Ekrem Yüzer: Kırmancki bir felsefe dilidir 

Eğitimci ve araştırmacı- yazar  Ekrem Yüzer 1955 Dersim doğumlu ve 1984 yılından bu yana Hollanda’da yaşıyor. Bu ülkede politik faaliyet de yürüten Yüzer, aynı zamanda Kürt dili ve edebiyatı (Kırmancki) üzerine çalışmalar yapıyor.  

Roni Yıldırım

Kısa bir süre önce ‘Cawidaniya Hiri’ (Bilincin Ölümsüzlüğü) eserini Kürt edebiyatına kazandıran Yüzer, eserinde birçok halkın atasözlerini, bilge kişilerin deyişlerini ve şairlerin dizelerini evrensel bir bakış açısıyla sunuyor. 

Kırmancki’nin bir felsefe dili olduğunu belirten ve Kırmancki ile felsefenin buluşmasını sağlamak için uzun soluklu bu çalışmayı sürdürdüğünü söyleyen Yüzer ile bu önemli eseri üzerine bir söyleşi yaptım.

Cawidaniya Hiri (Bilincin Ölümsüzlüğü) önemli bir çalışma. Bu çalışmaya ne zaman, nasıl başladınız ve çalışmanın kapsamı hakkında bize bilgi verir misiniz? 

Bu çalışmaya 2015 Kasım’dan itibaren başladım. 2021’in ortalarına kadar devam eden uzun süreli bir çalışma oldu. Evrensel ölçekteki atasözlerini ve özdeyişleri kapsayan hacimli bir çalışma oldu. Atasözlerini halkların ortak mirası olarak görüyorum. Bu nedenle çalışma bu ortak mirasın bütün unsurlarını, bütün renklerini kapsamına almalıydı. Yalnız çokça tanınan bilinen halkların atasözlerini değil, daha az tanınan kenardaki halkların atasözlerini de kapsamalıydı. 

Yalnız yazılı edebiyatları gelişkin halkların değil, yazılı edebiyatları zayıf, ama sözlü edebiyatları gelişkin halklara ait olanları da kapsamalıydı. Bunu hem birçok halkın ve kültürün bir arada yaşadığı ülkemizde, hem de evrensel düzeyde uygulamaya çalıştım. Bu şekilde hepsi olmasa da bir çok halka ait atasözleri bu çalışmada hak ettikleri yerlerini aldılar. Bunun yanında, bütün zamanların filozoflarına ait özdeyişlere de genişçe yer verildi. Yine tarihin ileriye doğru döngüsüne katkıda bulunan, bedel ödeyen aktivistlerin, devrimcilerin sözlerine de geniş şekilde yer verildi. Bu arada iz bırakan, yerel -evrensel bir çok şairin dizelerine de yer verildi. 

İlk kadın filozof Hypatia’dan itibaren, kadın filozof ve aktivistlerin özdeyişleri, farklı dinlerin (semavi olan-olmayan) peygamberlerine, önde gelen şahsiyetlerine ait özdeyişler, farklı kutsal metinlere ait sözler ve tasavvuf dünyasına ait çok sayıda özdeyiş de bu çalışmada yerini aldı.

 Sizi 870 sayfadan oluşan bu kadar kapsamlı bir çalışmayı yapmaya götüren motivasyon neydi? 

Epeydir, zaman zaman söylerim. ‘Ez bıne fermané wicdané xo dero.’ (Ben vicdanımın emrindeyim). Dillerin, kültürlerin yaşam hakkını savunuyorum. Bir çok insan gibi ben de anadilim olan Kırmancki’nin yok olmasına, ortadan kaybolmasına itiraz ediyorum. Anadilimizin yaşaması onun bünyesinde barındırdığı kültürün yaşaması için daha önceden de çalışmalarım olmuştu. Bu çalışma da aynı doğrultuda, aynı amaca yönelik bir çalışmadır. Öteki çalışmalarımın devamı mahiyetindedir. Bunun yanında, öteden beri atasözleri ve özdeyişlere hep ilgi duymuşumdur. Bu ilgi zamanla dostluğa, tutkuya dönüştü. İşte bu anadili sevgisi ve güzel sözler tutkusu, benim ana motivasyon kaynaklarım oldular. Epeyce kişiden duymuşumdur; ‘Kırmancki bir felsefe dilidir,’ diye. Kırmancki ve felsefenin buluşmasını sağlamak da bu uzun soluklu çalışmayı sürdürmem de bana dayanak oldu. 

