Hüseyin Topgider: Her kaos yeni bir düzenin anasıdır

Yazarlar

Sovyet sisteminin çöküşünden sonra sosyalist ve kapitalist sistem arasındaki ideolojik mücadele  önemini kaybetti. Bütün dünyada din ve milliyetçilik sınıf savaşlarını ikinci plana itecek bir biçimde önem kazanmaya başladı.

11 Eylül 2001’de ikiz kulelere yapılan saldırı Arap milliyetçiliği ve küresel cihadın ulaştığı örgütlenme, güç ve eylem düzeyini gösteriyordu. İki kutuplu dünya düzeninde büyük ölçüde iki süper devletin çizdiği sınırlar içinde kontrol edilebilen aşırılıklar iplerini koparmış ve kontrolden çıkmıştı. Bu durum dünyanın beklemediği bir gelişmeydi. Sadece Amerika ve batı dünyası tedirgin olmamış, Rusya da durumun vehametini anlamıştı. Putin bu tehlike karşısında “Soğuk savaş resmen ve fiilen bitmiştir” diyerek ABD ve NATO’ya küresel cihat tehlikesine karşı işbirliği önermişti..

11 Eylül sadece Arap ve müslüman ülkelerde değil, dünyanın her alanına savrulmuş Arap ve islam diasporasında kimlik, aidiyet, kültür ve inanç bunalımı yaşayan milyonlarca insanda heyecan yarattı. Önce Afganistanda daha sonra devlet ve toplum otoritelerinin zayıf olduğu islam dünyasında cihatçılık toparlanmaya, örgütlenmeye ve kendilerine göre düzen dışı alanlar yaratmaya başladı.

Reforme edilmeyen İslamın modern dünyaya karşı içinde barındırdığı potansiyel tehlike ve uyumsuzluk bilinmeyen bir şey değildi.Batı dünyası ve gelişmiş ekonomiler soğuk savaş döneminde devrim ve sosyalizm “tehlikesi” karşısında hissettikleri tedirginliği bu kez islam radikalizmine karşı hissetmeye başladılar.

Soğuk savaşın bittiği günlerde ABD Türkiyeye yeni roller biçmeye başladı.Türkiye,islam ülkeleri içinde parlamenter sistemi kabul etmiş, batı kültürüne yatkın özelliğiyle ayrı bir özelliğe sahipti.Türk devleti kurulurken hilafeti lağvetmiş, osmanlı mirasından vazgeçmiş ve Avrupayla bütünleşmek için biçimsel de olsa bazı adımlar atmıştı. ABD başkanı Clinton “bu yüzyıl Türklerin yüzyılı olacaktır” derken Türkiyenin islam dünyasını değiştirmede pilot ve örnek ülke olarak seçildiğini dile getiriyordu.

Türkiye’deki İslami potansiyel Erbakan’ın liderlik ettiği yıllarda batıya entegre olmamaya özen göstermişti. Erbakan’ın batıya mesafeli yaklaşımı ABD için hep sorun olmuştu.İslami potansiyelin hem laik Türk rejimiyle hem de batıyla uyumlu hale getirilmesi için değişimden geçmesi gerekiyordu.

AKP kurmaylarının ABD’ye verdiği sözler ve ABD’nin AKP iktidarına verdiği destek Türkiye’nin ılımlı, batıyla uyumlu, uygarlık savaşlarına yol vermeyen bir İslam modeline öncülük etmesi üzerineydi.Bir koldan AKP, bir koldan da Cemaat başlangıçta bu misyonu kabul ettiler.Türkiyenin Arap ve İslam ülkeleriyle olan bağları, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan orta Asya’daki Türki devletlerde olan imkanları bu işe uygundu. Kısa zamanda epey yol da alındı. AKP, ABD’nin verdiği destekle askeri vesayeti geriletip iktidara oturdu, Cemaat dünyanın her yerinde açtığı okullarla kadrolaştı, devlet içinde devlet oldu.

AKP ve Milli Görüş geleneğinin ABD ve batıya karşı takkiye yaptığı, bu yapının değişim ve dönüşüme kapalı olduğu daha sonra görülecekti.AKP iktidardaki yerini sağlamlaştırınca içerde hırsızlık, talan ve radikal islami kadrolaştırmaya, dışarda ise batı uygarlığına karşı huzursuz ve tepkili olan islami güçlere şemsiye olma yoluna girdi.İslamı reforme etmesi gerekirken radikalleştirme yoluna saptı. Bir yanda halifeliği yeniden tesis etme, diğer yanda Osmanlıcılık hisleriyle bölgede yayılmacılık planları yaptı.

