Candemir: Gülmek bizi hayata, mücadeleye, özgürlüğe daha çok bağlayacak

Gazeteci Oktay Candemir, geçtiğimiz günlerde yayınlanan ilk öykü kitabı Bölücü Görücü Hikayeler ile okurların karşısına çıktı. ‘’Mizahın Kürtlere iyi geldiğini’’ düşünen Candemir, muktedirlerin ise mizahtan korktuğunu söylüyor.

Yasaklar ve baskılarla boğuşan Kürtler açısından mizahın bir ‘karşı duruş, itiraz ve mücadele biçimi’ anlamına geldiğini ifade ediyor. 

“Son yıllarda gülmeyi unuttuk’’ diyen başarılı gazeteci, ama ne olursa olsun yüzümüzdeki tebessümü asla kaybetmemeliyiz diye de ekliyor. 

Filiz DENİZ

Candemir’e göre, Gülmek bizi hayata, mücadeleye ve özgürlüğe daha çok bağlayacaktır. Bu anlamda HDP’nin tutuklu eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın mizah anlayışının kitleler üzerinde etkili olduğunu ve önemsediğini söylüyor. 

17 yıldır Kürt bölgesinde gazetecilik yapan Candemir, çok olaya tanıklık etmiş, bedel ödemiş, hapis yatmış bir gazeteci ve kendisi de gülmeyi elden hiç bırakmamış.

“Cezaevinde bile bir yıl boyunca gülmeyi hiç bırakmadım. Çünkü dışarıdan içeriye sokabileceğiniz iki şey var; biri gözyaşınız, biri de gülüşünüz, ben yanıma gülüşümü alarak hücreye girdim’’ diyor.

Aynı zamanda Nupel’in yazarı da olan Candemir’le kitabı üzerinden Kürtlerde mizahı konuştum…

Toplumlar tarihinde mizah genellikle toplumsal baskının ve şiddetin arttığı dönemlerde kendisini gösteriyor. Kürt mizahının bu çerçevedeki yeri konusunda neler söylersin?

Toplumların tarihinde herhalde hiçbir mücadele bu kadar uzun zamana yayılmamıştır ve hiçbir toplumun acısı yüzyıllar boyu sürmedi. Ama Kürtler buna rağmen yas toplumu olmak yerine sürekli mücadele etmeyi, direnmeyi esas aldı. Bunu da çoğu zaman mizahla yaptılar. 

Mizah, henüz  mevcut  kapitalist sistemin bu kadar hakim olmadığı, teknolojinin yaygın olmadığı dönemlerde köy odalarında üretilir, orada insanlar biriktirdikleri komik hikayeleri birbirleriyle paylaşır, bol bol gülerlerdi. Çocukluğumda kulak misafiri olurdum bu anlatılarına. Askerlerle aralarında geçen olayları, uğradıkları işkenceleri dahi mizahi üslupta anlatıp dururlardı. 

Ben 90 kuşağıyım, o günleri en acısına kadar yaşadım ama o günlerde direnen Kürtlerin mizahla sisteme nasıl başkaldırdıklarına da tanıklık ettim. Dediğiniz gibi 90’larda şiddet ne kadar arttıysa mizah da o kadar kendini gösterdi. Son 5 yıldır yine böylesi baskının dozajının arttığı, toplumsal direncin büyüdüğü bir dönemde Apê Musa’nın ardılları olarak onun mizahıyla, ondan aldığımız ışıkla Kürt mizahı yeniden kendini göstermeye başladı.

Senin de belirttiğin gibi Kürtlerde akşam kurulan divanlarda siyasetten aşka kadar gündelik hayat mizahi bir dille anlatılırdı. Cami hocasından, siyasetçiye, köy muhtarından çobana, her kesimden insanlar gündelik hayat mizahi bir dille anlatılırdı. Teknolojik gelişme sebebiyle şimdilerde böylesi bir gelenek kaldı mı yani?

Maalesef gelişen teknoloji söz ettiğin o güzel geleneğin azalmasına neden oldu ama tamamıyla henüz yok etmedi. Herkesin kafasını telefonlara gömdüğü, gözlerini televizyonlardan ayırmadığı bu dönemde mizahın yeni kuşakta çok yaygın olmadığını ama yaşı geçkin insanlarımızda daha fazla olduğunu gördüm. 

Bölücü Görücü Hikayeler kitabımdaki hikayelerin bazılarını 75 yaşındaki babamdan, bazılarını da görüştüğüm diğer yaşlı insanlardan duydum. Ben de açıkçası bu geleneği yaşatmak istedim ve kitabımı da bu minvalde yazdım. Bu geleneğin devamı için bizim de üzerimize düşen sorumluluklarımız var.

