Ali Engin Yurtsever: Çehov’un Tüfeği 

Bireyler ve toplumlar hayatın akışı içinde geleceğe dönük hedefler koyarlar ve bu hedeflerin gerçekleşmesi için bir emek gücünün üretim sürecine girerler. Bu aynı zamanda bireylerin ve toplumların kendi tarihlerini yapma sürecidir. Hiç kuşkusuz tarih yapımı sadece tarihi yapanların yani bireylerin veya toplumların belirlediği koşullarda değil kendi iradeleri dışında var olan gerçekliğin koşullarının da etken olduğu bir süreci kapsar. 

Bu nedenle bir anlamda hayat süreklilik içeren bir mücadele alanıdır. Felsefi tanımla ise “olumsuzlanmanın olumsuzlanması” dır. Gerek Kurdîstan gerekse dört işgalci ülkenin nesnellikleri de kaçınılmaz ve karşılıklı bir ilişkinin sürekli olarak birbirini etkileyerek gelişen bir tarih yapımıdır. 

Kurdîstan tarihinin son yüzyılda yapımı ve yazımına soyunan güçlerin mücadele tarihine bakılırsa, somut duruma ilişkin somut tahlilin temel anlamda sadece Kurdîstan Özgürlük Hareketi tarafından yapıldığını söyleyebiliriz.

Çünkü diğer siyasi yapıların tahlilleri ve giriştikleri mücadele yöntemleri ya sömürgeci güçler tarafından vahşice bastırılmış ya işbirlikçilik de dahil olmak üzere manipüle edilmiş ya da hareket edemez hale getirilmiştir. 

Öyleyse nesnel gerçekliğin kavranmasının ve buna uygun mücadele araçlarının kullanılmasının, doğal olarak da gerçek tarihin yapımının en büyük emek gücünün omurgasını Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin oluşturduğunu söylemek bir anlamda gerçekliğe işaret etmek olacaktır. 

Genelde her dönem, hep, sürecin önemliliğinden bahsedilir ancak bu sefer ciddi anlamda Kurdîstan özgürlük mücadelesinin en önemli sürecini yaşıyoruz. Bir ölüm-kalım sürecinin ilk evresini geçtik. TC’nin, açık veya gizli olarak arkasına hem diğer sömürgeci güçlerin, hem ABD ve Avrupa’nın belirli güçlerinin, hem de Kurdîstanlı işbirlikçilerin desteğini alması ve bundan hareketle “Çöktürme Planı” adı altında Kurdîstan’ı işgalini zamana yayarak ileride tıpkı 1938 (Antakya) Hatay ilhakı ve 1974 Kıbrıs işgal-ilhakı gibi sınırlarını genişletmesi günümüzün en önemli sorunu olarak karşımızda duruyor. 

Yıllardır yapılan çalışmalar sonucu Güney Kurdîstan’a adım adım yerleşmenin yanı sıra diğer yandan da Rojava üzerinden yürütülecek bir kuşatma harekatıyla kendince Özgürlük Hareketi’ni ortadan kaldırmayı veya gücünü azaltmayı politik merkezinin gündemine koymuş olduğunun en ciddi gerçekliğidir.

Ulusal basın bildirilerinin işbirlikçiliğe karşı “Birakujî yaşanmasın” konulu olması bu gerçekliği değiştiremiyor. İşbirlikçilik, olası sorunları gün geçtikçe daha da ağırlaştırıyor. Bu durumu engellemek için Kurdîstan halklarının başta KDP olmak üzere ilgili kurumlara toplumsal anlamda daha yoğun bir baskı uygulamasına ihtiyaç duyulmaktadır. 

