Diyar: Benim müziğim dirilişin ve direnişin müziğidir

Sanatçı Diyar uzun süredir kamuoyunun gündeminde olan bir sanatçı. 30 yıla yakın bir süredir Avrupa’da müzik üretiyor. Dersim’den Avrupa’ya geldikten sonra kendi deyimiyle, ‘özgürlük hareketiyle başlayan yeni bir tarz, yeni bir müzik kimliği’’ oluşturmuş.

Filiz Deniz

Diyar, kendi müziğini ‘’dirilişin ve direnişin müziği’’ olarak değerlendiriyor. ‘’Bunu yaptığımı, bunu temsil ettiğimi düşünüyorum’’ diyor. Dünyaya geldiği ve yetiştiği toprakların kodlarının ve mazlum halkının özgürlük kavgasının müziğini yapmaya çalıştığını belirtiyor.

Kendi tarzında ve duruşunda ısrar eden, istikrarlı ve uzun soluklu sanatçılardan Diyar Dersim’de dünyaya gelmiş ve orada küçük yaşta müziğe başlamış.‘’İnsanlar benim sesimi seviyordu. Ben de kendi sesimi seviyordum. Bu bende bir motivasyon yaratırdı. Stranları söylemek bir sevdaydı ve sürekli söylüyordum’’ diyor. Sanatın, sazın ve sözün kutsal sayıldığı bir toplumda dünyaya geldiği için de şanslı olduğunu düşünüyor.

Müzik üretirken en çok anadili Kürtçe’den beslendiğini söyleyen, Dersim’de müziğin Kızılbaşlar ve Aleviler için aynı zamanda bir ibadet biçimi olduğunu belirten sanatçı Diyar’la 30 yıllık sanat yolculuğunu konuştum…

Klasik bir soruyla başlayalım; Diyar’ın müzik hayatı ne zaman, nerede başladı ve aradan geçen zaman içinde kaç albüme imza attı?

Ben müziğe çok küçük yaşta başladım diyebilirim. İnsanlar benim sesimi seviyordu. Ben de kendi sesimi seviyordum. Bu bende bir motivasyon yaratırdı. Stranları söylemek bir sevdaydı. Düğünlerde potpuri stranları söylerdim. Her söylediğimde sesimin çok güzel olduğunu söyleyip, hadi sen söyle diyorlardı. Bu da beni motive ediyor, müziğe yönlendiriyordu. Sokağa dilimde bir kılamla çıkardım. Gittiğim her yerde, tarlada, bostanda, çalıştığım her yerde mutlaka söylerdim. 

Artık millet bıkmıştı. Bazen komşu tarlalara yakın çalıştığımda, akşamları  eve döndüğümüzde “ya yeter artık, başımızı götürdün” derlerdi. Durmadan söylerdim. Sonraları saz çalmaya başladım. Daha sonraları Avrupa’ya geldim. 1988 sonlarında Koma Berxwedan’a katıldım. Bir iki sene sonra ise tek olarak sahne almaya başladım. İlk albümümü 1991’de yaptım. Şimdiye kadar 11 albüm çalışmam oldu. Yedi albümü Koma Berxwedan ile birlikte yaptık. Şimdilerde ise 12’inci albüm çalışmamı yapıyorum.

Yetiştiğin çevrenin ve Dersim’in müzik hayatına ne tür etkileri oldu?

Aslında bütün mesele de tam da burada yatıyor. Bir insan, bir canlı, bir bitki yaşadığı zemin üzerinde varlığını geliştirir. Bir insanın içine doğduğu, büyüdüğü coğrafyanın kodları, ruhu, kültürü, sosyal yaşamı, dili birey üzerinde müthiş bir etki yaratır. Dersim Kürdistan’da çok özgün bir yere sahip bana göre. Bir defa Dersim’in  dili, kültürü ile bu güne kadar gelmesi bir mucize. Siyasi İslam hegemonyasının, hiç kimseye nefes aldırmadığı, kılıçtan geçirdiği, birçok kültürü toplumu yok ettiği dönemlere Dersim direndi. Bugüne kadar kendi kültürünü, dilini, koruması bir mucize bana göre. 

