Ali Engin Yurtsever: Bir Seçimden Daha Fazlası

           Bazı olaylar içinde bulundukları zaman, yer ve oluşlarının sonuçlarını aşarlar. Hem geçmişin yeniden ve farklı olarak değerlendirilmesini sağlarlar, hem de gelecekte neler olabileceğinin aydınlatıcısı olurlar. Elbetteki böyle olayları değerlendirebilmek için de belirli ölçülerde nesnel gerçeklikleri gerekçelere sığınmadan görebilmek gerekir, yoksa doğrulardan yanlışlar üretmenin kaçınılmazlığı karanlık bir perde gibi çöker. Olaylar bireysel düzleme gelişiyorsa toplumsal hayatı etkileme anlamında pek olmayabilir ama siyasal düzlemde gelişiyorsa, bir halkın veya bir devletin geleceğini ağır bir biçimde etkileyecektir. Elbetteki maddi koşulları oluşmuş bir olayın sonuca gitmesini en fazla geciktirebilirler ama engelleyemezler.

          Çoktandır koşulların zorunluluğunun dayattığı, siyasi çevreler tarafından dillendirilen ve görüldüğü kadarıyla Türk bürokrasisi ve başka ülkeler tarafından da yapılması beklenen erken veya baskın seçimler artık gündemden çıkmayacak şekilde yerini almış bulunuyor.

         Herkes tarafından kabul edilen başka bir olgu ise, Türk devletinin mevcut yapısının sürdürülemezliği ve yeniden yapılandırılmaya veya tarihin çöp sepetine gömülüp yeniden ama bütün halklara eşit, özgür ve demokratik katılımcı bir yönetim sağlayarak, bunu da kuruluş ilkelerinden vazgeçerek sağlamak zorunda olduğudur.

       Yeniden yapılandırma, kendilerini muhalefet olarak gören “sol”dan sağa hizalanan bütün partilerin, bürokrasinin Kemalist kanadının ve kapitalist ülkelerin isteğidir. Bu isteğin farklı bir versiyonu ise Erdoğan cephesinden gelmektedir. Onlar da mevcut yönetimin yerini fiili olarak uygulanan başkanlık sistemine ama ülke ismi ve idari yapısı değişerek bırakmasını istemektedir. Her iki tarafın kanlı bir sürece adım adım ve kılıçları çekerek yürüdüğünü, seçim dönemi yaklaştıkça “kasetler, belgeler ve işlenmesi muhtemel cinayetler” içeren olayların birbiri ardına ortaya çıkarak seçimin gerçekleştirilmesini sağlayacaklarını göreceğiz. Seçimin olup olmayacağı henüz netlik kazanmadığı için olası senaryolar şimdilik bunları içeriyor.

      Bu “düşman kardeşler”in birleştikleri tek nokta Kürtlere karşı yürütülecek imha politikasıdır. Hırsızlıklar, işkenceler, soygunlar, katliamlar, devletlerinin çökmesi konusunda parsayı paylaşamıyorlar ama konu Kürtlere gelince omuz omuza verip mücadele ediyor, her iki taraf açıktan açığa birbirlerini destekliyorlar.

Benzer haberler

     Türk devletinin yeniden yapılandırılması mümkün mü? Kuruluşundan beri faşizmle yoğrulmuş, toplumsal tabanının neredeyse genelinin ırkçı ve gerici bir düşünce, davranış yapısına sahip olduğu ve Misak-ı Milli rüyasını gerçeğe uyarlamaya çalışan, cahil bir güruhun nesi, nasıl yapılandırılacak? Bürokrasi baştan aşağıya Türk-islam sentezinin ürünü olarak ortada duruyor, ekonomik-politik çöküş ortada.

