olan biri de bunu yazmaz. 

“Seviyorum” dese, demin de söylediğim gibi belki de mesele kapanacak ama Hasan Ali, özrü bir lütuf gibi sunuyor. Bir sermaye sahibi gibi konuşuyor, birilerinin işine son vermiş gibidir sanki, kızları zor ve kötü bir yere sokuyor, ona bağımlı birer kişi haline getiriyor, kızlar bilmeden incitilen, bilmeden yara alan bir kimsedir. Hala reklamın peşindedir. Hala ne yapmışsa, bilmeden yapmıştır, böyle sunuyor kendini… 

Aşk erdemdir, erdemsizce yapılan şeylere taciz deniliyor. 

Kadın yazarlarda bu arada, hazır bir reklam pastası var deyip twitter de dayanışma içersine giriyorlar. Bu da çok ayıptır. Bu mesele hukuki bir meseledir. Twitter da ad ve beğen imaları yerine, mahkeme de müdahil olmaları gerek. Bir twit atarım dünyayı yakarım diye bir dünya yok. Hasan Ali’den boşalan yere, şimdi kim gelecek sorusunun yanıtı da bu arada biraz saklı kalsın… 

Kafka’yı da anmam gerek artık. Kafka olsa, böylesi bir mesaj mı yayımlardı? Hiç sanmam. Oturup, bir tacizcinin dünyasını, kendinden yola çıkarak yazardı. Garcia Marquez’in “Benim Hüzünlü Orospularım” gibi bir kitap çıkmazdı belki ama, edebiyatçının, edebiyatçı olarak kalbini görürdü, biz o berbat kitaplara mecbur kalmış okurlar…

İlginizi çekebilir