Müzik Kızılbaşlar, Aleviler için bir ibadet biçimi aynı zamanda. İbadet ritüellerinin bir parçası. Folklorik bir halkız diğer yanıyla. Yani o folklorik yanımızın, inancımızın, ritüellerimizin bir parçası olan müzikte, sazın, temburun da, girmiş olması daha farklı bir sonuç yarattı. Böylesi bir toplumda doğduğum için; sanatın haram sayılmadığı, kutsal sayıldığı, saza karşı büyük bir saygının, sevginin olduğu bir coğrafyada doğup yetişmem kesikle benim müzik hayatımda bir temel yarattı diyebilirim. Bu konuda kendimi şanslı buluyorum. 

Kendini müziğini tanımlamak, tarif etmek istersen neler söyleyeceksin?

Tabii ki insanın yaptığı  her şeyin bir adı, bir kimliği vardır muhakkak. Ben Kürt halk müziği yapıyorum. Yaptığım şey Kürt folkloru. O topraklarda insanların doğa ile birbirleriyle ilişkileri, toplumsal yaşamdaki kodlar, melodiler, sözler, bende büyük bir etki bıraktı.

Zaten en iyi seslendirebildiğim ve hakkını verebildiğim Kürt halk müziği.  Elbette çok mükemmel yapıyorum diyemem ama bunun yanında bir de direniş stranları yapmaya çalışıyorum. Kültürel soykırımdan geçirilmiş, üzerine ölü toprağı serpilmiş bir halk kendini aadeta killerinden yeniden yarattı, ölü toprağından üzerinde atarak, bir ulusal kurtuluş mücadelesi veriyor. Bu süreçte böyle bir halkın sanatçıları olarak, halkın mücadelesinin, devriminin stranlarını söylemeye çalışıyoruz.

Özgürlük hareketiyle  başlayan yeni bir tarz yeni bir müzik kimliği de oluştu. Biz buna “diriliş müziği” diyoruz. Ben bunu yaptığımı bunu temsil ettim düşünüyorum. Hem folklorik hem halk müziği tarzında. Yetiştiğim  o toprakların, o halkın müziğinin, aynı zamanda devrimizin direniş müziğini birlikte yapmaya çalışıyorum.

Albümlerime ve sahne performanslarıma bakıldığında görünen odur. Hem folklorik hem de devrimin heyecanını,  felsefesini yansıtan şarkılarımızı görebilirler. Ben kendim müziğimi böyle tarif ediyorum.

Gerçekten de bu devrime ayak uydurarak, onunla ahenkli bir şekilde yürümeye  çalışıyorum.

Devrime olan inancı daha da güçlendirmek, ayağa kalkan bu halkın yürüyüşüne alkış tutabilmek bir anlamda heyecan yaratabilmek, onlarla birlikte yürümek gibi bir amacım var.

Müzik yolculuğuna başladığın dönemde bugünle bir kıyaslama yapacak olursan neler söyleyeceksin?

Profesyonel olarak müziğe 1988 sonrası Koma Berxwedan’la başladım. O dönemde özgürlük yürüyüşünün toplumda yarattığı ruh ve heyecan sanatçıda da vardı. O dönemde hissiyatlar farklıydı. Herkes aynı ruh ve heyecan içindeydi. O zamanlar bir stran, bir marş söylediğimizde insanlar müthiş etkileniyordu. Şimdi de doğru yapıldığında etkiler ama o zaman başka bir ruh halimiz vardı. Sanattaki arz ve talebin de farklı bir diyalektiği vardı. Her dönemin kendi ruhu var tabii.