Biraz asimilasyon üzerinde duralım. Siz bu çalışmanızla bir yerde asimilasyona dur mu diyorsunuz? 

Asimilasyona onun yarattığı tahribata karşı bir duruş da denebilir. Dillerin, kültürlerin yaşama hakkını, özgürce gelişim hakkını savunmak da denebilir. Nemrut’un Hz. İbrahim için yaktığı ateşe, bir kuş gagasıyla bir damla su taşıyarak gider. Yolda biri kuşa sorar: ‘ Sen nereye gidiyorsun?’ Kuş: ‘Ben de İbrahim için yakılan ateşi söndürmeye gidiyorum,’ der. Adam kuşa: ‘Kocaman bir ateşi bir damla suyla mı söndüreceksin?’ Kuş: ‘Yangını söndüremesem bile, tarafımı belli ederim,’ der. 

İnsani duruş sergileyen herkes gibi, ben de asimilasyona karşı olduğumu ve dillerin-kültürlerin yaşam hakkını savunduğumu bu çalışma vesileyle bir kez daha belli etmiş oluyorum. Asimilasyon, Latince assimilate (benzetmek, benzeştirmek) sözcüğünden gelir. Egemenlerin devlet erkini kullanarak, dominant olanın dışındaki dilleri, kültürleri inançları ve kimlikleri eritip yok etmek suretiyle dominant olana benzetme politikasıdır. 

 

Bazı ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de yüzyıllık bir geçmişi vardır. Bu politikalar sonucu birçok dilin gelişimi engellenmiş, hatta bazıları yok olma tehlikesi ile karşı karşya bırakılmıştır. UNESCO’ya (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü)  göre Türkiye’de yok olma tehlikesi altında olan diller şunlardır: Kapadokya Yunancası, Gagavuzca, Zazaca (Kırmancki), Hertevince, Hemşince, Ladino, Abhazca, Adigece, Kabardey şivesi, Mlahso, Pontus Yunancası, Romanca, Süryanice, Turoyo, Ubıhça ve Lazca.

Dil ve kültürlerin yok olmasını sadece söz konusu halkın, halkların bir kaybı olarak değil, insanlığın da bir kaybı olarak görüyorum. 

İnsanlık kültürünün yoksullaşması olarak değerlendiriyorum. Bu diller dışında daha geniş bir coğrafyada konuşulduğu için, şimdilik tehlike altında olmayan Kurmanci de uzun süreli sistemli asimilasyon politikalarına maruz kaldığından, özgür gelişimi engellenmiş ve ağır bir tahribat yaşamıştır. 

Asimilasyonun yarattığı olumsuzluklar nasıl giderilebilir? 

Bir dili yaşatmak esas olarak o dili konuşanların görevidir. Bu noktada bireysel duyarlılıklar, vicdani duruşlar çok önemlidir, değerlidir. Ancak bu olumsuz gidişatı durdurmak için yeterli olmayabilir. Bu nedenle bir yandan bireysel duyarlılığımızı, katkılarımızı artırmalı ve anadilimizi günlük hayatta daha fazla kullanmalıyız. Diğer yandan Anadili Eğitimi talebine her zamankinden daha sıkı sarılmalıyız. UNESCO’da bu konuda duyarlı kurumlardan biridir. 1999 da bu kurum 21 Şubat Anadili Günü olarak kabul etmiştir. Yine UNESCO Hezkurd’un, Kürtçe eğitim dili olsun talebine verdiği resmi cevapta, ilgili devletleri uyarıp, Ana Dilden Eğitim talebini meşru bir hak olarak desteklemiştir. 

