Behice Feride Demir: Alakom ile Diasporadan Notlar

Kültür tarihimizde „Yedi gün yedi gece“ süren dengbêjlik şöleninde, Evdal şöyle seslenmektedir:  „Şêx Silê bi dengbêjîya xwe Evdal bi xweda ê xwe difire…“

Büyük devletlerin nükleer güç ve dünya düzenini masaya sürdüğü, zamanın femtosecond bölünmeleri gördüğü ve tekniğin insan mayaladığı bir zamanda, Kürtlerin özgürlük talepleri de en kritik günlerini yaşıyor. Rakiplerimiz her fırsatta ve her yerde bizi yeniden tarihin dışında itmek için var güçleriyle uğraşıyorlar. Dünya global bir çılgınlığa doğru giderken, onlar bizi güçsüz bırakmak için stratejiler geliştiriyor. Kendi mutluluklarını bizim mutsuzluğumuz üzerinden tanımlayan bir rakip düzenle karşı karşıyayız.

Belki global ve bölgesel çılgınlıklara tüm yönleriyle karşı koyamayız  ama hayallerimizin tarafında olabilir, onları güçlendirebiliriz. Bu güçlendirmede kültür ve kültürel çalışmalar önemli bir yer tutmaktadır. Evdal’ın işaret ettiği gibi onlar  güçlerine, bizde kültürümüzün ve kimliğimizin özgürce yaşama talebine güveniyoruz. Bu nedenle Kurdistan birazda sanatın güçlendiği, sanatçının özgürce eylem sahibi olduğu ölçüde zorluklara karşı koyabilecektir.

Bugün diasporadaki Kürt mevcudiyeti kültürel ve edebi çalışmaların geliştirilmesi için önemli avantajlara sahiptir. Kürt bireyleri geç kalanı, eksik olanı medeni ölçülerle  tamamlamak için sanatsal üretimlerini farklı dillerle yapmaya ve ayrı bir ulus olduklarını ev sahibi toplumlara aktarmakla yükümlüdür.

Araştırmacı yazar Rohat Alakom, Avrupa’da yaptığı edebi çalışmalarıyla kültürel tarihimize önemli katkılarda bulunmaktadır. Eksik olanı kendi cephesinden tamamlayan pek çok esere imza atmıştır. Bu hafta söz sıramı sayın Alakom’a bırakıyorum. Kendisine çalışmaları ve diaspora hakkında birkaç soru yönelttiğim Alakom, sağolsun bu karmaşık ve yoğun zamanda vakit ayırmaktan imtina etmedi. Doğrusu söyleşimizdeki naifliği  „Torîn î “ idi. Kürdistan’ın bu asil yazarına teşekkürlerimi sunuyorum.

 

Behice Feride Demir : Sayın Alakom genel bir sorudan başlayalım. Uzun zamandır diaspora da yaşıyorsunuz. Geçmişten bugüne doğru Avrupa’nın bugünkü sosyal ve kültürel seyri hakkında neler söylemek istersiniz? Kültür ve sanatın Avrupa için hala vazgeçilmez olduğuna inanıyor musunuz?

 

Rohat Alakom : Avrupa’daki toplumsal ve kültürel yaşamın geçmişi çok eskilere dayanır. Her Avrupa devletinin  kültürel olarak çok ciddi birikimleri bulunmaktadır. Bugün bu ciddiyet çeşitli  kültürel yatırımlara dönüşmüştür ama sosyal doku olarak kültür Avrupa’nın bir kalkınma aracıdır. Örneğin bir küçük Avrupa ülkesi olan İsveç’te ilk üniversite 1477 tarihinde Uppsala kentinde kurulur, bu sadece İsveç’in değil dünyanın da en eski üniversitesi olarak da bilinir. Yine Lund Üniversitesi de 1666 yılında kurulur. İsveç’in başkenti Stockholm’de bugün 50’e yakın büyük müze bulunuyor, oyuncağın bile müzesi var.  İsveç halkı tarih, kültür ve sanat yaşamıyla yoğun ilişkiler içinde. Avrupa ülkelerinde yaşayan Kürtlerin bu kültürel gelişmeleri  gündemlerine taşıması gerekir. Yarım asırdan fazladır Avrupa ülkelerini kendilerine ikinci ülke olarak seçmiş olan Kürtlerin hem  bu ülkelerin geçmişlerini, hemde kendilerinin buradaki tecrübelerini birleştirerek bir yazımsal dayanışma ve buluşma zemini yaratmaları artık mecburidir. Aksi halde halde birçok şey kayıt altına alınmadan ve yeniliğe vesile olmadan unutulup gidecektir. Özellikle toplu Kürt göçleri öncesi bu ülkelere tek tek gelen ilk Kürtlerin yaşam öyküleri de kesinlikle sistemli olarak araştırılıp yayınlanmalı ve arşivlere konulmalıdır. Ancak böyle kuşaklararası kopukluklar ve boşlukların önüne geçilebilir.