Irak ve Suriye’deki savaşların ardından ortaya çıkan durum ve yeni denklemler Türkiye’nin düzen dışı radikal islami gruplarla ilişkilenerek onları bölgedeki emelleri için kullanması başlıbaşına bir politika haline geldi.
Ortadoğuda radikal islamı ortaya çıkaran nedenler ve bunu besleyen uygun zemin bu özelliklerinden hiç bir şey kaybetmemiştir. Bir yandan Türkiye’nin, diğer yandan İran’ın taşeron olarak kullandığı bu potansiyelin hem Kürtlere hem de batı toplumlarına karşıt olması Kürtlerle uygar batı toplumları arasında bir ortaklık,güçbirliği ve ittifak imkanlarını doğuruyor. Bu durum her iki tarafın iradesi dışında gelişmiş olsa da objektif bir gerçekliktir.

Türkiye Ortadoğu’da ve İslam dünyasında demokratik, batı uygarlığıyla uyumlu bir model olma şansını bizzat kendisi redderek bu misyonun dışında kalmıştır. AB üyeliği artık hayal olduğu gibi NATO üyeliği de bitme noktasına gelmiştir. Türkiye yeni arayışlar içindedir ve batıyla olan bağlarını yeniden onarma yoluna gideceğine dair emareler de yoktur.

Kürtler 550 bin km.karelik toprakları, 50 milyon nüfusları, gittikçe gelişen örgütlenme ve dünyayla buluşma imkanlarıyla Ortadoğu’da laikliğe, demokrasiye en açık toplumdurlar. Türkiye ve İran’ın bölgedeki yayılmacı ve çatışmacı politikalarına karşı bölge dengeleri ve istikrarı için uygar dünyanın istediği özellikleri üzerinde taşıyan tek toplumdurlar.Bölgenin şiddetle yeniden yapılanmaya ihtiyaç duyduğu bir dönemde kilit konumdadırlar ve bu konumları artık gözardı edilmiyor.

Düzen kaostan doğar. Her bölgesel savaştan,her dünya savaşından yeni devletlerin ortaya çıkması raslantı değildir.Yıldızlar karanlıkta parlar. Bazı toplumların önemi kaos dönemlerinde anlaşılır. Kürtler önce 1.ve 2. Körfez savaşlarında, daha sonra Suriye savaşında neden ittifak yapılması gereken bir halk olduklarını pratikleri ve tutumlarıyla ortaya koydular ve dünya bunu gördü. Bugün dünyanın süper gücü ABD ile girilen ittifak sıradan gerekçelerle izah edilemez. Bunun rasyonel bir zemini ve mantığı vardır. ABD’nin Türkiye gibi bir müttefiğini karşısına alarak Kürtleri önemsemesi görmezden gelinemez, hafife alınamaz.

Bütün devletler savaşla kurulmuştur.Kavgasız,gürültüsüz ve zahmetsiz,risk almadan kurulan devlet yoktur.En büyük fırsatlar kaos aralığında doğmuştur,bunu değerlendirenler tarih içinde dirilmiş, fırsatı kaçıranlar tarih sahnesinden silinmiştir.Kürtler şu anda tam da böyle bir dönemi yaşıyor.

Devletlerin ezeli düşmanı da olmaz, ebedi dostu da olmaz.Değişen koşullar hem yeni dostluklar,hem de yeni düşmanlıklar ortaya çıkarır. Bu durum Kürtler için de geçerlidir. Değişen dünyada dostu ve düşmanı hiç değişmeyenler kendi tarafının ve çıkarlarının bilincinde olmayan uyurgezerlerdir. Kürtler 40 yıl önceki koşulların gerektirdiği eski algılarla dost düşman belirlemesi yapacak kadar saf olmamalıdır.

Türkiye’nin batı uygarlığına götüren trene binmekten vazgeçmesi Kürtlere yeni bir fırsat sunuyor. Bugün abartılı gibi görünse de Kürtlerin ve ufuktaki Kürdistan’ın uygar dünyanın Ortadoğu’daki kalesi olması için birçok neden ve imkan vardır. Bu durum tarihsel ve siyasal koşulların tek tek bireylerin iradesi dışında sunduğu bir fırsattır.

Ortadoğu’daki kaostan dağılan devletler de çıkacak, yeni kurulan devletler de çıkacaktır.
Kürtler Ortadoğu’nun örnek demokratik ve laik bir toplumu olmak için tarihin sunduğu fırsatı kaçırmamalı…

/Nupel/

İlginizi Çekebilir

Halil Dalkılıç : Çima Kurdistan qasî Stenbolê balê nakişîne!?…
Mesut Yeğen : Siyaset, Yeniden

Öne Çıkanlar