Ali Engin Yurtsever: Tekelleştirilmeye Çalışılan Sosyalizm Anlayışı-1

İdeoloji nedir, insan hayatına etkisi ve katkısı var mıdır, yoksa toplumsallığı oluşturan kitleler hayatlarını kendiliğindenci bir tavırla mı yaşarlar?

       Genel anlamıyla bütünlüklü bir dünya görüşü olarak tanımlayabileceğimiz ideoloji, bireylerin farkında olsun veya olmasın yaşamlarına bir şekilde yön vermektedir. Bu yön veriş, bireylerin kendi kararlarından bağımsız olarak görünse bile temel olarak egemen sınıfın bakış açısının belirlediği doğrultuda yol alan bir harekettir. Ancak, sınıf bilincini taşıyan birey veya kitleler ister istemez etkisinde oldukları bu ideolojiye karşı kendi ideolojik tutumlarıyla hareket ederler. Bu, ikiye ayrılmış bir toplumsallığı ve çıkar çatışmasını işaret eder.

      Toplumların proletarya ve burjuvazi diye iki sınıfa ayrıldığını, bu iki sınıfın da mutlak olarak bir savaşa girişeceğine ilişkin ideolojik görüş, “praxis” içerdiği için, proletaryanın bir anlamda silahı olarak proletarya tarafından sahiplenilmiş ve savunulmuştur. Süreç içinde sadece sınıf savaşımının teorik temelleri olmaktan çıkmış aynı zamanda sömürge ulusların özgürlüğü için de mücadele eden uluslara/halklara temel oluşturmuştur. Bu nedenle geçtiğimiz yüzyılda sömürgecilere karşı savaşan hareketlerin kendilerine teorik temel olarak aldıkları bir yapı görevini görmüştür.

Marxizmin 1917 ve sonraki teorik ve pratik yorumu, Marxizmin içinde ve Marxizmin dışında çeşitli tartışmalara yol açmış, Lenin’den başlayarak Mao’ya kadar dile getirilen teorik ve pratik yorumlar, bu devrimlerin savunurları ve izleyicileri tarafından doğru olarak kabul edilmiş, böylelikle ortaya “hangisi gerçek Marxizm?” sorusunun çıkmasına yol açmıştır. Eğer her uygulama Marxizmi temsil ediyorsa ve bilimsel bir gerçeklik içeriyorsa doğal olarak şunu sormak gerekir:” neden farklı yöntemleri seçtiler ve neden dağıldılar?” Elbette “somut koşulların somut tahlili” her ülke için farklılık içermiştir ancak, bu “farklılık” geriye kalanlara “nesnel gerçeklik olarak” bir anlamda dayatılmaya çalışılmıştır.

       Tek ülkede gerçekleşen sosyalizmin bütün dünya devriminin bel kemiği olduğu ve sınıfsal/ulusal partilerin buna göre örgütlenmesi ve mücadele etmesi kararı mı, yoksa sosyalist sistemlerin henüz tüm dünyanın üretim ilişkilerine egemen olacak düzeyde olmadığı mı veya Engels’in yazdığı gibi “vaktinden önceki deneylere” kalkışılmasından mı kaynaklandığı uzun bir tartışma konusudur, başka bir yazıya ertelemek suretiyle Marx’ın ”sosyalizmin gerçekleşmesinin bütün dünyada kapitalist üretim ilişkilerinin son derece gelişmesi koşulu ve iki sınıfın çelişkisinin uzlaşmazlığının son noktasına ulaşarak egemen olduğu” tahlilini hatırlatarak bu konuyu geçip, asıl konuya dönmek gerekiyor.

Benzer haberler

     TC sol hareketlerine temel oluşturan TKP bu anlamda abartısız olarak Marxist veya sol değerlerden uzaktır. Daha önceki “Sosyalizm ne yana düşer usta, Kurdîstan ne yana 1-5” yazı dizisinde belgeleriyle ve tarihsel olaylar karşısındaki tutumuyla yazdığım için tekrarlamak fazlalık olacaktır.

      TKP uzunca bir dönem TC’de gelişen sol hareketlere temel teşkil etmistir. Her ne kadar Kemalist devlet anlayışı ile uzlaşma yoluna gitmek istese de, bunu da parti kararı olarak ilan etse de önder kadrolarının Kemalistler tarafından katledilmesi, Kürt ve Rum halklarının soykırımdan geçirilmesi karşısında suskunluğa bürünmekle kalmamış, bu soykırımları desteklemiştir. TKP’nin ekonomik ve politik tahlilleri uzunca bir dönem gerek Kurdîstan gerekse Türkiyeli devrimcilere gelişimleri açısından bilinçli olmasa bile yol göstermiştir.

Bu nedenle TC ve ordusu tepeden inme olarak asker-bürokrat bir anlayışın ya da tanımı zorlayarak “jakoben” bir şekilde halkı bilinçlendirmeyi hedeflemiştir şeklinde tahlil edilmiştir. Bu nedenle 1960-70’li yıllarda devrimciler orduyu bir anlamda kendilerine yakın olmasa bile tarafsız görmeye çalışmışlardır. Deniz Şarkışla’da teslim olurken askere teslim olmayı tercih etmiş, Mahirler “askeri çekin, rütbeliler gelsin” diye konuşmuştur. Şunu net olarak yazmak gerekir: bu yiğit insanlar henüz devletle ağır ve büyük bir savaşa girişmenin ilk zamanlarındaydılar ve teorik-pratik tecrübeleri cok azdı. Bu tavırlarına bakıp onları “yetersizlik” veya “devrimci tavır göstermemekle suçlamak” en hafif deyimiyle “utanmazlıktır”. Bugün yaşasalardı hiç kuşkusuz birer önder olarak en önde TC’ye karşı savaşacaklarını (çok derin teorik ayrılma olmadığı sürece)biliyoruz.

    TC sürecineuzun süre düşünsel önderlik eden TKP bilincinin etkisi TC’nin kültürel alanına da damgasını vurmuştur. Özellikle 1970’li yıllarda birçok düşün insanı bu alanda öne çıkmıştır ve günümüzde bile “sol” sanılarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Cumhuriyet Gazetesi’nin bile “sol” kabul edildiği bir anlayışın ne ölçüde gerçek sol olduğu tartışılmaya bile gerek duyulmayan bir anlayıştır.

     Bu nedenle Kaypakkaya çizgisini dışarda tutarak o dönemde ortaya çıkan ve devrim hedefleyen sol yapıların çoğunluğunun siyasal bilinçleri Kurdîstan sözkonusu olunca hemen Mîsak-ı Milli, kalpaklı M. Kemal, Kurtuluş Savaşı coşkusu, efsanesi ve daha birçok siyasal yanlışlığın bir araya gelmesinden oluşmuştur. Bu bilinc de kendilerini Kurdîstan devrimcileri ve devrimi açısından “büyük abi” olarak görmeye neden olmuştur.

    Yazı dizisinin gelecek bölümünde TC’deki Marxist anlayışın büyük bir bölümünün Marxizm’den neden nasıl bir kopuş yaşadığını, ve Marxizmin evrenselliğini göz ardı ederek Kurdîstan nesnelinde nasıl bir Mîsak-ı Milli sınırları içinde tahakküme dönüştüğünü ele almaya çalışacağım…

İlginizi çekebilir