Örneğin, 1956 yılında Almanya’nın Wiesbaden kentinde kurulan Avrupa Kürt Öğrenciler Birliği adlı dernek Avrupa’da yaşayan Kürt öğrenciler arasında yakın ilişkilerin kurulmasına büyük bir katkıda bulunmuştur. Her kongresini değişik bir Avrupa başkentinde yapmıştır. Bu örgüt Kürtlerin belli bir kesimine yönelmesine rağmen adında geçen Avrupa sözcüğü ile birlikte yine de dikkatlerimizi 25 yıl boyunca Avrupa’daki Kürtlerin üzerine  çekebilmiştir.  Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen bu derneğin yerini doldurabilecek başka bir dernek daha kurulmamıştır. Avrupa’da yaşayan milyonlarca Kürdün gündemi hale kendilerinin deneyimleri, öncelikleri, faydalı bir entegrasyon ve karşılıklı bir tanınma düzeyine gelmemiştir. Değindiğiniz sanat ve kültürel temaslar da ancak böyle kapsamlı çalışmalar sonucunda gün ışığına çıkabilir. Bu yeni bir kültür taşınımı ve tanışıklığına dönüşebilir ve ana kültürün nitelik kazanmasına yardımcı olabilir. Belki tekrar olacak ama Avrupa Kürtlerinin tarihi henüz yazılmış değil. Avrupa’da yaşıyan bir milyonun üzerindeki Kürdün gündemine gelmemiştir. Kısacası Avrupa’daki her ülkenin Kürtleri bu yeni geldikleri ülkelerdeki kendi tarihlerini ve yeni yerleştikleri bu ülkelerin Kürtlerle olan farklı eski tarihi ilişkilerini de yazmalıdır.

 Sizi daha çok  araştırma ve inceleme yazarı olarak tanıyoruz. Yazımsal serüveniniz tam olarak ne zaman başladı? Şerif  Paşa gibi çok önemli bir biyografik çalışmaya imza attınız. Şerif Paşa’yı seçmenizin özel bir sebebi var mıydı?  Diasporada olmanın buna ne gibi bir katkısı oldu?

