Ali Engin Yurtsever: Felsefe Tarihi Yazıları-2

Felsefe gerekli midir, somut bir durum iki farklı açıdan nasıl görülür? Bir fıkrayla anlatalım ama yorum elbetteki yeniden bir felsefi düşünce üretsin. 

Okyanusta, bir sandalın içinde filozof ve kayıkçı ağır ağır gitmektedir. Bir süre sonra filozof okuduğu kitaptan başını kaldırır ve kayıkçıya sorar: 

– Felsefeyi bilir misin?

–  Hocam bilmem, ben kayıkçıyım . 

– Yazık, gitti ömrünün üçte biri.

Kayıkçı utanır, ses etmez. Saatler geçer ve filozof yine sorar: 

– Marx’ı tanır mısın?

 – Hocam, ben sadece kayık, balık ve havayı bilirim 

– Yazık, gitti ömrünün üçte ikisi. 

Kayıkçı mahzun, yine susar. Bir süre geçer, kayıkçı bakar ki bulutlar toplanıyor, fırtına koptu kopacak. Hemen sorar:

– Hocam, yüzme bilir misin? 

Filozof şaşır;

 – Hayır bilmiyorum… 

Kayıkçı gülümser;

– Eyvah, desene gitti ömrünün hepsi…

Felsefi düşüncenin soyut olduğu, somuta ilişkin bir ‘’şey’’ ifade etmediği bu nedenle hayat karşısında bir geçerliliği bulunmadığı veya felsefi düşüncenin ne olduğuna ilişkin kısa ve anlaşılır bir tanımlamanın gerekliliği üzerine sıkça sorulan sorulara ilişkin anlaşılır bir tanım yapmak sanırım soruna bir çözüm sunacaktır. Bir teori geliştirerek sunuma başlayalım. 

 Yaşamın maddi üretiminin yenilenmesi zorunluluğu karşısında insan kaçınılmaz olarak diğer insanlar ve doğa ile bir ilişki içine girmek gereksinimi görmüş ve buna uygun ilişkileri üretmiştir. Felsefi düşünce somut olandan hareket ederek soyut düşünceye ulaşarak, bu soyut düşünceden de somut bir ’şey’ elde etmiştir.

Elde edilen bu somut ‘’şey’’ maddi yaşamın yeniden üretiminde ilişkileri, var olandan daha üst bir düzeye taşır. Mısırlılar örneğinde yazdığımız gibi Yunanlılar diğer kullanıcıların aksine, maddenin sadece kullanımı amacıyla sınırlı kalmamış, ‘’neden veya niçin’’ sorularını sorarak maddenin doğasının ne olduğu, temel özelliklerinin ne olduğu, bir ve aynı şeyin neden farklı şeyleri ve nasıl yaptığını merak ederek düşüncede bir geçiş oluşturdular. Bu geçiş felsefe ve bilimin gelişmesinde atılan dev bir adım olarak insan düşünüş ve yaşamının büyük ölçüde değişmesine katkı sundu.

Hint, Çin, Uzak Doğu, Asya ve Mezopotamya gibi yerleşik yaşamın olduğu toplumlarda, felsefe çoğu zaman mitolojik veya dinsel açıklamalarla iç içe geçmiş, basit pratik açıklamalardan ve bu açıklamaların günlük hayata yansımasından öteye geçmemiştir. Oysa Yunan’da felsefe mitolojik ya da dini düşünceden kopuşunun sonucunda, doğal olayların doğaüstü değil de doğal nedenlerle açıklanması gereğine olan inancıyla, insan aklına dayanan bağımsız bir faaliyet olarak ilk adımlarını atmıştır.

Thales, Anaksimenes gibi filozoflar eliyle temel taşları döşenen felsefe, mitolojiden akla dayanan açıklamalarla somuttan soyuta, soyuttan somuta olarak insan aklına sunulmuştur. Bu filozofların düşünceleri elbette günümüz bakışıyla ‘’ilkel bir felsefi düşünüş’’ olarak görülebilir ama unutulmamalıdır ki, bu filozoflar evrenin kökeni ve doğasıyla, doğal dünyada ortaya çıkan sorunlarla ilgili olarak mitolojik veya dini açıklamalar yerine akla dayalı açıklamalara yöneldiler. Tartışmalı bir yapıyı hayata geçiren Yunanlı filozoflar oluşturdukları metafizik üzerinden felsefe yapmanın bir anlamda standardını belirlediler. Felsefe, mitolojik düşüncenin aksine, diyalektik düşüncenin temelini attı. 

