Ali Engin Yurtsever: Halkların Kardeşliği üzerine-2

Felsefe, soyut düşünce kavramları olarak ele alınır ancak bu soyut kavramlar i̇nsanın zihninde (materyalist bakış açısıyla) doğanın bir yansıması olarak somuta dönüşürler. Felsefe soyut düşünceyi ele alır ama pratikte ise kendi disiplini içinde bir otopsi uygular gibi öne sürülen düşünceyi parçalara ayırır ve sonuca gitmeye çalışır.

Bu nedenle özellikle siyasal düşünceler ve yansıması olan pratik adımlar da benzer şekilde ele alınmalıdır. Önümüze sürülen düşünceler, savunduğumuz ideolojiden çıksa bile bir süzgeçten geçirilmeli, eksik yönleri dile getirilmelidir. Dogmalaşmış, tekrara dayalı veya sorgulanmadan kabul edilen düşünceler, doğallığında çürümeyi de getirir. Ayrıca tarihsel materyalist diyalektik bunu gerektirir.

Tarihte de görüldüğü gibi düşünceleri kör bir şekilde savunanlar o düşünceyi bedel ödenmesi gereken bir noktada bedel ödemeyi bırakıp yeni düşüncelere yelken açarlar. Sorgulayarak savunanlar ise en zor dönemlerde bile savunmaya devam ederler.

 “Yaşasın Halkların Kardeşliği” sloganı da bu bağlamda ele alınacak olursa şu soruyla devam edebiliriz: neden okunduğu veya duyulduğu zaman ilk bıraktığı izlenim Kürt ve Türk halklarının kardeşliğine yapılan vurguyu akla getirmektedir? Peki hiç düşünülüyor mu acaba neden bu iki halka vurgu yapıldığına dair bir fikre kapılıyoruz? TC sınırları içinde başka halklar da var: Rumlar, Ermeniler, Araplar, Süryaniler .…

Bir kardeşlik söz konusuysa biz neden bu iki halktan başkasını düşünmüyoruz ve neden bu slogan büyük bir oranda Kürtler tarafından kabul görüp yüksek sesle haykırılıyor da Türklerin sadece sol kimlik taşıyanları tarafından dile getiriliyor? Yoksa temel olarak Türk halkının egemenliğinden kaynaklı olarak mı böyle düşünüyoruz? Örneğin benzer bir şekilde soykırımdan geçmiş diğer halklardan Ermenilerin, Rumların bu sloganı atmaması neden bizi düşündürtmüyor?

Kürtler bu sloganı Araplar ve Farslar için de aynı coşkuyla attıklarını düşünüyorlar mıdır, elbette yanıt: “tüm halklar için atıyoruz” olacaktır ancak bu “sloganın” oluşturduğu anlam bunun dışında kalıyorsa o zaman şu olasılığın gerçeklik payının üzerinde düşünmemiz gerekir: beynimizin bir yerlerinde dört parça olan birleşik bir vatan olgusu bütünleşmeyi  beklemektedir ve sömürgeci devletlerin prangaları henüz sökülüp atılmamıştır veya politik gerçekliğin bir parçasını kavrayıp, bütünü tam anlamıyla göremiyor olabiliriz.

 Kardeşlik bir kan bağını gerektirir, elbette burada bu slogana bu anlam yüklenmiyor ancak yüklendiği anlam itibariyle, ortak bir geleceğin, kederin ve sevincin birlikteliğine, beraber yaşanılan tarihsel geçmiş ve bunlardan kaynaklı artık inkar edilemeyen sorunların çözümüne ilişkin bir çağrının niteliğinde olduğu anlaşılıyor.

Öte yandan kültürel anlamda bu durum Ortadoğu yaşamına daha yakındır. Irlanda, Iskoçya, Katalonya vb yerlerde bir kardeşlik bağından hareketle mücadele edilmez, eşitlik ve kimliklerin tanınması üzerinden hareketle mücadele edilir. Tarihi daha da eskiye goturebiliri, 1917 Şubat-Ekim devriminden sonra ezilen ulusların ezen uluslardan ayrılması savunulmuştur, ortak tarih, kardeşlik gibi argümanlar ezen ulusun “devlet kurma tekeline” bağlı milliyetçi bir sapma olarak değerlendirilmiştir.

Üretici güçlerin henüz yeni üretim ilişkilerini üretmeye hazır olmaması ama bu yönde emek harcaması yani bir çeşit ara dönem olması mücadeleye damgasını vuran ilişkileri de beraberinde getirmektedir. Bireyler veya halklar özgür, bağımsız bir çerçeveye dayalı yaşam sürmek yerine yakınlık ifade eden, bir anlamda sorunu gölgeleyerek duygusal yakınlık üzerinden sorunlara çözüm bulmaya çalışmaktadır. Bu yaklaşım sorunu net bir şekilde tahlil edememek demektir.

Günlük sohbetlerde soruna duyarlı olduğunu ifade edebilmek amacıyla “komşumuz, gelinimiz, damadımız Kürt”, “bin yıldır et ve tırnak gibiyiz” türünden açıklamalar bu bağlamda değerlendirilmelidir. Oysa sorun kardeşlik bağının cok ama cok ötesinde bir sorundur. Toprak, tarih, kimlik sömürgeliğini içeren bir durumdur.

Sözgelimi Amerika işgalinden sonra işgalciler siyahileri veya yerlileri sömürgeleştirip köleleştirdikleri zaman ne işgalciler ne de sömürge olan direnişçiler “kardeşiz” diye slogan atmadılar. “o zaman o bilinç yoktu” itirazlarını bir yana bırakalım.  Rumlar da Ermeniler de soykırımdan geçirildikten sonra böyle bir slogana gereksinim duymadılar. Ancak Kürtler, “Çanakkale’de beraber olduk” diye başlayarak günümüze kadar bir kronoloji çizmektedirler.

Nesnel gerçekliği bir kenara bırakıp duygusal bağ kurmak bireylerin ve halkların duygusal kırılmalarını çoğaltır, ilk başlarda görülen coşku, yerini süreç içinde umutsuzluğa ve (taleplerinden vaz geçmese bile) mücadele azminin kırılmasına yol açar. Hepimiz biliyor ve görüyoruzki iki halk arasındaki uçurum alabildiğine derinleşmiştir. Kürtler son kırk yılda politikleşmiş bir halk olmaya, Türkler ise (sol değerler hariç) dünyada eşine az rastlanan bir lümpenleşmeye evrilmiştir.

Toplumsal dokuları, düzeltilmesi yıllar alacak bir bozulmaya uğramış, neredeyse bütünüyle ırkçı bir zehiri her gün artan bir dozda kullanır  olmuşlardır. Yozgat, Kayseri, Erzurum gibi yerlerde bir Ermeni, Rum, Alevi, Kürt kimliğinin dile getirilmesinin karşılığının ne olduğunu yazmaya gerek yoktur. Metropollerde bile Kürt kimligi bedeli ağır bir kimlik olarak durmaktadır.

“Türklük SözleŞmesi’nin”getirdiği bilinçli veya bilinçsiz bir tercih olarak Türk halkının neredeyse bütününe sirayet etmiş bu ırkçı zehir yıllardır beyinlere enjekte edile edile günümüze kadar gelmiştir ve kapımızı çalan ama henüz siluet halinde beliren bir “Kristal Gece”nin yaşanacak olmasıdır.

 

/Devam edecek…/

İlginizi çekebilir