Aslında dünya da bir çok ülkede çok dilli eğitim var. O ülkelerdeki insanlar yanyana huzurlu bir şekilde yaşayabiliyorlar. Sizce Anadili Eğitiminin sakıncaları var mıdır? Anadilde Eğitim, yönetenleri neden bu kadar çok rahatsız ediyor? 

Anadili Eğitimi ya da Ana Dilden Eğitimin değil, bu eğitimi yasaklamanın sakıncaları vardır. Kimileri Anadili Eğitimi talebini politik bir talep olarak değerlendirirler. Oysa Anadili Eğitim hakkı aynı zamanda bir çocuk hakkı, dolayısıyla bir insan hakkıdır da. Ahlaki açıdan da, islami açıdan da meşru bir haktır. Kur’anı Kerim’in İbrahim suresinin dördüncü ayeti şöyledir: ‘’ İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki; onlara açık açık anlatsın…’’ Anadili Eğitimi meşru bir hak görüldüğü için, bugün Birleşmiş Milletlere üye 194 ülkeden 113’de çok dilli eğitim vardır. Ya ülke düzeyinde yada yerel düzeyde resmi dil vardır. 

Bunlardan: Çin Halk Cumhuriyetinde 51, Bolivya’da 37, Hindistan’da 36, Rusya’da 34, İsviçre’de 23, Filipinler’de 17, İtalya’da 11, Güney Afrika’da 11 dilde ğitimi verilir. Hatta bu ülkelerde ve başka birçok ülkede birden fazla resmi dil vardır. Mesela: Irak genelinde iki resmi dil (arapça ve kürtçe), Kürdistan Bölgesel Yönetiminde ise; Türkmence, Ermenice ve Süryanice resmi dil kategorisindedirler. İsviçre’nin 23 kantonundan birinde Romans dili resmi dildir. Bu dili konuşan yurttaş sayısı ise sanırım sadece 37 bindir. 

Yirmi üç kantonu, dolayısıyla 23 dilden eğitim veren İsviçre’de dil ve kültür temelinde bir sorunun yaşandığını doğrusu ben duymadım. Zaten Anadili Eğitiminin yasaklanmasının nedeni herhangi bir sakıncasından ötürü değildir. Anadili eğitiminin yasaklanmasının nedeni; asimilasyon politikasında ısrar etmektir. Asimilasyonun anlamı da, amacı da farklı kültürleri, dilleri, inançları dominant olana benzetmektir. Uzun süreli kesintisiz asimilasyon politikaları ile farklı olan dil, kültür ve inançları eriterek, dominant olana entegre etmektir. 

Esasında ‘sakıncalı görülen’ sadece Anadili Eğitimi değil, (dominant olandan) farklı olan diller , o dillerin ayrılmaz parçası olan kültürler ve kimliklerdir. Sisteme göre farklı olan ve farklı oldukları için sakıncalı görülen bu dil ve kültürler asimile edilmeli, dil ve kültürel çeşitlilik teke indirgenmelidir. ‘’Tek…, tek…, tek…’’ denmesinin nedeni budur. Hz. Ali’nin şu sözü, sanki böyle düşünenleri uyarmak için söylenmiştir: ‘’Kendin için istediğini başkası için de iste. Kendin için istemediğini başkası için de isteme.’’