Sanatçı açısında söylemek istersem; sanatçı kendini donatamayınca, ideolojik, kültürel, tarihsel olarak beslenip donanmayınca, yürüyüş uzadıkça, dökülenler, ayak uyduramayanlar oluyor. Hala da benzer şeyler yaşanıyor. Bir çok sanatçı geçmişte yarattığı etkiyi yaratamıyor. Bunu ben tamamen şuna bağlıyorum, devrimin bir ahengi, bir temposu, bir senkronu var. Kişinin devrim ruhu ile hissiyatı arasında bir makas açılır ve buna ayak uyduramaz ise kişi tökezler. Yaşanan biraz da bu oldu. Geçmişte sanatçıların devrime kattıkları ruh ve heyecan arasında ahenk vardı. Aradaki fark bu sanırım…

Kürt sanatçısı olmak nasıl bir misyon yükledi Diyar’a

Sanatçı oldu mu, toplumdan uzaklaşıp elitleşip, halkın yaşamından kopan, onlara tepen bakan her şeyiyle onlardan ayrılan bir durum oluşuyor. Onlarca örneği var, Avrupa’da da Türkiye’de de. Sanatçıların topluma dayattığı kişilikler var görüyoruz. Ama bizde sanatçı olmak başkaydı. Biz önce devrimci olmak istiyorduk. Bizim böyle bir iddiamız vardı…Ülkemize devrimimize katkı sunmak, devrimci olmak için çalışıyorduk.

Biz sahneye çıkıp marşlar, stranlar söylediğimizde aldığımız alkışlarla evet tamam biz sanatçı olduk fikrine kapılıyorduk. Tabii kafa yapımıza bu işin nasıl bir görev olduğuna, bizi ne beklediğine tam hakim değildik. O an sahnede duyduğun alkışlar insanın, önce bir ruhu okşar…

Ben kendimi sahnede alkışlanırken buldum, daha sonra bize “Ozan” adı takıldı ve kendimi bir anda o mücadelenin içerisinde Ozan Diyar olarak buldum.

İlk başta alkış duymak güzeldi. İnsanların sahnede tezahürat  göstermesi güzeldi. Fakat sonraları bir yükün omuzlarıma bindiği hissettim. Sevildikçe, dinlendikçe, alkışlandıkça bu yük daha da ağırlaştı. Devrimin stranlarını yapmaya başladım. Özgürlük sorunu olan bu halkın kendi özgürlük sorununu çözerken ona katkı sunmam gerektiğini, bunun hiç de kolay bir iş olmadığını gördüm.

Sanatın  bir eğlence aracı olamadığını, sanatın devrimin en büyük mevzisi olduğu ve doğru işlendiğinde en az bir özgürlük savaşçısı kadar etkisi olabileceğini gördüm.

Stranların da birer mermi gibi düşmanın beynine, yüreğine saplandığını gördüm. Sevkan’lar, Mizgin’ler, Serhat’lar, Hogir’ler, Delila’lar bunu gerçekleştirdi.

Bir stranın nasıl etkiler yaratabileceğini biz gördük. Doğal olarak bu devrimin sorunlarını anlatan ayağa kalmış insanların yüreğine heyecan, ufuklarında küçük bir ışık olmak için üstüme çok büyük yükün düştüğü bir misyon yüklendim.

30 yıl önce devrime inancım, çoşkum nasılsa bugün hala öyle. Her süreçte her dönemde yüreğim bu ateşle çarptı. Kendimi bu ruh ile çok sağlıklı hissediyorum. Bunun her sanatçı arkadaşımın da  hissetmesi gerektiğini düşünüyorum.

 Diyar müzik yaparken nerelerden besleniyor, bir sanatçı nerelerden beslenmeli diye sorsam?

Müzik yaparken en temel beslendiğimiz kaynak tabii ki ana dilimiz. Benim sanatımın dili Kürtçe, o dilin içerisinde gizli olan melodik, diyalektik, o dilin kendi mizahı, güzelliği, derinliği, içinde saklı olan kodlar… Dil müthiş bir araç…

Sanat yaparken, sanatı yaptığın dilin derinliği, kökleri, tarihle olan bağı, doğal olarak beslendiğin kaynak oluyor.

 

İkinci olarak ait olduğumuz toplumun içinde geçtiği süreç, yaşadığı toplumsal sorunlar… Sanatçı zaten toplumun içindeyse, toplumun yaşadığı sorunları bire bir yaşıyorsa, o sorunları çözme noktasında da yaptığı sanat zaten oraya odaklanıyor. Oradan besleniyor.

