Arzu Yılmaz: Amerika neden sessiz?

Yazarlar

 Türkiye’nin Rojava’ya saldırılarının arttığı son bir aydır bu sorunun yanıtını en çok merak eden Kürtler. Çünkü Türkiye’nin yeni bir operasyonu gündemine aldığı Haziran ayında ABD, “Kürt güçlerine karşı potansiyel bir Türkiye askeri operasyonuna karşı olduğunu” açıklamıştı. 

Bir diğer tarafta ise, söz konusu saldırıların da zeminini oluşturan, Türkiye’nin Rusya’yla işbirliğini ikinci parti S-400’lerin yeniden gündem olmasına imkan verecek ölçüde geliştirmesine ABD’nin nasıl tepki vereceğini merak edenler var.

Öyle ya, henüz geçtiğimiz Haziran’da Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO, Rusya‘yı “en ciddi ve doğrudan tehdit” olarak tanımlamıştı. Türkiye yalnızca bu tanımlamanın yer aldığı stratejik konsept belgesine imza atmamış, aynı zamanda Finlandiya ve İsveç’in üyeliği konusundaki itirazını da kaldırarak NATO’nun Rusya’ya karşı genişleme kararına da onay vermişti. Öte yandan, NATO’nun savaşa hazır güçlerinin sayısı kırk binden üçyüz bine çıkartılırken, Türkiye’nin özellikle NATO’nun askeri kanadında artan önemi konuşuluyordu. Bu ortamda, ABD Başkanı Biden’ın Türkiye’ye F-16 satışına destek açıklaması, Türkiye’nin başta ABD olmak üzere Batı ittifakıyla ilişkilerini düzeltme yoluna girdiğinin işareti sayıldı.  

Fakat Türkiye – Rusya ilişkileri beklentilerin aksine devam etti. Üstelik, ekonomi ve enerji alanlarında derinleşen işbirliği, en son Türkiye’nin Esad rejimiyle tam da Rusya’nın arzu ettiği bir yola girmesiyle yeni bir boyut kazandı. 

Bu tablo karşısında genel kanaat, Türkiye’nin bir denge politikası izlemeye çalıştığıydı. Zira Türkiye bir diğer yandan da Batı ittifakını memnun edecek bir biçimde Ukrayna-Rusya arasında arabulucucuk rolü oynuyor,  İsrail, Körfez ülkeleri ve Mısır’la ilişkilerini düzeltmeye çalışıyordu. Zaten ne kendi içinde ne de Ortadoğu’da Rusya politikası konusunda net ve mutlak uyum sağlayamayan Batı ittifakının, Türkiye’nin Rusya’yla ilişkilerinden rahatsız olsa da açıktan itiraz etmesini beklemek yersizdi. 

Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna dönüşü uçakta gazetecilere yaptığı şu açıklama Türkiye’nin niyetinin bir denge politikası olmadığının işaretlerini veriyor:

“Terörü Suriye’de birinci derecede besleyen ABD ve koalisyon güçleridir, bunu acımasız yapmışlardır ve hala da yapıyorlar. Oradan bıkmadılar, bir de Irak’ta aynı beslemeyi yaptılar. Kime? Yine terör örgütlerine. Eğer bugün Irak’ta bir huzursuzluk varsa altında maalesef yine Amerika yatıyor. Ve bu terör örgütlerinin ileri gelenleriyle Beyaz Saray’da görüşme yapacak kadar ileri gidiyorlar”.  

Aslında Erdoğan, ABD ya da Batı’yı ilk kez “teröre destek vermekle” suçlamıyor. PKK ve YPG bağlamında bu suçlamayı her fırsatta dile getiriyor. Fakat bu son açıklamada işin içine Irak’ı da katması ve özellikle ABD’yi “Terörü birinci derecede besleyen” ülke olarak işaret etmesi yeni bir durum. 

Bu arada, birilerinin Erdoğan’a, ABD’nin yanına eklediği “koalisyon güçleri“nin içinde – ki, kastettiği IŞİD’e Karşı Uluslararası Koalisyon- Türkiye’nin de yer aldığını hatırlatsa iyi olur, ama konumuz bu değil… 

Bu yazının konusu, aslında Türkiye-Rusya ilişkileri ya da Esad rejimiyle girilen yeni yolda yaşanması muhtemel gelişmeler de değil- şimdilik. 

Konu “ABD’nin sessizliği”…

Peki ABD, Erdoğan’ın doğrudan kendisini hedef aldığı bu açıklama sonrasında da sessiz kalır mı?

Bu soruyu yönelttiğim, Washington’ı yakından izleyen bir ABD’li akademisyen önce “Araya hafta sonu girdi” dedi. Sonra, “Belki basın brifinglerinden birinde gazeteciler sorarsa yanıt verebilirler” dedi. Ama sonunda “Muhtemelen görmezden gelirler” diye ekledi. 