Daha İsveç’e gelmeden önce (1983) Şerif Paşa’nın adını duymuş, uzun yıllar İsveç’te Osmanlı Sefiri olarak çalıştığını öğrenmiştim. Eski kaynaklarda hep “Eski Osmanlı Stockholm Sefiri” olarak geçmektedir. İsveç’e geldiğimde ise  1898-1908 yılları arasında burada geçirdiği  yıllar hakkında kendimce bilgiler edindim ve bu bilgileri, ilk kez İsveç’te yayımlanan bir kitabımın konusu için toparladım. Şerif Paşa: Bir Kürt Diplomatının Fırtınalı Yılları (Apec, 1995). Daha sonraki yıllarda Avesta Yayınları arasında bu kitabın ikinci ve üçüncü baskıları yayımlandı, Arapça ve Kürtçeye (Sorani lehçesi) çevrildi. Şerif Paşa yazarlık yaşamımda hep gündemimde kaldı. Ayrıca Kürt Tarihi ve Nûbihar gibi dergilerde Şerif Paşa konulu  Türkçe ve Kürtçe uzun yazılarım çıktı. Bunları da ilerde yeniden bir kitap haline getirebilirim. Şerif Paşa yakın son yüzyıldaki en önemli Kürt şahsiyetlerden biridir. Bulunduğu mevki ve içinde bulunduğu dönem kesinlikle tarihi sonuçlar barındırmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı sonucunda dağılan Osmanlı İmparatorluğu yerine kurulabilecek yeni devletler ve diğer siyasi çözüm yolları masaya yatırılır. Bu halklar arasında Kürtler de bulunuyordu. Kürdistan’ın sınırları ve statüsü gibi birçok konu bu sırada yoğun olarak tartışılır. Deniz ile sınırları olmayan Kürdistan için Batum’un deniz giriş kapısı olarak kabullenmesi konusu bile görüşülür. 10 Ağustos 1919 tarihinde imzalanan Sevr Barış Antlaşması’nın üç maddesi Kürtlerin geleceğine ilişkindir. Kürtler konusundaki uluslararası bu büyük ve önemli toplantının hazırlık çalışmalarına Kürtler adına Şerif Paşa katılır. Bu yüzden bana önemli gelmiştir hep. Yine Şerif Paşa’dan önce İsveç’e gelen Kürt doktoru Mirza Said (1893), Kürt dans sanatçısı Leyla Bedirhan (1925), ilk Kürt mültecisi Kürt Süleyman (1929) ve ilk Kürt öğrencisi Selahaddin Rastgeldi’nin  (1947) yaşamları da ilgimi çekmiştir. Bu son iki kişi,  yaşamlarını ölünceye kadar İsveç’te sürdürmüşlerdir. İsveç’te yaşamış olmam bu yaşam öykülerini kaleme almamı da kolaylaştırdı diyebilirim. Onların yaşamında kendimi gördüm adeta, onlarla özdeşleşen çok şeyimiz var.  20. Yüzyılda İsveç gibi uzak bir ülkeye yolu düşmüş bu beş Kürdün yüzyıl önceki yaşamlarını incelemek bana büyük bir zevk ve heyecan vermiştir.  Diğerlerinin yaşamı da yazılı hale getirildi. İlginç bir nokta da incelediğim bu yaşam öykülerine son noktayı henüz koymuş değilim, yeni bilgi ve belgeleri de bir biçimde okuyucuya sunarak bu konuları güncelleştirmeye çalışıyorum. Bu alanda twitter gibi sosyal medya organları bize büyük olanaklar sunuyor.

Serhadlı’sınız ve çalışmalarınızın bir kısmı bu hinterlanda dayanıyor.  Bu coğrafik bir ilgi mi yoksa Serhad’ın kültürel ve siyasal potansiyelinin yarattığı bir sonuç mu?

2000 yıllarına yeni bir milenyuma (binyıl) girdiğimzde ilgim bu kez gelmiş olduğum Serhad yöresine kaydı. Eski yıllarda Sovyet, Osmanlı ve İran’ın sınırlarını yakınlaştığı bu sınır yöresine Serhad denilirdi. Bu yöre Kürtleri üzerine yazılmış üç kitabım farklı yıllarda yayımlandı. Torin: Aristokratên Kurd (2003). Kars Kürtleri (2009), Kağızman: Kars’ın Tadı Tuzu (2012). Özellikle tarihte bu yörede yaşamış ve kendilerine Torın diyen bir tabakanın varlığı çok  ilgimi çekti. Köyümüz Kabakom böyle bir tabakadan gelen ailelerden oluşuyordu.

Kürtçe kılamlara da geçen Torın sözcüğü tov+rind (tohum+iyi) sözcüklerinden oluşuyor. Sınır yöresinde bulunan Kağızman ve Kars’ta Türkçe kaleme aldığım diğer iki kitabıma  konu oldu. Kağızman kitabı buranın belediyesi tarafından yayımlandı. Bu kitabımda   birçok eski fotoğrafla birlikte yöre tarihine ışık tutmaya çalıştım. Çocukluğum ve gençliğim Serhad yöresinde geçti. Köklerim buralara dayanıyor. İlgi ve hevesimi sürekli canlı tutan sanırım bu memleket hasretidir.