     Aylardır yürütülen, bir ilmek gibi ince ince örülmeye çalışılan bir politikayla karşı karşıyayız. Seçimlerde Erdoğan’ın gitmesi ve devletin kurtarılarak demokrasinin kurulması  için Kürt oylarının önemine atfen yapılan açıklamalar, bir şeker kıvamında ağzımıza sürülüyor, Kürtlerin belirleyici olduğu ve iktidar ortağı olduğumuz söyleniyor. Bir yalanın bile söylenirken az ya da çok inandırıcı bir temele gereksinimi vardır. Burada buna bile gereksinim duyulmadan rahatlıkla söyleniyor. Çünkü biz izin veriyoruz. Söylediklerine ya inanıyoruz ya da inanmak istiyoruz ve böylece Türk demokrasi tiyatrosunda belirleyici bir yerimiz olduğunu düşünüyoruz. Elbette bir yerimiz var ama bu yer: Türk devletinin kendi partilerinin arasındaki iktidar değişiminde görece ağzımıza bal çalınacağı bir yerdir, fazlası değil. Bugüne kadar böyle oldu, bugünden sonra da böyle olacaktır. Aksini iddia edenlerin tarihsel olayları ve sonuçlarını inceleyerek konuşması daha sağlıklı olacaktır.

        Türk devletinin Güney Kurdîstan’ı neredeyse kendine “arka bahçe” yaptığı, Rojava’nın bir kısmını işgal ettiği geri kalanını da işgale hazırlandığı bir dönemde, Türk devletinin direkt işgali altında bulunan Kuzey Kurdîstan ve Türkiye’de örgütlü olan Kürt siyasi hareketinin seçimlerde iktidar ortağı olmasına izin verilir mi? Bütün hazırlıklar gösteriyor ki, Türk devleti önümüzdeki dönemde birincil hedef olarak kendisine Misak-ı Milli hedefinin gerçekleştirilmesini koymuştur. Irak, Suriye ve Ortadoğu’nun çözümsüzlüğe giden siyasi parçalanmışlığını, Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı genel siyasi belirsizliği kullanarak, herhangi bir yaptırım ile karşılaşmayacağını düşünerek isgale kalkışacaktır. Açık bir işgalin Kurdîstan’ın diğer sömürgeci devletlerinin çıkarlarıyla da örtüşeceği görülüyor. Çünkü Kurdîstan Özgürlük Hareketi’nin direnişinin kırılması, mevcut statükoyu koruyacağından dolayı Kürtler dışında hepsinin siyasi ülke sınırlarının korunması anlamına gelecektir.

      Kürtler açısından yanıtlanması gereken temel iki soru belki de şunlar olabilir: sömürgeciliğin ana karargahı olan Türk devletinin Kurdîstan’ın diğer parçalarına da göz dikmesi, Kuzey’deki her yapılanmayı vahşice dağıtması ve açıktan giriştiği savaş varken, bütün bunlardan vazgeçerek Kürt siyasal yapısına iktidar veya iktidar ortağı olma yolunu açar mı? Büyümesi olası bir savaşın ortasında bizler umut vaad eden hangi gerekçelerle Türk siyasal alanında kendimize alan açacağımızı düşünüyoruz?

Siyasi-askeri durum sonuca gidilmesini gerektiren bir savaşı dayatıyor. Ya Kurdîstan Özgürlük Hareketi imha edilecek, Kürtler savunmasız bırakılarak soykırım süreci tamamlanacak ya da Türk devleti başta olmak üzere diğer sömürgeci devletler mevcut durumunu koruyamayacaktır. Böyle bir durumda Türk siyasal sahnesinde geçici bir rol almak kazanımları kaybettirmeyi sağlayabilir. Bu bir olasılık olarak önümüzde duruyor. Beklenen seçimlerde alınacak tavır, geleceğimizi belirleyen bir tavır olacaktır. Bu nedenle bir seçimden çok daha fazla anlam içermektedir.

       Hangi karar alınırsa alınsın: nesnel gerçekliğin bize gösterdiği yol: yeni bin yılın sömürgecilikle yaşanmaması gerektiğidir.

İlginizi çekebilir