Önümüzdeki hafta bu ihtimallerden hangisi doğru çıkar, göreceğiz. 

Fakat bugüne kadar “ABD neden sessiz?” sorusunun yanıtını vermek için beklemeye gerek yok. 

Türkiye’nin Rojava’ya saldırıları bağlamında ABD’nin sessizliğinin nedenini aslında ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price 17 Ağustos’ta yaptığı basın brifingi sırasında açıkladı:

“Bunun [Türkiye’nin Rojava’ya artan saldırılarının] daha geniş bir saldırının başlangıcı olduğuna dair herhangi bir belirti yok. Şunu söyleyebilirim ki, askeri faaliyetlerin IŞİD’in kalıcı yenilgisi de dahil bölge üzerinde istikrarsızlaştırıcı etkisinden derin endişe duyuyoruz. Tüm tarafları gerilimi düşürmeye, ateşkes bölgelerini korumaya ve bunlara saygı göstermeye ve çatışmaya siyasi bir çözüm için çalışmaya çağırıyoruz”

Bana kalırsa bu ve daha önce yapılan başka açıklamalarda verilen mesajı net: ABD yönetimi nezdinde Kürtlerin durumu ne bir kaygı ne de bir öncelik konusu. Bu hep böyleydi zaten. ABD’nin Suriye sahasına girmesinin nedeni IŞİD’di ve Kürtler ile işbirliği de IŞİD’le mücadele çerçevesinde gelişti. Daha sonraları Kürtleri her “ortak” diye andığında da ABD “IŞİD’le mücadele çerçevesinde” demeyi ihmal etmedi, bir kez olsun “Kürtlerin hak mücadelesi çerçevesinde” demedi. 

Bu arada “daha geniş bir saldırının başlangıcı olduğuna dair herhangi bir belirti yok” vurgusu da sanki Türkiye daha geniş bir operasyona kalkışırsa ABD Türkiye’nin önüne duracakmış izlenimi yaratmamalı. Zira herkesin malumu olduğu üzere saldırıların genişliği zaten tüm Rojava’yı kapsıyor. 

Açıklamanın sonunda gerilimin düşürülmesi ve ateşkes bölgelerinin korunması konusunda Türkiye’ye değil, “tüm taraflar“a çağrı yapılması ise ABD’nin tutumuna ışık tutan bir başka işaret. ABD dolaylı olarak benim Suriye angajmanımın sınırları belli ve Türkiye’yle bir çatışma pahasına Kürtlere kalkan olmak bu sınırları aşıyor diyor. Ezcümle, ABD Suriye sahasında giderek bir tarafsızlık pozisyonu alıyor. 

Peki sonra?

Price aynı açıklamada “siyasi bir çözüm için çalışmaya çağırıyoruz” diyor. Ama ABD bunu da yine ilk defa söylemiyor. Daha önce de söyledi fakat bu çözümü kendi beceremedi. Becerebilir miydi bilinmez, Irak, Afganistan, Libya orta yerde duruyor. Fakat bunun için gerekli askeri ya da siyasi inisiyatifi hiçbir zaman almadı, almak istemedi. Çünkü ne Suriye ne de Ortadoğu “önceliğim değil” dedi.  

Peki ABD bugün Rusya’nın Suriye’deki istikrarsızlığın ve siyasi çözümün en önemli engeli Türkiye’yi Esad rejimiyle biraraya getirme yoluyla bir siyasi çözüm arayışına girişmesine engel olur mu?

“Sükut ikrardan gelir” demişler…

Günün sonunda ne olur bilinmez ama şimdilik başarısı oldukça şüpheli ve belli ki Erdoğan’ın yaklaşan seçim telaşıyla giriştiği bir işte ABD’nin bekle-gör politikası izleyeceğini tahmin etmek zor değil. 

Bu arada, Suriye ve Irak’ta “Terörü birinci derecede besleyen ABD” ya da “Washington Portakalı” gibi göndermelerden belli ki, ABD karşıtlığı AKP seçim kampanyasının ana temalarından biri olacak. Sanırım, Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceği hakkında daha net bir yorum yapmak da ancak bu seçimden sonra mümkün olacak. 

 

/ Kaynak: medyascope.tv/2022/08/21/arzu-yilmaz-yazdi-abd-neden-sessiz /

İlginizi Çekebilir

Hakan Tahmaz: Suriye’de şark kurnazlığı, Türkiye’nin barışı
Temel Demirer: SADAT’lı Türk(iye) Realistesi İle Seçim(sizlik) Olasılığı

Öne Çıkanlar