Başta da belirttiğim gibi bizim özgürlük sorunumuz var. Dağlarımızın, nehirlerimizin, insanlarımızın, coğrafyamızın özgürlük sorunu var. Her gün insanlar öldürülüyor, köyler yakılıyor, bombalanıyor, nehirlerimiz bile özgür akmıyor, hayvanlarımıza bile yaşama hakkı tanınmıyor. Ben bu özgürlük sorunundan besleniyorum.

Selahattin Demirtaş ile düet yaptığınız şarkı sosyal medyada oldukça beğenildi. “Barış görüşmeleri” döneminde sanatçılar bir nebzede olsa nefes aldı ve sanatlarını daha rahat icra edebildi görüşüne katılır mısın?

Selahattin Demirtaş ile düet yaptığımız iki tane stran oldu. Bir tanesi seçim süreci için yaptık. Bir diğeri ise söz müziğin sevgili Selahattin Demirtaş’a ait bir eseri seslendirdik. Evet Selahattin Demirtaş ile yaptığımız o sanatsal çalışmalar seçim sürecinde ve daha sonraları aslında müthiş bir etki yarattı. Demirtaş şimdi tutsak…

“Barış Görüşmeleri” döneminde rahatlıkla sanatımızı icra edebildik mi? Evet herkesin rahat ettiği bir iklim doğdu. İnsan eli yüreğinde bekliyordu da aynı zamanda. Bir yandan “Barış Görüşmeler”i devam ediyordu bir yandan da karakollar yapılıyor, Paris’te 3 kadın devrimci katledildi…Bu da bu sürecin gidişatını gösteriyordu…

O dönem birçok festivaller, konserler yapabiliyorduk. Düşman da bundan korktu. Kürtlerin nasıl bir dinamiğe; sanatsal,  kültürel, toplumsal, yerel yönetimler, özerklik, neler yapabileceğini gördü. Sanki bir barajın önü açılıyor, büyük bir coşkuyla bir dalga ilerliyordu.  Düşman bundan ürktü. Kürtler eski Kürtler değil artık. Belediyecilikte, siyasette, sosyal yaşamda örgütlenmelerde….Gördüler ve bunun önüne geçtiler.  O yüzden de bu devrimin kadrolarını tasfiye etmeye çalışıyorlar.

Müzik çalışmalarında Türkiye’de herhangi bir engelle karşılaştığın oldu mu? Hakkında açılan davalar var mı?

Tabii ki ülkeye gidip geldiğim dönem farklı biçimleriyle bir çok sıkıntı yaşadım. Daha havalimanına iner inmez bekletmeler, sorguya çekilmeler, gözaltına alınmalar… Dört beş konserime “örgüt propagandası” yaptığım gerekçesiyle dava açıldı. Hala davalar duruyor ve ne olduğunu tam bilmiyorum ama süren davalarım var.

 Sanırım artık ülkeye de gidemiyorsun? Gidememek, müzikseverlerle buluşamamak nasıl bir duygu?

Kötü bir duygu, ülkeme, köyüme gidememek rezil bir duygu. Fakat kendime “Bu bir mücadele süreci” diyorum ve böyle katlanıyorum. Ama bizi ülkemizden ailenizden sevdiklerimizden koparan bu düşmanlığın sonuna geliyor olmanın inancı beni ayakta tutuyor, beni diri tutuyor. 17 yıl sonra tekrar doğduğum köyüme gitmek, doğduğum topraklarda dolaşmak, orda nefes almak farklı bir duyguydu. İnsan mutluluğu orada yaşıyor, çünkü bütün kodlarımız orada bunu iliklerime kadar hissediyorum.

Rüyalarımda her gün köyümü görürüm. Köyün rüyasını görmediğim bir gece yok. Duygu olarak gerçekten ağır. Bence bir insana verilecek en büyük ceza doğduğu yerden koparılmak ve yasaklamak. Düşünebiliyor musunuz faşist bir düşünce sizin doğduğunuz toprakları görmenizi yasaklıyor. Ne kadar kötü ne kadar acı bir şey binlerce, milyonlarca Kürt böyle.