Toplumsal mizahı dediğimizde aslında, toplumun direk dışa vuramadığı yaşanmışlıkların bir başka yönüyle ortaya çıkışıdır. Siz Kürtlerin mizaha yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kürtlerin mizaha ilgileri çok fazla. Yani bu kadar kötü yaşanmışlıklar, yaşanan acılar içinde bir nebze de olsa mizahın Kürtlere iyi geldiğini düşünüyorum. Zaten kitabı okuyanların bana geri dönüşleri de hep pozitif oldu. “ Abê bu kitabı okudum,  sanki derin bir nefes aldım”, “Bi tane daha ben biraz daha gülmek istiyorum” diyenler oldu. Gülmeyi unuttuk son yıllarda, oysa yüzümüzdeki tebessümü ne olursa olsun asla kaybetmemeliyiz. 

Gülmek bizi hayata, mücadeleye ve özgürlüğe daha çok bağlayacaktır. 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın mizahi üslubunun kitle üzerinde ne kadar etkili olduğunu gördük. Demirtaş, daha seçim meydanlarında insanların yüzünü güldürmeye başlamıştı bile. Bu oldukça umut verici bir durumdu ama sonrası malum hükümetin baskı politikaları devreye girince bu umutlarımız şimdilik gerçekleşmedi.

Kürt basın tarihinin ilk Kürtçe mizah dergisi Tewlo 1992’de İstanbul’da yayın hayatına başladı ama bir yıl sonra da kapatıldı. Daha sonrası Kürtlere ait ciddi bir mizah çalışması neden oluşmadı sizce?

Kürtler yasaklarla boğuşan bir toplum.  Henüz kendi ana dilini konuşamayan bir halkız. Geçen gün izlemiştim bir Kürt asker, askerde Kürtçe klamlar söylediği için komutanı tarafından nasıl tehdit edildiğini anlatıyordu. Neredeyse Kürtçe dilde rüya görmesi bile yasak olan Kürtlerin mizahla karşı bir duruş sergilemesine de haliyle izin verilmiyor. 

Kürtlere yapılan kötülükler ve uygulanan şiddet sarmalı Kürtleri uzun süre mizah çalışması yapmaktan alıkoydu. Ama son zamanlarda  Kürtlerde mizah anlayışının yeniden canlandığını görüyoruz. Kürt mizahının genç bir kalemi olan Özgür Amed’in Kürdocul İşler kitabı Tevn yayınlarından çıktı. Benim ‘Bölücü Görücü Hikayeler’ çalışmamla birlikte bunun ivme kazanacağını düşünüyorum. Kürt mizahı güldürürken düşündüren klişesinden öte bir isyandır, başkaldırıdır.

Bir gazeteci olarak bölgede yaşanan bir çok olaya birebir tanıklık ettiniz. Yaşanan acıları, hukuksuzlukları, insan hakları ihlallerinin kamuoyunda duyulmasına vesile oldunuz. Tanıklığını yaptığınız acıları, hukuksuzlukları, adaletsizlikleri haber dışında trajikomik hikayeler olarak kurgulamanın verdiği duygudan söz eder misiniz?

17 yıldır bölgede gazetecili yapıyorum. Dediğin gibi çok acı olaylara tanıklık ettim. Parçalanmış cenazeler gördüm, işkencelerden sakat çıkan insanlarla konuştum. Bunları sadece görmedim, dinlemedim aynı zamanda bizzat yaşadım. Cezaevinde kaldım, gözaltılarda işkencelere maruz kaldım, onlarca defa hakim karşısına çıktım. Ben cezaevine girdiğim gün tutulduğumuz hücrede bile o kadar komik şeyler anlattım ki, hatta bazı arkadaşların çatık kaşlarının bana döndüğünü bile gördüm.

Cezaevinde bile bir yıl boyunca gülmeyi hiç bırakmadım. Çünkü dışarıdan içeriye sokabileceğiniz iki şey var. Biri gözyaşınız, biri gülüşünüz. Ben yanıma gülüşümü alarak hücreye girdim. Bu tavrım ve muzip hallerim zaman içinde bu yönlü yazılar yazmama vesile oldu. Özellikle Gazete Duvar ve nupel.net e mizahi köşe yazıları kaleme aldım. Ben bu kitabı halkın yaşadıklarının  tanığı ve devlet nezdinde sanığı olarak yazdım.

17 hikâyeden oluşan bir çalışmayı kurgulamak, hikayeleri oluşturmak ve karakterleri oturmak ne zaman başladı? Sizi buna motive eden şey ne oldu?

Aslında mizahla yazma duygusu bende açılacak soruşturma ve gözaltılara karşı bir tedbir niteliğinde gelişti. Böyle yaparsam ‘Propaganda’, ‘Hakaret’ gibi suçlamalarla karşı karşıya kalmam diye düşündüm ama tam tersi oldu. Ben mizah yaptıkça onlar daha çok saldırdılar, daha çok gözaltına aldılar. Anladım ki muktedirler mizahtan daha çok korkuyorlar.  

O halde dedim Oktay sen bir mizah kitabı yaz. Bölücü Görücü Hikayeleri yazmak benim sadece bir yıllık zamanımı aldı. Heybemde 17 değil de aslında çok hikaye vardı ama onları da ikinci kitabımda yazacağım. Kitabımızın isminden de anlaşılacağı gibi hikayelerimi bu ilk kitapla görücüye çıkarmak istedim. Gelen olumlu eleştirilerden sonra ikinci kitabı yazma konusunda daha fazla motive oldum.

