Ali Engin Yurtsever: Sosyalizm Ne Yana Düşer Usta, Kurdîstan Ne Yana?-4

  • Yazı dizisinin amacı Lenin ile M. Kemal’in devletlerinin çıkarları doğrultusunda aldıkları ve uyguladıkları kararlardır. Bu kararlar sonucunda başta Kurdîstan olmak üzere Pontus ve Ermenistan ülkelerinin  kendi kaderini tayin hakkının ortadan kalktığı ve bunun Türkiyeli sol yapılarda bir süre sonra doğal olarak nasıl da kabul edildiğidir. Sosyalist değerlerde yeri olmayan bu durumu örnekler vererek eleştirmek ve yazıyı da buna göre okuyup değerlendirmek gerekir. Bilgi içermeyen, yazıyı göz kararı okuyarak ve konu bağlamından kopuk fikirleri yazarak “eleştirdiğini” sanmak ve üsttenci bakış açısıyla ahkam kesmek teorik tartışmalarda yer almaya gereksinim duyulmayan bir söz diziminden başka birşey değildir.

Hayatımızda tekrarlaya geldiğimiz düşünce veya sözlerin ne kadarını bilinç süzgecinden geçirip ifade ediyoruz, ne kadarını bilinçsizce ifade ediyoruz, kendimizin mi yoksa başkalarının mı sözleriyle düşünüyor, konuşuyoruz? Örneğin savunduğumuz bir düşünceyi veya bir inancı kendi bilincimizle mi yoksa bize tekrar edilegelen kabullenişle mi savunuyoruz? Çoğu zaman ideoloji veya inanç böyle araştırılıp incelenmeden kabul görülüp dogma olarak savunuluyor. Geçen haftaki yazıda Lenin ve M. Kemal’in işbirliğine karşılık gelişen “Lenin savunması” da böyle bir tepkiyle karşılandı.

Oysa durum çok net: Lenin sosyalist değerler adına değil, önderlik ettiği devletin çıkarları adına M. Kemal’e destek çıktı, o desteğin sonucunda da M. Kemal, Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar ve diğer halklara karşı katliam, sürgün, asimilasyon ve kendince uygun gördüğü her zulmü uyguladı. Yazının konusu, bu destek ve görece koşullardır, konuyu bu bağlamda ele almak gerekir, farklı bakış açılarını taşıyıp “bu neden yok” türünden değil. Belgeleri ortada duruyor ama buna karşılık gelen “eleştiriler”in bir bölümü eleştiri niteliğini taşımayıp “böyle şey yoktur” şeklinde ifade edildi.

Üzücü olan ise bunları ifade edenlerin bazılarının Kurdîstanlı veya katliama uğrayan tarafta olmasıydı. Ülkesi, toprağı, tarihi, kimliği ve insanları paramparça edilmiş halkların çocuklarının, kendi katilini ve o katilin cinayetlerini işlemesi için gerekli desteği sağlayan bir i̇nsanı savunması anlaşılır bir şey değildir. Lenin, M. Kemal veya diğer liderler bir “tanrı” değillerdir, eleştirilmelidirler, bağlı bulundukları örgütsel yapı içinde defalarca eleştirilmişlerdir de. Yazının temel konusundan uzaklaşmadan belirtmek gerekir: eleştirilen ve mahkum edilmesi gereken Lenin’in M. Kemal’e sağladığı destek ve ekonomik yardımlar sonucu yeni kurulan devletin (TC’nin)  Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar başta olmak üzere halklara katliam uygulayabilmesidir. Bu inkar edilebilir mi, hayır… Lenin’in pratiğinin incelenip eleştirilmesi de ayri bir yazı konusudur. 

