Ali Engin Yurtsever: 15 Ağustos’un ışığında

”… dalgalara göğüs germiş olanları hatırla, selamla, yüreğin sevgi dolu

     çünkü onlar fırtınayla çarpıştılar eşit olmayan savaşta

      ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden 

     sana limanı gösterdiler uzakta.” Béranger

Tarihsel çelişkilerin aşılmasında koşulların olgunlaşmasıyla bir dönüm noktası, bir sıçrama anı oluşur. Tarih yapmak kişilerin dilediği koşullarda gerçekleşen ve yapılan bir şey değildir. Önceden önlerine gelen hazır buldukları koşullarda ve bu koşulları değiştirerek yapılan bir eylemdir.

 Bu nedenle tarih yapmak her zaman için zor ve bedel ödenmesi gereken bir yoldur. Çünkü kurulmak istenen yeni hayatın önünde tüm varlığıyla engel olan, olmak isteyen eskinin varlığı durmaktadır.

Aynı zamanda kurulacak olan yeni hayatın kendi koşullarını daha iyi şekilde değiştireceğine inanmayan esaret koşullarından memnun kitlelerin de varlığı bir duvar oluşturmaktadır. Bu nedenle tarih yapmaya cüret edenler bir anlamda itici mekanizma olarak “zor”u temel almak durumundadırlar.

15 Ağustos tarihsel olarak hücrelerine kadar bölünmüş, sömürgeci güçlerin elinde darmadağın olmuş bir halkın değişmez sanılan yazgısına sıkılan ilk kurşun, ayağa kalkması için atılan ilk adım ve kendi kaderini yazmaya zorlayan bir isyandır.

Yenilgilerden oluşan bir tarihin, hüzünle dolu derslerinin ışığında yenilmezliğe süren yolculuğudur. Geçmiş isyanlara öncülük eden feodal kurumların köhnemiş geleneksel tavırlarının reddedilişi, “baldırı çıplakların” baş kaldırısıdır.

İdeolojik hazırlıklarının yıllar aldığı, sabrın her türlü olanaksızlıkla sınandığı ve kar tanelerinin bir çığa dönüşmesinin sürecidir. Sömürgecilerin gazetelerinde utanılmaz gururla yazdıkları “meftun” hikayelerinin yüzlerine tokat gibi çarpılmasıdır.

Ulusal kurtuluş mücadelesi bir bütünden oluşmak zorundadır. Tarihsel bir geçmiş, kültürel altyapı, sömürgecilere duyulan öfke, ezilmişliğini dert etmeyen toplumsallığa isyan, kararlı, inançlı ve bilinçli bir militan yapısı bütünün tüm parçalarını bir araya getirmektedir.

Kurdîstan Özgürlük Hareketi işte bu tarihsel koşullarda ilk kurşunu sıkmıştır. Küçük bir grubun oluşturduğu hareket bugün neredeyse bütün kıtalarda örgütlenmiş ve devlet olmadan kurum ve kuruluşlarının işleyişiyle adeta devlet organizasyonuna benzer ama tarihsel koşulların değişimini esas alarak kendini yenileyen ve devlet denilen organizasyonun aşılması anlamında yeni bir örgütlenme iddiası ve bu iddiayı hayata geçirme faaliyetinin olgusallığının ifade ve iradesi olmuştur.

Klasik gerilla mücadelesini fersah fersah aşan bir mücadele anlayışını yürütülmesi diğer mücadele eden hareketlerin ve halkların ilgisini çekmiş, başka bir dünyanın mümkün olabileceğini göstermiştir.

Toplumsal hayata yönelik olarak en önemli değişim ise “Kadın devrimi” olarak kendini göstermiştir. Eve hapsolan, hayata dair neredeyse tüm düşünceleri yok sayılan toplumsal yapıyı yerle bir etmiş ve kadının öncülük ettiği bir yaşamın kurucusu olmuştur-ki bu, bugüne kadarki hiç bir isyanda veya gerilla mücadelesinde görülen bir şey değildir.

Tek başına bu teorik fikrin pratiğe dökülmesi bile bu hareketin yarattığı toplumsal değişim-dönüşüm hakkında net bir bilgi verecek boyuttadır. Dünya devrim tarihinde kadının başat rol oynadığı ordulaştığı ve toplumsal hayatta geri bırakılmış bir statüye mahkum edilmişken zincirini kırarak özgürleşmeye adım attığı başka bir örnek yoktur.

Elbette böylesine büyüyen bir hareketin kendi içerisinde de sorunlarının olmaması kaçınılmazdır. Geri toplumsal ilişkilerini muhafaza edenler, yeniliğe direnenler, mücadeleyi kendilerine ticari bir kazanç alanı olarak görenler ve daha nice sorunlar…

Ancak bunlar zamana bırakılmayıp, mücadele bahane edilmeyip çözüme yönelik adımlar atılmaktadır. Gelinen noktada en önemli olgu olarak denilebilirki sorunların çözümü  ertelenmemekte koşullar elverdiğince çözüme yönelik adımlar atılmaktadır. 

Atılan ilk kurşunun karşı cephesinde ise bin yıllık bir talan, yağma, inkar, imha köleleştirme anlayışı sektirmeden devam etmektedir. Osmanlı’dan TC’ye devralınan yönetim anlayışı ve uygulaması değişmeden sürmektedir.

Bu nedenle 15 Ağustos bir anlamda tarihin günümüze kadarki bütün haksızlıklarına karşı bir isyandır. Katliamlar, sürgünler, işkenceler kısacası bilcümle zulmü uygulayarak ayakta duran sömürgeci bir anlayışa karşı 15 Ağustos nedir diye sorulursa 15 Ağustos devletin anladığı dildir… 

İlginizi çekebilir