Araştırma yazarlığı Kürdistan’da çok az tercih edilen bir alan. Çalışmalarınızı yaparken herhangi bir zorlukla karşılaşıyor musunuz? Şimdiye dek 26 esere imza atmış bulunuyorsunuz, araştırma konularını neden daha çok portreler  üzerine yoğunlaştırıyorsunuz ?

 Kürt olup  ama her hangi bir Avrupa ülkesinde yaşamak zorunda kalan yazarların karşılaştığı zorlukların başında, hiç kuşkusuz okuyucusundan uzak kalması ve düşüncelerini özgürce iletebilmesi sorunudur. Siyasî tarih hem kaynak sorunu hem de kimi yasaklamalar yüzünden çeşitli engellere dönüşebiliyor. Portreler belki bir ara nokta olabilir. Kürtçe’nin Türkiye’de uzun yıllar yasaklı bir dil olmasından ötürü Kürt yazarlarının bir kısmı kitaplarını Türkçe kaleme almışlardır. Bu kez Kürtçe bilen veya yazan kesimden itirazlar, eleştiriler gelmektedir. Böylece birçok Kürt yazarı büyük bir ikilem ile karşı karşıya kalmışlardır. Kürt şahsiyetlerin yaşam öyküsünün yazımı bu yüzden önyargıları kırmak içinde önemli faydalar sağlayabilir diye düşünüyorum. 

Öte yandan portreler hep  ilgimi çok çekmiş, bunlar üzerine kitap çalışmalarım olmuştur. Bunların başında Saidi Kurdi, Ziya Gökalp, Zaro Ağa ve Şerif Paşa gibi kişiler gelmektedir. İlgimi çektikleri için bu yaşam öykülerini kitaplaştırdım. Yirminci yüzyılın ilk yarısında kendini ‘Kürt prensi’ olarak tanıtan, birçok Avrupa ülkesini gezen ve daha sonraları bu ülkelerde tutuklanan süper bir sahtekarın yaşamını da inceledim. Avrupa ve dünya  basınında yüzlerce haberin konusu olan Kakelo’nun adı her nedense bu yılların Kürt kaynaklarında anılmaz. Gittiği her ülkeden kovulan, sınır dışı edilen Kakelo veya Zerdecheno takma adlarla tanınan Mısırlı bu terzinin yaşamı tam da bir roman konusu. Bu konuda iki yazım değişik organlarda yayımlandı. Milenyum öncesi yıllarda bilindiği gibi özellikle Türkiye Kürtleri üzerinde yoğun bir baskı sürdürülmüş, tarihleri, kültürleri, folklor ve dilleri yasaklanmıştır. Avrupa’ya geldiğimde bu konuda biz aydın ve yazarlara büyük görevler düştüğünü gördüm. 1983 yılında İsveç’e yerleştiğimden  bu yana Kürt kültürü, kültürel temaslar (Kürt- Türk, Kürt-İsveç) konusu hep ilgimi çekmiştir.

Dengbêjlîk bugün çok popüler, öykünülen  ve övülen bir kültürel mecra konumundadır. Fakat burada iki tahribatla karşı karşıyayız. Sanatsal niteliklerle mesleki getiriler birbirine karıştırılarak  bir tür kaynak eser ve emeklerin değeri azaltmaktadır. Kaynak kişi, yer ve kimi kavramlar ya yer değiştirilerek yada sansürlenerek ciddi tahribatlar yapılmaktadır. Bu kültürel felaketin önüne geçebilmek mümkün mü?

Kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan folklorik parçaların siyasi propaganda aracı olarak kullanılması onların kısa bir zamanda zarfında yitip yok olmasına yol açar. Bu parçalar eski cazibelerinden çok şey kaybeder, halkın onları beğenisinde bir düşüş gözlenir. Bu kültürel mirasın asıl taşıyıcıları dengbêjler (ses sanatçısı, aşık) ve mellelerdir (din adamları) diyebiliriz. Derleme çalışmaları sonrasında bazı şarkıların deşifre edilerek yazılı hale getirilmesi sırasında da talihsizlikler yaşanabilir. Örneğin Sovyet Kürtleri arasında söylenen daha sonra Erivan  Radyosu tarafından Kürdistan’ın diğer parçalarına da yayılan Dêre sorê piçûkê (Kırmızı entarili kısa kız) şarkısı daha sonraları Dêra sorê piçûkê (Küçük kırmızı kilise) yanlış biçimde Türkçeye çevrilir. Sizin de değindiğiniz kişi ve yer isimlerinin değiştirilmesi, o isimleri  tarihi bağlamından ve arka planınından koparır. Türkiye’de yapılan yabancı kaynakların Türkçe çevirisi sırasında bu kaynaklarda geçen Kürt, Kürdistan ve Kürtçe gibi adlar yerine bazen başka Türkçe sözcükler konulur. 

Bu alandaki yıkım ve çarpıtmalar zaman zaman basının da ilgisini çeker.  Neden bu dezenformasyon yapıldı,yapılıyor peki? Tüm bu dezenformasyonun  amacı Kürtlerin kültürel ve tarihsel geçmişini inkar ederek onları hep Türk olarak göstermektir. Ama Kürtler artık eskisi kadar bu dezenformasyonlara karşı sessiz kalmamaktadır. Özellikle yurt dışında ve Türkiye’nin büyük kentlerinde yoğun bir kültürel seferberlik gözlemliyorum. Günümüzde sadece Diyarbakır ve İstanbul’da onun üzerinde mesleki dergi Kürtçe yayımlanıyor. Bu yayın organları etrafında kümelenen yüzlerce yazar ve araştırmacı büyük bir çaba harcamaktadır. Edebiyat, folklor resim, sinema, hukuk, psikoloji ve kadın dergilerinin listesi giderek uzamaktadır. Edebiyat ve dil alanında da yoğun çalışmalar yürütülüyor çeşitli sözlükler hazırlanıyor. Bunlar umut verici gelişmeler. Bu da bilgiye olan talebin çoğaldığının göstergesidir.Hatta Zana Farqin’nin hazırladığı Kürtçe-Türkçe Sözlük ve Türkçe-Kürtçe Sözlük çalışmalarının  kalın ve kocaman cildini alıp bir sözcüğe bakmak istediğimde artık her iki elimle birlikte kaldırmak zorunda kalıyorum!

 Şêx Silê hep dikkatimi çekmektedir. Her ne kadar es geçilse de O bir saray ve de divan dengbêjîdir. Bu aynı zamanda divanın görsel, kültürel ve ekonomik gücünü de göstermektedir. Sizce dengbêjlikte saray ve halk dengbêjliği ayrımı yapmak mümkün mü?

 Eski yıllarda ağa, bey, şeyh ve diğer saygın kişilerin konaklarında birçok dengbêj himaye edilmiş ve bu alanda hizmet sunmuşlardır. Bu durum, dengbêjlik geleneğinin halk arasında uzun yıllar yaşamasını etkileyen faktörlerden birisi sayılabilir. Sizin ilginizi çeken Şêx Silê, Tarxanê Qeleniyê’nin dengbêjî sayılır. Sürmeli Mehmed Paşa’nın divan dengbêji  olan Evdalê Zeynikê’nin kendine rakip gördüğü en önemli kişidir.  Evdalê Zeynikê daha sonraları Tarxanê Qeleniyê’nin konağını ziyaret etmiş, Şêx Silê ile birlikte yedi gün yedi gece karşılıklı parçalar söylemiştir. Şêx Silê de en sonunda Evdalê Zeynikê’nin büyük bir sanatçı ve dengbêj olduğunu kabullenir. Şêx Silê’nin bu centilmenliği ne yazık ki  unuturulmak istenmiştir. Diğer yandan bu ziyaretler ve sanatsal buluşmalar konak dengbêjliği konusunda bize yararlı tarihi bilgiler sunmaktadır.