Hikayeleri ve karakterleri seçerken neyi daha çok göz önünde bulundurdunuz?

Dili zorlamayan, abartılı tepkiler vermeden, gürültülü cümleler kurmaktan kaçındım. Ben kitapta sadece anlatıcı olmayı tercih ettim. Sade ve samimi bir şekilde insanlarımızın yaşadıklarını anlatmak istedim. Kitabımda sadece Kürtlerin değil, bir hikâyemde Türklerin de darbe döneminde yaşadıklarını anlattım. Mesaj verme kaygısı gütmeden yorumu tamamen okuyucuya bıraktım. 

Okurun duygu ve düşünce dünyasına takdim ettim kitabı. Doğal ve akıcı olmasını istedim. Ben sıra dışı bir iş yapmadım, çıkarım ve genelleme de yapmıyorum. Okuyucu kitabı kendi yazmış gibi hissetsin istiyorum. Hikâyelerimde yer alan karakterler sıradan ama iddialı kişiler. Hepsinin mevcut düzene karşı bir itirazı var. Karşı koyacak güçleri olmadığında dahi, söyleyecek sözleri mutlaka var.

Hikâyelerdeki karakterlere verdiğiniz isimlerden söz eder misiniz? Bu isimleri neye göre belirlediniz?

Aslında çoğu hikâyemde gerçek isimlerini kullandım, çünkü gerçek yaşanmış öykülerden yola çıkarak bu hikâyeleri yazdım. Bazı aileler ise hikâyeyi yazmama onay verse de isim kullanmamı istemediler.  Olayın yaşandığı dönem içinde halk içinde daha sık kullanılan isimleri tercih ettim.

Kitabın ismi “Bölücü Görücü Hikayeler” neden kitaptan güçlü bir bir karakter ismi kitabın adı olmadı?

Sadece bir karakteri öne çıkarmam diğer karakterlere haksızlık olurdu. Hepsine eşit yaklaşmak amacıyla daha genel bir isim kullandım. Çünkü devlet literatüründe Kürtlerin ortak adı bölücüdür. Bölgemizde yaşanan görücü usulü evlilikler malum, hepimiz o görücü evliliklerden olmuş insanlarız. Kitabımın ilk hikâyesinde bölücü ve görücü protestolar birbirine karışınca kitabın ismini böyle koymayı daha uygun buldum.

Kürtlerin halet-i ruhiyesinin mizaha yansıması diğer toplumlarla kıyasla nasıl bir farkındalık ortaya çıkarıyor.

Karadeniz insanının mizah anlayışı farklıdır ve genelde Temel karakteri üzerinden dile getirilmiştir. Karadeniz insanını aslında aşağılayan bir durumun mizah adı altında topluma sunulduğunu söylememiz mümkün. Anadolu’da daha çok Bektaşi  fıkralarına dayanan bir mizah anlayışı vardır. İç Anadolu diye tabir edilen bölgelerde ise Nasrettin Hoca  fıkralarının yansıttığı bir mizah kültürü var. 

Dikkat ederseniz söz ettiğim bu üçü de kendi toplumsal sorunlarına uzak mizah anlayışıdır. Hiçbiri kendi döneminin toplumsal sorunlarına değişmemiştir. İşte Kürt mizahını bunlardan ayıran en önemli fark ise hem kendi yaşadığı, hem de çevresinde yaşanan sorunlara değinmesidir. Kürtlerin mizah anlayışının daha evrensel olduğuna inanıyorum.

Hikayeler sadece Van’la mı sınırlı, başka illere, bölgelere dair hikayeler de var mı?

Hikayelerimde özenle yer belirtmemeye çalıştım. Çünkü bunlar Kürtlerin aslında ortak hikayeleri ve hemen hemen tüm Kürt illerinde yaşandı.  Lokasyona takılmak istemedim. Bugün hangi Kürt köyüne gitseniz sizlere hemen hemen benzer hikayeleri anlatırlar. Çünkü devletin uyguladığı şiddet metodu her yerde aynıydı ve buna karşı gösterilen reaksiyon da aynıydı.

Yaklaşık 20 yıldır  zor şartlar altında gazetecilik yapmaya, bunun da bedelini ödemeye devam ediyorsunuz. Aradan geçen bu 20 yılda gazetecilik açısından bölge değişen ve değişmeyen ne var?

Ben gazeteciliğe Günay Aslan’ın kitaplarını ve Bitlis’te katledilen Özgür Gündem muhabiri Ferhat Tepe’nin hayat biyografisini okuduğum gün başlamıştım zaten. İçimdeki bu duygu ve heves  zamanla fiili anlamda gazeteciliğe başlamamı sağladı. Maalesef bir şeylerin değiştiğini söyleyemem. Ama bu durum ile nihayet böyle gitmeyecek. 

Ben açıkçası iyimserim ve umarım mizah dolu günler bizi bekliyordur.

 

İlginizi çekebilir