Marxizme yorum getirmek bir ayrıcalık sağlamaz, bir bakış açısı sağlar. Marx ve Engels’in bu konuda yazışmalarından da görebildiğimiz kadarıyla düşüncelerini somut koşullar incelendikçe değiştirip geliştirmişlerdir. Mademki tarih belirli diyalektik yasaların doğrultusunda kişilerin isteğinden bağımsız olarak gelişiyor, öyleyse bir yorum, bir pratik ayrıcalık sağlamamalı, sağlayacaksa: Kautsky, Troçki, Gramsci, Castro vd de aynı ayrıcalığa sahip olmalılardır eger “Lenin farklıydı” deniliyorsa, politik, kültürel farklılıklarını unutmadan bizim açımızdan önemli olan farkına dair yazmak gerekirse o farkın ne olduğunu biz 29 haziran 1925’ten 15 kasım 1938’den ve Ağrı’dan ve Qocgiri’den ve diğerlerinden öğreniyoruz.

Elbette Lenin bir entelektüel, bir devrimin önderi, Marxist bir yorumcudur, bunu reddetmiyorum zaten. Sorun ışıklarla kaplı, gönül okşayan parlak kelimelerin dile getirilmesi değildir, o kelimelerin pratikte nasil işlediği ve nasıl gerçekleştiğidir. “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” kitabında bir çok ülke sorununu dile getirip, ayrılmayı savunan anlayış, iktidar olduğunda hemen yanıbaşındaki Kurdîstan için de iki satır yazabilirdi ama yazmadı. Onlarca yıl Türkiyeli ve dünya devrimci hareketleri bu kitabı okudular ve kitapta yer alan Norveç, İsveç, Irlanda ve Finlandiya gibi ülkelerin ulusal sorunlarından haberdar oldular ama Kurdîstan kitapta yer almadığı için onlara uzak bir ülke oldu ve öyle de kaldı…

TKP… Kuruluşu sancılı bir dönemde gerçekleşti. Bir yanda SSCB diğer yanda ise TC’nin kuruluş çalışmalarının sürecinde. SSCB 1-7 Eylül tarihleri arasında “Doğu Halkları Kongresi’ni topladı. (Ek bir bilgi olarak yazmak isterim: “kurultay” kelimesi, Altay dillerin kökeninden gelme olup TC’nin empoze ettiği kelimelerden biridir. Yükledikleri anlam ise Moğollarda temel sorunları görüşüp karara bağlamak üzere ileri gelenlerin yaptığı toplantının adıdır. Sol gelenekte ise “kongre” kullanılır ancak zaman zaman sol geleneğin de “kurultay” adını kullandığını görmek şaşırtıcı oluyor).

SSCB sadece ezilen sınıfın değil ezilen halkların da kurtuluşu için bu kongreyi düzenler ancak kongre bir defa toplanır bir daha toplanmaz. Çünkü kongrenin düzenlenme amacı sadece ezilen halkların kurtuluşunun gerçekleşmesi için örgütlenmek değildir, aynı zamanda kongre üzerinden emperyalizme mesaj vermektir. Nedir o mesajin özü: “bize karıştığınız ölçüde biz de sizin sömürgelerinize karışırız”. Bunu bir artniyet veya niyet okuma olarak yazmıyorum, politik gerçeklik bunu gösteriyor ne yazıkki.

Örneğin ekim 17’den sonraki bir iki yil içinde uygulanan ekonomik politikaların kısmen değişmesi akla gelmelidir. Emperyalizm ve SSCB bu mesaj üzerinden karşılıklı bir tampon bölgede zımni olarak anlaşırlar:  TC….    ve bir daha halkların kongresi toplanmaz. Zaten kongrede (Indus, Indoi ve Bharat isimleriyle de bilinen) Hindistan delegesi Roy Lenin’le tartışır. (Bir önceki yazıda kısaca yazmıştım). 

Kongreye Türkler kalabalık bir grupla katılırlar. Toplam sayı: 235’dir. Kürtler ise sadece 8 delege ile katılırlar. Türkler 3 gruptur:

1- Enverciler 

2- TKP’liler

3- M. Kemal’in gönderdiği heyet.

