Ali Engin Yurtsever: Ve Bir Kez Daha Aynı Irmakta Yıkanmaya Çalışmanın Hayali…

Bir anda bir zaman kırılması yaşansa ve geçmişte yaşamış bazı i̇nsanların günümüze gelmesi mümkün olsa ve bunlardan biri Herakleitos olsa muhtemelen bizlere dönüp şunu diyebilirdi: “neden halen aynı ırmakta yıkanmaya çalışıyorsunuz?”

Politikanın, bilinen, koşullardan dolayı anlaşılabilinen ve yazılı olmayan kurallarından biridir: gündeme oturmuş bir sorun, bazen ilgili taraflarca karşılıklı olarak önce halka açıklanmadan konuşulur, belirli konularda anlaşma sağlanır ve toplum hazırlanarak sorunun çözümü yönünde adım atılır. 

Ancak devrimci politik anlayış ile kapitalist politik anlayış arasındaki temel farklılık açısından şunu söyleyebiliriz: devrimci politik anlayış halkların yararına, halklarla birlikte kararlar alır, kapitalist politik anlayış ise kendi çıkarına, kendi aldığı kararları halklara dayatır/onaylatır.

Bizans’ta politikayı sadece kendi çıkarlarına uygunluk olarak değerlendiren ve bu anlamda ilkesizliğin “ilke” kabul edildiği anlayış, Osmanlı’ya değişmeden devredilmiş, oradan da TC’nin temel politik anlayışı olmuştur. Belirleyici olan: çoğunlukla askeri bürokratik anlayışın kimi zaman oligarşik bir yönetimle egemenliği elinde tutması, çıkarlarına uygun olarak belirlediği iç ve dış düşmanları halklara da kabul ettirmeye çalışarak varlığını sürdürebilmesiydi.

Üç tarafının denizlerle çevrili olduğu bir ülkenin doğal olarak askeri gücünü bu yönde tahkim etmesi gerekirken, kara gücüne ağırlık vermeyi tercih etmesi “düşman”olarak kabul ettiği kesimin aslında egemenliği altında zorla tuttuğu halklar olduğu gerçeğiydi. “Türklük Sözleşmesi”ni kabul etmeyen herkesin payına tarihteki benzeri az görülen zulüm değirmeninde öğütülmek düştü, halen de düşmektedir.

Kültürel ve fiziksel soykırıma direnen Kürtleri, uyguladığı tedip ve tenkil politikalarıyla “yola” getiremeyen TC, “sorun” olarak gördüğü bu tarihsel haksızlığı çözme anlayışından yoksun olduğu için karşısına çıkan son Kürt isyanını bastırmak için geleneğini devraldığı politikayı uygulamaya koydu.

Elinde sadece çekiç olduğu için her sorunu çivi olarak görmek anlayışının sonuçlarını ve bu bağlamda bedelini tıpkı Bizans ve Osmanlı’nın ödediği gibi ödeyeceğini göremedi. Ekonomik ve politik yıkımın ardından yıkılacak olmasını göremedi, görmek de istemiyor.

Çözüm süreci adı altında sürdürülen görüşmelerde her iki topluma da empoze edilen “bir şeylerin” değişebileceği düşüncesinin aslında savaşın farklı bir boyuta taşınması olduğunu, TC’nin değişmeye niyeti olmadığını, bu süreci ayak atamaz hale geldiği Kurdîstan’da askeri varlığını güçlendirmeye yönelik olarak değerlendirdiğini Özgürlük Hareketi defalarca deklare etti, ancak devletin ideolojik aygıtlarından yapılan propagandanın etkisiyle bu açıklamalar görülmedi, görülmesi uygun bir şekilde perdelendi.

Bir yandan başta Kürtler olmak üzere diğer bütün “öteki”leştirilenlere yapılan tarihsel haksızlıkların giderileceği, yeni, adil ve yaşanabilir bir düzenin kurulacağı izlenimi verilirken, öte yandan da 2014 Ekim tarihinde aldıkları “Çöktürme Planı”nın hazırlıkları bitirilmeye çalışıldı ve haziran seçimlerinin kaybedilmesinin ardından Urfa’da iki polisin öldürülmesi gerekçe gösterilerek girdiği kuzu postunu üzerinden atan kurt misali saldırmaya başladı.

Elbette savaşlar sonsuza kadar sürmez. Bir yerde mutlaka masaya oturulur ve asgari koşullarda anlaşma sağlanır, ta ki yeni bir savaş başlayana kadar. Her alanda sıkışan TC çözüm süreci oyununu bir kez daha sahneye koyma taktiğini uygulamaya koydu. Once topluma “sol” maskeli CHP aracılığıyla kayyum, HDP’ye yönelik baskılar ve esir tutulan i̇nsanların serbest bırakılması, isteyen açıklamalar yaptırdı ardından da “sağ” maskeli siyasetçiler aracılığıyla benzer söylemler empoze edilmeye başlandı.

Kimsenin kuşkusu olmasın, sağlanan bir kaç tahliyenin ardından yasal dayanaktan yoksun olarak yapılacak bir kaç düzenlemeyle yıllardır üstlerine şal örtülen Kürtlerin varlığının birdenbire hatırlanması ve “çözüm süreci iyidi, tekrar geri dönelim” anlayışıyla “Osmanlı’da oyun çoktur” politikasının sahnelenmesinden başka bir gerçekliği olmayan bir sürece dolu dizgin gidiyoruz.

Böylesine tarihsel bir haksızlık durumunda yanlış politikalarının sonucunu görebilen bir devlet, kerametleri kendinden menkul politikacılara açıklama yaptırmak yerine daha ciddi ve doyurucu bir açıklama yapar ve ciddi adımlar atar. Şimdilerde aralarının limoni olduğu Fransa’da De Gaulle’nin Cezayir’den çekilme politikasını en azından örnek alarak, işgal ettiği Kurdîstan’in haklarını tanıyarak çekilir.

Peki hiç dikkatinizi çekti mi, Özgürlük Hareketi, Efrîn, Grê Sipî, Güney Kurdîstan işgalleri, tutsaklar gibi konularda bu zevat-ı muhteremler bir şey söylüyorlar mı, hayır. Daha dün Kemal Kurkut’u herkesin gözü önünde öldüren katili cezasızlıkla ödüllendirmediler mi? Gönül rahatlığıyla söyleyebilirizki, eski ve bizler açısından bıktırıcı bir oyun sürecinden başka bir şey olmayan yeni bir oyalama sürecinin esiğindeyiz.

Bütün bunlara rağmen “barış olsun da biz her şeyi unutmaya hazırız” türünden onur kırıcı düşünceleri taşıyan umut taşıyıcıları da boy verecek mi, verecek. Ancak ödenen bedellerin sahibi olduğunu sananların aslında o bedellerin gölgesinde ancak var olabileceklerini unutmayacağız. Bizleri temsil ettiklerini değil. Düşmanın önünde iki büklüm olmakla olmuyor bu işler. 

İdealistler ırmağa defalarca girip, ne suyun ne de kendilerinin değiştiğini görmeden, değişmediklerini sanarak yıkanabilirler, ancak bizler materyalistiz ve aynı ırmakta ikinci defa yıkanılmayacağını biliyoruz.

İlginizi çekebilir