Ali Engin Yurtsever: 1 Mayıs, Proletaryanın Uluslararası Birlik ve Dayanışma Günü mü, Bayram Günü mü?

Çalışma saatlerinin ve koşullarının son derece ağır oldugu yıllarda, 1 Mayıs 1856 tarihinde ilk olarak Avustralya’nın Melbourne şehrinde işçiler 8 saatlik çalışmak is günü için yürüyüş yaptılar daha sonra 1881 yılında ABD’de işçiler aynı taleplerle grev ve gösterilerle sokağa çıktılar, devam eden eylemlere 3 mayıs tarihinde işçilerin kanı düştü.

Bir fabrika önünde gösteri yapan işçilere ateş eden polis 4 işçiyi öldürdü. Daha sonra ertesi gün yapılan mitingte provakasyon yaratılarak polislerin üstüne atılan bomba gerekçe gösterilerek yüzlerce işçi tutuklandı ve içlerinden dört işçi idam edildi. Albert Persons mahkemede “… emekçi olduğum için asılacağım” diye son sözünü söyleyerek tarihe geçti. 1889 yılında toplanan 2. Enternasyonal 1890 tarihinden itibaren her yıl 1 Mayıs gününü “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul etti.

Temel olarak iki karşıt gücün antagonist çelişki taşıyan, birbirlerine karşı olan mücadelelerinde kullanılan savaş araçları, tarafların savaş amaçları doğrultusunda şekillenir. İnsani değerler uğrunda mücadele eden taraf, amaçlarına uygun araçlar belirler. Ilke, bakış ve tutum gereği bunların dışına çıkmaz. Insani değerleri kendisine amaç edinmeyen taraf ise akla gelen her kirli yöntemi savaş amaç ve aracı olarak kullanır.

Yaşarken iftiralara, işkencelere, bütün zulümlere uğrayan devrimci önderler, öldükten sonra da aynı şekilde kendilerine yöneltilen saldırılara uğrarlar. Halklarla birleşmiş önderleri bu kampanyalarla yıpratamadıkları zaman onları uğrunda mücadele ettikleri amaçlardan ayırmaya çalışarak zararsız bir ikon haline getirmeye çalışırlar. Önderlerin fotoğrafları bardakların, tişörtlerin, kalemlerin ve birçok maddenin üzerine basılarak, mücadele geçmişlerinden arındırılmaya çalışılır, böylece kapitalizmin ahlaksızlığına değişmez özelliğinin en temel amacı bir kez daha gözümüze sokulur: bu fotoğrafları parayla satmak.

Bu çürütmeye çalışma durumu sadece önderlere bağlı kalınarak sürmez, ideoloji de bundan payını alır. “Marxizm geçen yüzyılda kaldı, zaten yürümedi, işe yaramıyordu, gerilla savaşı neymiş, artık SIHA, termal kamera var, zaten herkes Kürtçe konuşuyor……” bu sadece düşmana yarayan, mücadeleyi, insani değerleri hiçleştiren belirlemeler, devlet tarafından bilinçli olarak sistemli bir şekilde medya, eğitim gibi araçlar kullanılarak kitlelere empoze edilir ve direnişçiler dışında farkında olmadan literatür olarak benimsenir. Bir adım sonrasında bu benimseme tutum haline gelir. Böylece bir dönemin ahlaki savaşçılarının bir kısmı, farkına varmadan bu ilkelerinden vazgeçerler.

“Dünya Emekci Kadınlar Günü” de bu ideolojik saldırıya uğramış ve sol cenahta bile çoğu zaman ifade edilme biçimi olarak “Dünya Kadınlar Günü” kullanılmaktadır. Böylece, kadının gerek ev dışında gerekse ev içinde sömürülmesinin gizlenmesi başarılmakta, yaşamlarını paylaştıkları i̇nsanların alacakları bir bulaşık makinesi, bir telefon ya da bir demet çiçekle de bu başarı taçlandırılmak istenmektedir. Böylece içerik boşaltılmış , parıltılı sözler içeriği aşmıştır. 

Aynı şekilde dünya proletaryasının “Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kutlanan “1 Mayıs” günümüzde “İşçi Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Ideolojik savaşın bir mevzisinin düşürülmesi tehlikesi kapımızı çalıp durmaktadır. İşçi sınıfı sömürülmekten kurtuldu mu ki, bayram olarak kutlasın? Üretim güçlerine sahip olanların yani burjuvazinin parlamentolarında alınan kararla bayram olacaksa, hiç olmasın daha iyi.

Ezilenlerin, sömürgelerin bayramı ancak ve ancak kendi elleriyle kendi kurtuluşlarını gerçekleştirdikleri zaman gerçekleşecektir. Bu (çorbaya bilmeden olduğunu varsayarak), bir tiyatro sahnesi için bestelenen “1 Mayıs” şarkısı da bir tutam tuz şeklinde katkı sunmuştur. Şarkıda geçen “işçinin, emekçinin bayramı” sözleri de kitlelerin siyasal hafızasında yer etmiştir.

Mücadelenin sadece askeri alanda yürütüleceği düşüncesi o kadar hafızalara yer etmiştirki, ezilenler, sömürülenler mücadele hakkında fikir yürüttükleri zaman hemen “öyle konuşmak kolay, al silahı çık meydana” eleştirisiyle karşılaşmaktadırlar. Böylece bir mücadelenin sadece “askeri savaşçıya ihtiyacı” olduğunu, başka hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını dile getirmekten bir anlamda savaşı baştan kaybetmenin taşlarını kendi elleriyle döşemektedirler. Oysa gerek sınıfsal gerekse ulusal mücadeleler hayatın her alanında yürütülürler. Savaşçı kadar sanatçıya da, yazara da, düşünüre de ihtiyacı vardır. Bir savaş hayatın dokunduğu her noktanın değerlendirilip savaş amacına uygun yürürlüğe konulmasıyla yürütülür. 

Bugün: 1 Mayıs, yeri gelmişken hatırlatayım; Dünya genelinde geçmişten bugüne işçi sınıfı kendisine renk olarak kırmızı veya kırmızı-sarıyı belirlemiştir. Bakalım bu 1 Mayıs’ta Ittihat ve Terakki’nin ideolojisiyle beslenen, Kemalizm’le yoğrulan güzide! topraklarda hangi siyasi parti beyaz ve kırmızı renkleri kullanacak, göreceğiz. Kullananın hangi safta yer aldığını renginden tanıyacağız, süslü sözlerinden değil. 

Hangi parti, hangi örgütlülük olursa olsun, “TC Kurdîstan’daki sömürgeci varlığına son ver” diye yazılı bir pankart taşımıyorsa, bilin ki safını belirlemiştir. Çünkü işçi sınıfının teorik ve pratik önderi (K. Marx) “başka bir ulusu ezen ulus, özgür olamaz” diyerek kendi safını çoktan belirlemiştir.

İlginizi çekebilir