Bunun hesabını soracağız işte. Bunun da mücadelesini vereceğiz, bunu özgürlükle taçlandırarak yapacağız.

 Müziğe başladığın yıllarda sanırım internet bu kadar gelişkin değildi. Teknolojik gelişmelerin ve internetin müzikal üretime olumlu ya da olumsuz etkileri nelerdir? Bu konudaki düşüncelerini öğrenebilir miyim?

Müziğe başladığım yıllarda elbette internet ve sosyal medya bu kadar gelişkin değildi. Sosyal medya, üretim süreci değil ama, üretim sonrası kitlelere ulaşmada elbette önemli bir işleve sahip. Mutlaka avantajı var ama bir o kadarda dev avantajı olduğunu düşünüyorum. Dezavantajlarını sıralarsam müthiş bir kirlilik ve ciddi  bir emek sömürüsünden söz etmek mümkün.

Doğru kullanılmadığında ciddi sıkıntılarında oluştuğu göz ardı edilemez. Uzun zaman gözümü kulağımı sosyal medya ve sanal aleme kapatmıştım, sonra bir fark ettim ki bizim emeğimizin üzerinden insanlar, korkunç maddi kazançlar sağlıyorlar. Dolayısıyla emeğe saygısı olmayan toplumlarda, sistemlerde bir emek sömürüsü yaşanıyor. Maalesef müzik alanında da ciddi bir emek sömürüsü ve korkunç bir dejenerasyon, yozlaşmanın olduğunu görüyorum. 

Diğer bir taraftan dijital bir çağda yaşıyoruz…Dolayısıyla bunu düzgün ve sağlıklı kullanmak durumundayız. Çok iyi kullananlar var, ama aynı zamanda çok kötü kullananlar da var. Ben ciddi bir kirliliğin olduğunu görüyorum. Bazen sosyal medya beni ürkütüyor. Çok ölçüsüz, fütursuzca, doyumsuzca, korkunç bir tüketim kültürü gelişti. O nedenle çok fazla sosyal medyada yer almıyorum. Sadece bir youtube kanalı açtım orda arada müziklerimi paylaşıyorum.

 Senin sinema deneyimin de oldu? Film çalışması vardı, tamamlandı mı? Ayrıca sinema ilgin devam ediyor mu?

Evet sinema deneyimim oldu. Üç uzun metraj, bir tanede kısa metrajlı filmde oynadım. Bir filmin de senaryosunu yazdık ve Cizre’de Berivan arkadaşın hayatını çekecektik. Tam çekim çalışmalarına başladık ki, öz yönetim direnişleri başladı. Bizi Cizre’ye sokmadılar. Gidemedik hala da duruyor. Her şey hazır bekliyor. Kürdistan’a gittiğimde ilk işim o film çekmek olacak.

Ayrıca elimde hazır bir senaryo var. Kürdistan’a gitmem gerekiyor. Benim çekeceğim filmlerin mutlaka kendi doğasında çekilmesi gerekir. O yüzden bekliyorum. Geçmişte tiyatro senaryoları yazdığım için bu konuyla ilgili bir şeyler yapabileceğime inanıyorum. Bazen sinemacı arkadaşlar “ya sen müzik yapıyorsun, git müziğinle uğraş” diyorlar. Ben kafamda olan bir iki senaryoyu bitirmek istiyorum. 

Elbette benim işim müzik, ben stranlar söyleyeceğim. Ben sinemanın çok ihmal edildiğini düşünüyorum. Birazda o nedenle yöneldim sinemeya, böyle bir iddiamda var. Yoksa kimsenin ekmeğini elinden almak haddim değil, haddimi bilirim bu konuda. Ben bu konuda emek veren sinemacı arkadaşların, oyuncuların emeklerini görüyorum, büyük bir saygı duyuyorum. Ama bu konuda benimde yapabileceğim bir iki şeyin olduğuna da inanıyorum. Sinemaya ilgim devam ediyor.