Erivan radyosu ve buna bağlı  olarak gelişen kültür ve yazım çalışmaları bugün büyük bir sanat ekolü olarak karşımızda duruyor. Erivan radyosunun bir Kürt Mimesisi olarak gelişmesinde Sovyet Rusya’nın kimi serbestileri mi yoksa, Kürtlerin ana vatana olan özlem ve duyarlılıkları mı etkili oldu?

 Değindiğiniz her iki faktör kadar, Kürt kültürünün gelişmesinde devletin sağladığı mali olanaklar ve destek, büyük bir rol oynamıştır. Erivan Radyosu, Rêya Teze gazetesi, Sovyetler Birliği’nde sürdürülen Kürdoloji çalışmaları, Kürt yazarlarına sağlanan telif hakkı ve çalışmalarının devlet tarafından yayınlanması ve dağıtımı bu konuda çok etkili olmuştur. Ermenistan Yazarlar Birliği bünyesinde 1930’larda kurulan Kürt Yazarları Seksiyonu Kürt Edebiyatının tanıtılmasına büyük katkıda bulunmuştur. Yakında Avesta Yayınevi tarafından yayımlanacak olan Rêya Teze (Yeni Yol) adlı kitabımda uzun yıllar Erivan’da yayımlanan bu Kürt gazetesinin tarihine geniş yer veriliyor. Kitabın bir bölümünde de bu gazetede yayımlanan Erivan Radyosu’na ilişkin Kürtçe yazı ve haberlerin bir analizi yapılıyor. Birinci Dünya Savaşı yıllarının bitiminde yörede yaşanılan baskılar, gerginlikler ve kırımlar sonucunda Digor ve Iğdır yöresinde bulunan yirminin üzerindeki Yezidi Kürtlerden oluşan köy halkı Ermenistan ve Gürcistan’a göç etmek zorunda kalmıştır. Bu Kürtler bir değil en sonunda iki devlete kavuşmuş olur: Sovyetler Birliği ve Ermenistan Cumhuriyeti.

Biraz özel bir soru ama merak ediyorum. Kürt kadınlarının dengbêjliğin eser ve icrasındaki katkıları kilamlarda çok belirgin. Dışardan „eyboke“ (utangaç) duran kadınların  kılamlarda sevgililerine „kuro, lawiko, êtîmo, berxo, gede û delalîkê dilê min“diye seslenmelerindeki tavrın sebebi nedir sizce, bu bir sevgi mi yoksa oto sansür mü ?

Kürt kadınlarının şarkılarda eşlerine veya sevgililerine „kuro, lawiko, êtîmo, berxo, gede û delalîkê dilê min“ biçimde seslendikleri doğrudur. Bana göre; bu hitap biçimlerini özellikle çaresiz kaldıkları, yardıma en çok gereksinim duydukları anlarda daha çok kullanmışlardır. Zira toplumsal şartların kimi zaman kadınlara sınırlamalar getirdiği bilinen bir durum malesef. Ve bu her alanda bir etki tepki durumu yaratmıştır. Bu yüzden kadınlar bu sanatsal kolaylığı erkenden keşfettikleri için dertlerini ya da meramlarını fazla sivrilmeden dillendirmişlerdir. Örneğin: isteksiz evliliklerde kız tarafının sevdiğine şarkılar eşliğinde ulaştırdığı mesajda asıl sevgilisini “gönlümün güzeli” (delalîkê dilê min) olarak tanımlar, örneğin acele gelip kendini kaçırmasını ister.

Bu çağrılar Kürtlerin görüş keskinliği ve yaşam tecrübeleri sonucunda örneğin bir Kürtçe atasözüne de yansır: Reva jînê edetê dinê (Kız kaçırma dünyada adet). Bu tespitler, yıllar önce Kürtçe kitap olarak yayımlanan bir kitabımda öne sürdüğüm görüş ve tezlerle de örtüşmektedir: Di folklora kurdî de serdestiyeke jinan (Kürt Folklorunda Bir Kadın Hakimiyeti)…

İlginizi çekebilir