Ali Engin Yurtsever: Metal Yorgunluğunun Son Tangosu

Dışardan bakınca görülmeyen, metaldan yapılmış küçük bir makastan tutalım da devasa boyutlarda yapılmış bir uçağa kadar bütün metaller zamanla fazla kullanımdan dolayı aşınmaya uğrarlar, yapısal bir zarar ortaya çıkar.

Bu yapısal zarar zamanla metalin merkezine doğru ilerler ancak bu durum çoğunlukla gözle görülmez ve o nesne hem kendine hem de taşıdığı yüke zarar verir. Bu nedenle bir çok metal, yorgunluğa uğramadan önce kullanımdan kaldırılır, kaldırılmayanlar ise kendini ve yükü, bedeli ağır bir sonuçla karşı karşıya bırakır.

Metal yorgunluğu kavramını kendi alanından alıp siyasete uyarlarsak, bir devletin çürümesinin ve genel anlamıyla o devletin toplumsal yapısının çökmesinin neden ve sonuçlarını daha rahat görebiliriz.

 Bizans geleneğini devralarak Osmanlı yönetimine dönüşen ve ardından da TC adını alan siyasi ve toplumsal yapının işlemekte zorlandığı ve dağılmaya yüz tuttuğu bir dönemi yaşıyoruz. Bu yapının metal bölümü asker-sivil bürokrasi ve buna uygun olarak toplumsal kitlenin meydana getirdiği bir üçlüden oluşmaktadır ve elbetteki bütün bir hayata hükmetme hevesinin getirdiği aşırı kullanım ve yükü taşımanın kaçınılmazlığı sonuç olarak metal yorgunluğunu getirmektedir.

Şimdi bu metal yorgunluğu TC’nin merkezine doğru ilerlemekte ve yapısal zararın ödenmesinin imkansızlığı ile beraber hem metalin hem de yükünün ödemekte zorlanacağı bir bedele doğru ilerlemektedir. Tek kurtuluş olarak metalin kullanımdan kaldırılması gerekmektedir.

Ancak pratiğe baktığımızda TC metalin kırılmasını göze almıştır. Nesnel sonuç olarak göreceğizki toplumsal diyalektiğin yasaları gereğince hem metal hem de yük ortadan kalkacaktır, yeni bir gerçeklik kendini dayatacaktır. 

TC’nin taşıdığı yükün ana yapısını Kurdîstan’in somurgeleştirilmesi oluşturmaktadır. Sömürgeciliği kabul edip bırakırsa her şeyiyle dağılacağı için, ekonomik-politik yapısını buna göre düzenlemektedir. Anayasadan başlayarak yönetmeliklere kadar “tekçi” devlet anlayışı ve “Türklük Sözleşmesi” de dahil olmak üzere varlığını güvenlik ve savaş üzerine kurmuştur.

Bu konuda kendini yenilemek düşüncesi de olmadığı için aykırı her itirazı faşizmle bastırmaya odaklanmıştır. En kırılgan ve güvenilmeyecek ekonomi listesinde-şimdilik-dünya beşincisi olmak başarısının! yanında bir avuç oligark ve Erdoğan’da dahil olmak üzere kimsenin hukuksal anlamda hiçbir güvenliği yoktur. “Çöktürme Planı” doğrultusunda son tangosunu Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin yok edilmesi üzerine oynamaktadır.

Çünkü Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin temsil ettiği eşitlik, adalet ve insana yakışan bir hayatın yaşanması TC’nin kurulu düzeninin sonu demektir ve bu oyunun son sahnesinin son perdesi kapanmak üzeredir. 

 AİHM politik hukukunun verdiği S. Demirtaş kararının tanınmaması, L. Güven’in tutuklanması ve faşizme karşı direnen herkesi zindanlara mahkum etmeye çalışması TC açısından dikkatlice yorumlanması gereken bir noktadır. Hitler’in saldırganlığının görmezden gelinmesine benzer bir süreci yaşıyoruz.

TC’yi temsilen Erdoğan’ın bütün faşist hamlelerinin görmezden gelindiği, AB ve ABD’nin “kaygı duyuyoruz” türünden tuluat açıklamalarının değeri yoktur. Nesnel gerçeklik iki noktada yoğunlaşmaktadır:

1- Faşizm sözle geriletilip ortadan kaldırılmaz,

2- Hak, mücadele edenler tarafından elde edilir. Bir ülke, bir kurum veya bir yapı tarafından bahşedilmez. 

TC faşizminin bu dönemde somutlaştığı Erdoğan’ı durduracak ve işlediği insanlık suçlarından yargılanmasını sağlayacak olan bu faşizme karşı mücadele edenlerin ısrarı ve bedel ödemeyi göze almasıdır. 

Naiflik derecesinde yaşayıp da yeni bir “çözüm süreci”ni umut eden ve bunu da Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin yok edilmesine bilerek yardım eden AB, ABD gibi yapılardan hatta bizzat faşizmden bekleyenler bilmelilerdirki bu zulüm ve kan deryasından azade değillerdir.

Çünkü tarihte de örnekleri görüldüğü gibi faşizm ne tarafsızları ne de mücadeleyi mırın kırın ederek izleyenleri kininden ayrı tutmaz. Kendi güçlerine güvenmeyip başka güçlerden medet umanlar, bir anlamda mücadelenin zorluğundan kaçanlar mücadele edenlere kin beslerler, yenilmelerini isterler.

Çünkü kaçışlarının vicdanlarında rahatlığa erişmesi için direnenlerin yok edilmesi gerekir. Kurdîstan Özgürlük Hareketi her alanda direnmektedir, dönem dönem ilkelerinden taviz vermeden ittifaklara girebilir ama temel anlamda kendi halkına güvenir, halkından aldığı güce güvenir. Bu nedenledirki yarım asra yaklaşan bir zaman diliminde onca baskıya rağmen halk desteginden yoksun kalmamıştır. 

TC’nin metal yorgunluğu, devletin merkezine kadar ilerlemiştir. Kürt halkıyla daha uzun süre savaşmak, içte ve dışta politik-ekonomik mücadele yürütmeyi sağlamak, gele gele bütün bu yüklerin ağırlığı ve taşınamazlığı devlet denilen metalin kırılmasına ramak bırakmıştır.

Asla eski “müreffeh” düzenlerine dönemeyeceklerdir. Mücadele edenlerin eşit, adil ve özgür bir hayat kuracakları günlerin eşiğindeyiz. Yeni ve halklar arasında karşılıklı saygıya dayalı bir ilişkilerin kurulacağı, devlet denilen yapının yerine halkın öz yönetime dayalı bir ilişkiler ağının kurulacağı günler; baktığımız ufuk çizgisinde görülmektedir.

Çünkü yenildiğimizde hep ayağa kalkmasını ve yeniden mücadele etmesini biliyoruz. Ancak faşist diktatörlük yenildiğinde tarihin çöp sepetine yuvarlanacaktır. 

İlginizi çekebilir