Behice Feride Demir: Gutenberg’in Makinası

Mainz’li Johannes Gutenberg,  sarraflıktan edindiği deneyimle düşünce tarihini değiştirebileceğini hayal bile edememişti.  Zira sarraflıktan matbaacılığa geçtiği dönemde başka dünyaların varlığı pazardaki bir eşyanın fiyatından ibaretti. Ancak tarihsel olayların tuhaflığı da budur. Tesadüf ve bilinmezlikle boğuşan bir meseleyi insanın bir hamlesiyle yeni standartlara dönüştürürler. Gutenberg’i estetik süslemeden zihinsel bir üstünlüğe taşıyan buluş böyle bir şeydir. O bireysel düzeni için uğraşırken, talih onu daha büyük işler için hazırlıyordu.

Bu hazırlık aynı zamanda küçük sebeplerden büyük sonuçlar çıkarabilen devrimci elementler için de bir simülasyondur. Yazı ve yazımsal gelişmeler birçok medeniyetin düşünce dünyasında varlığını korumuştur. Ancak buna içte ve dışta yeterli kamusal ikmal ve ikameyi yaptırabilmek için başka bağlantılar gerekmektedir. Medeniyetin eşit olmayan gelişme düzeyi yazının organize olabilme şartlarını bu nedenle etkilemiştir.

 Yeterli gerilim, uygun an, hedef ve fikri provokasyonlar birleştiği oranda yazımsal olan, tarihsel sıçramaya dönüşmüştür. Bu yüzden matbaanın icadı Asya’nın hantallaştığı, Avrupa’nın ise dirildiği yeni bir sosyo kültürel panoramadır. Sarraf Gutenberg’in kurşuni, hareketli basım denemesi ve akabinde düzenli üretime geçişi ise bir ustanın bu panoramaya son çiviyi çakmasıdır. Gutenberg’i ustalığın yukarısına  çıkaran son sürpriz ise onun Avrupa rönesansını  provoke eden  zekasıdır.

14 Nisan’dan beri Fransa Ulusal kütüphanesi F.Mitterrand yerleşkesinde devam eden „Gutenberg’in Avrupası“ konulu sergi bu zekanın yaptığı reformların özetidir aslında.

Serginin açılışı ulusal kütüphanenin yıllık planlaması dahilinde olsa da Fransız kültür dünyası için konu ve konuk, diğer kültürel etkinliklerden farklı bir kompozisyona sahiptir. Zira taşı toprağı kültür sanatla anılan Paris ve hala bu iddiasını korumaya çalışan ekabirleri için bu kült icadın arzı, Latince ve Avrupa arasındaki bilinç akrabalığı adınada bir ahde vefa sayılır.

Sergiyi; kitabın,kağıdın, yayıncılığın ve bilginin elden ele, dilden dile ve ülkeden ülkeye yayılan tarihi üzerine bir yolculuk olarakta tanımlayabiliriz. Çin ve Kore’de yapılan edisyonlar hakkındaki afişlerle beraber, Latince’nin havalı, edebi ve roma izlerini taşıyan yayıncılık serüvenini görmek bambaşka bir heyecan.Tahta kaligrafiler, küçük mühürler, parşömen, kağıt ve deri üzerine yazılmış onlarca kitabın çağları aşan düşünsel kondisyonuna hayran kalmamak elde değil. Sergideki tüm eşyalar sadece dengeleri, duyguları,düşünceleri değil çağları da devirmiş somut örneklerdir. İncil’in, Latince ve Almanca ile geçirdiği zorlu süreçlerin A1 boyutundaki sayfaları sadece zamanın değil, eşyanında uğradığı değişiklikleri  kapsamaktadır.

 Bu nostaljinin tanrı parçacığı ise Gutenberg’in keşfini yaptığı tahta makinedir. Uzaktan bir halı tezgahını andıracak kadar basit olan makinenin sırrı, elbette yanındaki kurşuni harflerin bulunduğu dökme kalıptadır. Ortalama bir defter boyunda olan bu kalıp, salondaki bütün kitapların üretim kaynağıdır. İnsan; kağıt, harf ve kitaplar arasında gidip gelirken,Gutenberg’i o tezgahın başında hayal etmeden duramıyor elbette.

Sergide İncil’ın farklı basımları dışında pek çok filozofun 1450’den sonra basılmış eserleri de bulunuyor. Dante’nin İlahi komedyası edebiyatın bayrağını taşırken, Cicero, Seneca, Virgilüs, Euclide gibi filozofların eserlerini modern araçlar dışında, ıslak latince yazıyla görmek teknolojik kolaylıklara sığmayacak kadar büyülü duruyor. Harflerin insan jenerasyonlarından daha kalıcı olduğunu bu kitapların yaşı ve yaşamı da ispatlıyor.
Biraz ironik ama herşey geçer, herkes gider kitaplar kalır. Ne mutlu kalıcı olabilmeyi bilene, bulana ve isteyenlere…
İlginizi çekebilir