Ancak kabul etmek gerekir ki yurtseverlik tanımını yapamayan kişi, kurum ve kuruluşlar sömürgeci güçlere verdikleri açık destekle savaşın tarafı olmayı seçmişlerdir. Her koşulda şu gerçeği unutmamak gerekir: ne kadar ağır bedellere yol açarsa açsın, politik anlamda saygın bir dil kullanmak zorundayız. Bu, kendimize ve mücadelemize olan saygının bir gereğidir. Yoksa işbirlikçilik ve düşman hakkında çok daha ağır konuşmasını biliriz. 

 Dönemin temel sorunu işbirlikçilikle desteklenmiş savaşa hazırlanmaktır. Büyük bir kırılma yaşanmazsa, buna göre örgütlenmek gerekmektedir. Savaş davullarının çaldığı bir arenada, barış güvercininin uçurulması sadece zaman kaybıdır. Savaş, bir olasılık TC’nin resmi olarak başlatacağı bir adım olmayabilir. Kıyafet değiştirmiş bir halde KDP’ye katılarak harekete geçilmesi ve paralı çetelerin de eklemlendiği bir durum olacaktır. Çünkü kendileri açısından uluslararası ilişkilerde aklanmanın argümanını oluşturacak, savaş suçlarından azade edilmeyi umut edeceklerdir. 

Hedeflenen, direnişin merkezine yönelik ağır bir saldırı gerçekleştirmektir. “Osmanlı’da oyun çoktur” sözünü bir an bile unutmadan şunun da gerçekleşebileceğini hesaba katmalıyız. Böyle bir durumda bir süredir üzerinde çalıştıkları HDP’nin sistemin karşıtı değil de payandası olma yönündeki niyetlerini de açığa vurarak ikilemde bırakmaları, yani “Çözüm Görüşmeleri” nin yeniden dile getirilmesi de politik bir oyun olacaktır. 

Böylelikle içeriye ve dışarıya “bakın, biz sorunu barışçı yoldan çözmek istiyoruz” mesajını vereceklerdir. 

Gerçeklik nettir: her savaş düşman görülen güce karşı yapılır. Burada TC, Özgürlük Hareketi’nin şahsında Kürtlere karşı savaş yürütmektedir, diğer Kürt oluşumlarını düşmandan saymamaktadır. KDP’de gizlese bile aynı tavrın içindedir. 

Oysa Özgürlük Hareketi ise temel anlamda TC’ye karşı savaşmakta, halkı devlet mekanizmasından ayrı tutmaktadır. Dikkat edilmesi gereken nokta, KDP’ye karşı sürekli dostane uyarıların yapılmasıdır. Böylece bu savaşın taraflarının kimler olduğu netleşmiştir. Kendisine yurtsever diyen, ülke toprağının işgalcilerin postalları altında çiğnenmesine karşı çıkan herkesin safını netleştirmesi gerekir.

Rus yazar Anton Çehov, “Hikaye ile ilgili olmayan her şeyi kaldırın. Eğer ilk bölümde “duvarda bir tüfek asılı” diyorsanız ikinci veya üçüncü bölümde o silah patlamalıdır. Eğer ateşlenmeyecekse o silah orada olmamalıdır,” der.   

 Eğer, KDP Kürtler arası savaşı haram kıldıysa lafı gevelemeden kazdığı mevzileri terk etmeli, TC ile işbirlikçiliğe son vermelidir. Aksi takdirde o silah patlayacaktır. Ancak unutmamalıdır ki, TC”ye güvenerek eline aldığı silahın içi boş olacaktır.

 Biz kendi tarihimizi hem yapıyor hem yazıyoruz. Tarihimize ait ne varsa bizimdir. Yenilgilerimiz de, zaferlerimiz de bizimdir. Şehitlerimiz de, gazilerimiz ve tutsaklarımız da bizimdir. Darmadağın edilen hayatlarımız da bizimdir. Insana dair ne varsa bizimdir. Hüznümüz, kederimiz olduğu kadar sevincimiz neşemiz de bizimdir. Düşmanda olmayan bir silaha sahibiz biz: umut… ve umut da bizimdir.

İlginizi çekebilir