Felsefi düşüncenin gelişmesinin koşulu elbette sadece ‘’neden veya niçin’’ sorusunun hayata geçmesi değildir, yaşamın maddi koşulları da gereklidir.  Felsefeyle uğraşacak kişinin maddi ihtiyaçlarının asgari ölçüde karşılamış olması gerekir. Yani o kişinin içinde yaşadığı toplumun bir anlamda refah düzeyinin yüksek olması gerekir. Maddi ihtiyaçları karşılanmış kişinin çalışmak zorunluluğu yoktur, bundan kaynaklı bu boş zamanını bir şekilde doldurmak gereksinimi vardır. Kişinin ‘’merak’’ duyması, kendisine öğretilen veya sunulanla yetinmemesi, dünyadaki varlıkların niçin oldukları gibi olmalarını anlamaya çalışmasıdır. Kısaca felsefi düşünüş görmek veya inanmakla ilgili birşey olmayıp; merak etmekle, düşünmekle ilgilidir.

Fikirlerden oluşan felsefe tarihi, Batı diye tabir edilen bölgede başlamıştır. Bu entelektüel tarih dört ana kısma ayrılmakla beraber, bu dört ana kısım da kendi içinde farklılıklar gösterir. Felsefe tarihinin bu dört ana kısımları;

1- İlkçağ felsefesi,

2- Ortaçağ felsefesi,

3- Modern felsefe,

4- Çağdaş felsefe.

(Bu bölümler ileride kısa ve anlaşılabilir şekilde, kendi içlerinde ayrıldıkları bölümler başlığı altında bilgi amaçlı yazılacaktır).

İlkçağ felsefesi: Bu kısmı oluşturan felsefe, hem felsefenin başladığı hem de standardının belirlendiği döneme ifade eder. Kendisiyle aynı zaman dilimi, hatta bazı durumlarda daha eski zaman diliminde var olan Doğu düşüncesinden ayrılarak gerçek felsefe diye ifade edilen bir düşün haline gelmiştir. Doğu düşüncesi çoğu zaman mistik bir tarza dayanarak, metafizik veya varlığa ait bir düşünümden yoksun kalarak, felsefeyi pratik sorular üzerine hikmet olarak algılayıp sözlü ve argümantatif bir yapının dışında bir yol olarak ortaya konmuştur.

Bir anlamda Doğu-Batı farklılığı başlamış, bundan beslenen Avrupa sömürgeciliğinin doğumu ve yayılması bu (Doğu-Batı) ikiliği gittikçe belirginleşen bir çizgiyle birbirinden ayırmıştır. Doğu düşüncesi duygusal, yerel bir tanımla öne çıkarken, Batı düşüncesi akıl, sorgulama ve değişim pratiğiyle kendini ifade etmiştir. Ilkçağ felsefesi kendi içinde iki ana bölüme ayrılır. 

Bunlar: Helenik ve Helenistik-Roma felsefesidir. Helenik felsefe bir anlamda sadece Yunanlının felsefesi olarak tanımlanır.

Ortaçağ felsefesi: İlkçağ felsefesinde olduğu gibi, bütünüyle seküler bir felsefe olmayıp, aynı zamanda dine bağlıdır. Felsefenin sorunları ve sorularını ele almakla beraber dini dünya görüşünü anlamlandırıp, temellendirmek amacıyla oluşturulmuştur. Ortaçağ felsefesi iki bölümden oluşur.

   1- Hristiyan felsefesi,

   2- İslam felsefesi.

Bu iki felsefe yerel veya kültürel farklılıkları bir yana bırakılıp, felsefenin ana konularından hareket edilecek olursa bir kaç noktadaki ayrıntılardaki bazı önemli farklılıklara rağmen öz olarak mutlak bir birlikteliği gösterirler. Bu noktalar kısaca; Tanrı’’ nın varolduğu ve yaratıcılık eylemi üzerinden temel kurulması, bilgi denildiğinde aklın imanı tamamlayan bir şey olması gibi… ve buna benzer bir kaç etken sıralanabilir.

*Devam edecek………..

 

İlginizi çekebilir