Aslolan iki gruptur çünkü Ittihat ve Terakki’nin içinden çıkan iktidar kavgası (Enver-M. Kemal) sonucu düşünce olarak aynı ama pratik olarak farklılık gösteren iki grup ve TKP’liler de içlerinde M. Kemal ve Enver taraftarları olmasına rağmen yine de sol kanat adına katılırlar m. Dikkate alınan grup ise M. Kemal’in grubudur çünkü İstanbul hükümetini devre dışı bırakarak devlet denilen organizmanın ana yapısını artan bir şekilde eline geçirmeye başlamıştır, BMM kurulması ve Küçük Asya’da yaşayan halkları politik vaatlerle ikna etmesi, M. Kemal grubunun sözlerinin ağırlığını oluşturmuş, doğal olarak da talepleri dikkate alınır olmuştur.

Taleplerden biri: Enver’in konuşma yapmasına izin verilmemesidir, verilmemiştir de. Kongre de alınan kararlardan bazılarını yazmak isterim:

– Ulusal burjuva hareketlerin desteklenmesi ama işçi sınıfı partisinin faaliyetine devam etmesi,

– Dünya devrimi gerçekleşse dahi metropol proletaryasının sömürge proletaryası üzerinde denetiminin gerekliliği (bu karar uzerine Z. Velidov istifa etmiştir),Kemal son derece pragmatik bir tarzda davranarak işçi sınıfı partisinin faaliyetine sorun çıkmayacağını iletir ama öte yandan verdiği emirle TKF(Fırkası) adında bir parti kurdurur.

Celal Bayar, Yunus Nadi (Cumhuriyet gazetesinin “sol”cu geçmişinin başlangıcı bu kurucu üyeliktir) gibi kurucuların yanı sıra kendisi de üye olur, elbette bir kaç ay sonra parti kapatılır, çünkü M. Suphi geldiği ülkesinde artık kendisine ihtiyaç kalmadığını düşünen M. Kemal tarafından “hallolunması” amacıyla M. Kemal Erzurum vekili H. Avni’ye çektiği telgrafta “… Komünizmin yayılması meselesine gelince….. istense de istenmese de bu bir mikroptur…”  Erzurum, Gümüşhane, Trabzon’a kadar kovalanır ve Topal Osman’ın adamı Yahya Kahya tarafından öldürülür, ardından Yahya Kahya Topal Osman, ardından da Topal Osman M. Kemal’i öldürmek amacıyla bastığı Çankaya’da yakalanarak öldürülüp meclisin kapısında ayağından asılarak ortadan kaldırılırlar).

TKP M. Suphi’nin girişimleri sonucu TC’de faaliyet yürütebileceği doğrultusunda düşüncenin pratiğini uygulamaya koyar ama bundan önce burjuva devrimci bir harekete önderlik ettiği savıyla M. Kemal ve benzerlerinin desteklenmesi kararı alınır. Çünkü M. Kemal’in emperyalistlere karşı olduğu tespiti yapılır. Ne muhteşem bir tespit !… Tarihsel diyalektik materyalizmin kıyısından geçmeyen bir tespit ve neredeyse yüzyıldır bunun ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyoruz. Biraz daha ileri bir tarihten bir alıntı ile tekrar yazıya devam edelim: 5 kasım-5 aralık 1922 Komünist Enternasyonal’in 4. kongresinde Komintern yürütme kurulu adına konuşan Radek; “ Türkiyeli komünistlere şu öğüdü verdiğimiz için bir an bile pişman değiliz: parti olarak…. örgütlendikten sonra ilk göreviniz Türkiye’deki ulusal kurtuluş hareketini desteklemek olmalıdır”.

TKP o günden bugüne kadar ister Ittihat Terakki, ister Türklük Sözleşmesi, istersek cumhuriyetin gizli Kemalist kanadı diyelim aynı TKP olarak yoluna devam etmektedir. Bugün bile E. Baş’in attığı “Kahrolsun Istibdat, yaşasın hürriyet” sloganı Ittihat ve Terakki’nin önde gelen sloganıdır. Ulusal ve sınıfsal savaşlarda simgeler önemlidir. Örneğin TKP’nin 1920 yılındaki bayrak rengi kırmızı-beyazdır. Oysa dünya emekçi mücadelesi sarı-kırmızı bayrak altında örgütlenmiştir. 

/Devam edecek…/

İlginizi çekebilir