Pandemi nedeniyle birçok müzisyenin çalışması yarıda kesildi, birçokları süreçten olumsuz etkilendi. Sen bu dönemde neler yaptın? Karantina süreci nasıl geçti?

Evet maalessef  herkes gibi sanat ve sanatçılarda çok etkilendi. Bir çok sanatçının intihar haberini aldık. Tabi sanatçılar sosyal medya üzerinden bir şeyler yapmaya çalışıyorlar ama ismi üzerinde bu bir sanal alan. Sahnede insanların gözünün içine bakmadan, heyecanını hissetmeden, stranlar söylenmiyor. Sanatçı bu dönem kitlesinden de koptu. Ben sanatçıyı balığa benzetiyorum ve halk da deniz ve suya… Sanatçını sahne alamaması bir balığın sudan çıkmasına benziyor. Biraz böyle bir süre yaşıyoruz.

Benimde bu süreçte yeni bir albüm çalışmam oldu, Newroz’da çıkar sanırım. Bir solo çalışmam oldu Haftani Direnişi ile ilgili. Yine bu günlerde çıkacak olan, ‘Kurmo’ (Ağacın kurdu) diye bir eser yaptım. Albümde olan bir eserdi ama sürece denk düştüğü için biraz erkene aldım. 

Kürtlerin direniş ve ihanetin at başı olduğu tarihde ‘Kurmo’ yani ağacın kurdu  içten içe ağacı kemiren bir ihaneti anlatıyor. Bende Kürtlerin bu derin yarasına dair halkın anlayacağı  dille bir stran yaptım. Kendi  youtube kanalım ile ilgili çalışmalarım da devam ediyor.

Son zamanlarda müzisyen arkadaşlarınla birlikte Kürtlerin birliğine dair bazı aktiviteler içindesin. Bir takım sorumluluklar üstlendiğiniz görülüyor. Kürtlerin birliği konusunda düşüncelerini alabilir miyim. Ayrıca çalışmalarınız hangi aşamada, neyi hedefliyorsunuz?

Evet bazı çalışmalar yaptık. Kürtlerin tarihinde direniş kadar ihanette eksik olmadı. Bunun en büyük sorunu Kürtlerin birlik sorunu. Bu birliği sağlamadıkları içinde bir yüzyılı kaybettiler. Ortadoğu’da ülkeler paramparça olurken, haritalar değiştirilirken Kürtler arası birlik olmadığı için, bir siyasi irade oluşturamadıkları için bu yüzyılı da kaybedecekler. Geçen yirminci yüzyılda, biz başkalarının kölesi, sömürgesi, askeri olduk. Ama Kürt Özgürlük Hareketi 40 yılı aşkın süreçte, bir Kürt bilinci, bir Kürt iradesi oluşturdu…

Ortadoğu’da Kürtler olmadan bir kararın alınamayacağı, alınsa bile uzun süreli olamayacağını görüyoruz. Fakat Kürtler birlikte bir siyasi irade oluşturamıyorlar. Biz sanatçılar biraz da Kürt siyasi partiler üzerinde bir baskı oluşturmak için, bir diyalog, bir müzakere kapısı aralamak için böylesi bir çalışma yaptık.

Konserlerde halkla buluştuk ve gerçekten de Kürt tabanında bir birliğin olduğunu, bir ruhun olduğunu da görüyoruz…

Ama siyasal partilerin kendi hesapları adına buna sırtlarını döndüklerini gördük. Pandemi nedeniyle çalışmamızı askıya almak durumunda kaldık maalesef.

Şimdi Güney’deki tekrardan bir iç savaş tehlikesi var. Türk Devleti ile olan işbirliği bu birliği tehlikeye soktu. Ama aynı zamanda bu tavra karşı da müthiş bir tepkinin ve birliğin oluştuğunu da görüyoruz. Eğer doğru bir çalışma yapılırsa sonuca gidilebileceğine dair ümidim var…

 

 

 

 

İlginizi çekebilir