Biraz da Anadili eğitiminin önemi üzerinde duralım…

Burada Tahir Elçi’yi onun bu konuda söylediği bir sözle yadetmek istiyorum: ‘’Dünyadaki en büyük terörizm; insanın ana diliyle olan bağını koparmaktır.’’ Çocuğun evde konuştuğu dili, anadili reddetmek, çocuğun kendisini reddetmektir. Çocuğun kimliğini reddetmektir. Çocuklar bu şekilde reddedildiklerini hissedince, sınıf içi öğretime aktif katılımları da azalır. Halbuki anadili eğitimi ile anadilleri onaylanan çocuklar ise, bunun aksine daha özgüvenli ve katılımcı olurlar. Araştırmalar, çift dilli çocukların anadilinin onların kişilik ve eğitimlerinin gelişiminde çok önemli bir rol oynadığına dair önemli bulgulara elde etmiştir. 

Alman filozof Goethe, ‘’Yalnızca bir dil bilen insan, o dili gerçekten bilmemektedir, ’’ diyor. Bütün araştırmalar bu filozofun bir zamanlar söylediğini destekliyor. Çok dillilik çocukların dilsel ve eğitimsel gelişimine olumlu katkılarda bulunuyor. Anadili eğitimi gören çocuklar, ikinci bir dili daha kolay öğrenebiliyorlar. Dil sadece bir iletişim aracı değildir. Onun arkasında bir kültür, bir tarih, bir hafıza ve bir kimlik vardır. Dilin yok olması, bu değerlerin tümünün yok olması anlamına da gelir. 

Burada küçük bir örnek vermek istiyorum: Kırmancki ve Kurmanci de bir başkasını inandırmak için kullanılan bir nevi yemin vardır: ‘’Gorna piyé mı (mın) bo!’’ Gorna bave mın be!’’ (Babamın mezarı üzerine yemin ederim) Ancak ana dilini unutan (asimile olan) gençler bu cümlenin anlamını çözemedikleri için , Türkçe yanlış bir şekilde şöyle ifade ederler: ‘’ Babamın goru için,’’ derler ve çoğu zaman bunun anlamını da bilmezler. Bir çok kültürel ve dilsel değer asimilasyon marifetiyle, bu şekilde erozyona uğrayarak dil ve kültürde yoksullaşma, çoraklaşma sürecini hızlandırmış oluyor.

 Yeni kuşaklar bu sürecin asıl mağdurlarıdır. Çünkü onlar bu süreçte doğal olarak hem ebeveynlerine hem de kendi dil ve kültürlerine yabancılaşmış oluyorlar. Bir Abhaz atasözü haklı olarak şöyle der: ‘’Anadilini kaybeden köksüz ağaca benzer.’’ 

Özetle, çocukların ailelerinden öğrendikleri dil ve yaşadıkları kültür gelecekteki eğitim hayatlarının temelini oluşturmalıdır. Asimilasyoncu eğitimle bu temelin altı oyulmamalı, aksine anadili eğitimi ile bu temelin üzeri inşa edilmelidir. 

Kırmancki edebiyat çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz? 

1990’ lı yıllardan bu yana Kırmancki etrafında bir duyarlılık oluştu. Bu dilden şiirler, öyküler, romanlar yazılıyor, sözlük ve kültürel derleme çalışmaları yapılıyor. Kırmancki yazılı edebiyatının bir gelişme içinde olduğu gözleniyor. Ancak, henüz emekleme evresinde olduğu söylenebilir. İnternet ve teknolojinin de kullanılması sevindirici olumlu gelişmelerdir. Ancak, uzmanların kültürel bir kıyım olarak adlandırdıkları bu hasarı gidermek için, var olan duyarlılığı geliştirmeye, ilerletmeye ihtiyaç vardır. Yok olma tehlikesi altındaki dilleri yaşatmak, kültürel çeşitliliği korumak için, somut projelere ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. 

Umarım ilgili ve duyarlı tüm kesimlerin desteğiyle Kırmancki ve tehlike altındaki bütün diller yaşamlarını sürdürürler. 

Kürt dili ve Edebiyatını böyle bir çalışmayı kazandırdığınız için kendi adıma müteşekkirim. Bundan sonraki çalışmalarınızda başarılar dilerim. 

Bana bu imkanı sağladığınız için ben teşekkür ederim…

İlginizi çekebilir